DP Sözcüsü Altıntaş: Fay hattına maden ruhsatı veren eski Bakan, İstanbul’u yönetebilir mi?
“İktidarda kalma hırsı ekonomik dengeleri altüst ediyor, fatura vatandaşa çıkıyor!”
“Çayını DEM’li içen de DEM’siz içen de kendisi bilir. Çayın DEM’iyle sorunlar örtbas edilemez.”
“İktidar, devletin kılıcını kuşanmış, hükümetin arabasına binmiş, şekilsiz ve ruhsuz bir kadrodan ibarettir.”
Demokrat Parti Sözcüsü ve İzmir Milletvekili Haydar Altıntaş, yerel seçimlerde aday olan milletvekillerinin istifa etmesi gerektiğini dile getirerek, “Bir memur istifa ediyor da vekil niye istifa etmiyor? Onlar da Türkiye Cumhuriyeti’nin vatandaşları, farklı farklı görevler ifa ediyoruz. Vekillerin bu konuda bir ayrıcalığı olmamalıdır.” dedi.
(DP Basın Merkezi – 19 Şubat 2024) DP Sözcüsü ve İzmir Milletvekili Haydar Altıntaş, TBMM’de gerçekleştirdiği basın toplantısında yerel seçimlerle ilgili değerlendirmelerde bulundu. Altıntaş Meclis’te düzenlediği basın toplantısında, 31 Mart’ta yapılacak yerel seçimleri anımsatarak, “popülist söylemlerden uzak durulması” gerektiğini ifade etti.
Büyükşehir belediye başkan adayı olan milletvekillerinin görevinden istifa etmesi gerektiğini savunan Altıntaş’ın açıklamaları şöyle:
“Ülkemizin gündemi o kadar yoğun ki hangi olayın öncelikli olacağına dair karar vermek bile fevkalade zor. 10 ayda iki seçim… İktidar olmanın hırsı, iktidarda kalmanın hırsı, gereksiz popülizm ekonomik dengeleri altüst ediyor. Sonuçta fatura millete çıkıyor.
Bugün Türkiye’nin en önemli gündem maddelerinden bir tanesi seçimleri bile gölgeleyen olay, İliç’te meydana gelen maden kazasıdır. Ancak burada yapılan açıklamalara baktığımızda, Erzincan valisinin kaza ile ilgili yaptığı şu açıklamayı çok garip karşıladım. “Sayın Cumhurbaşkanımızın emir ve talimatları doğrultusunda olaya müdahale ediyorum” diyor. Bu tür hadiselere bile müdahale etmek için Sayın Cumhurbaşkanı’ndan izin almak gerekiyorsa bizim işimiz ülke olarak oldukça zor görünüyor.
Fay hattına maden ruhsatı veren eski Bakan, İstanbul’u yönetebilir mi?
İliç’te “geliyorum” diyen maden kazasına neden olan, hatta hala savunan bir zihniyetin, İstanbul’da yapmayı planladığı Kanal İstanbul gibi devasa ve son derece riskli bir projeyi eline yüzüne bulaştırmadan gerçekleştirmesi mümkün olabilir mi?
Fay hattında siyanürlü altın madeni ruhsatı veren bir eski bakan, bugün İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ne başkan adayı olarak konulmuştur. İstanbul’un gelecekte karşılaşacağı tehlikeler dikkate alındığında, Sayın Bakan’ın karnesi bu maden ruhsatından çıkarılabilir. Bu vesileyle, İliç’te göz göre göre gelen makus kazada hayatını kaybeden bütün vatandaşlarımıza Allah’tan rahmet diliyorum.
Maden kazasında sorumluluk, “sorumsuz sorumlulardadır”
Burada her zaman bütün maden kazalarında olduğu gibi sorumlu arayıp onların üzerine bu işi yıkmakla işin içinden çıkamayız. Bu işin en doğru cevabını rahmetli Prof. Dr. Neyzioğlu’nun dediği gibi “sorumsuz sorumlulardan” sormak gerekir. Kimdir sorumsuz sorumlular? ÇED raporunu onaylayan, maden ruhsatını veren kişilere hesap sorulmalıdır ki doğru sonuca ve can alıcı noktaya gidilebilsin.
Türkiye’de siyanür kullanarak üretim yapan tesisler altın madeninden ibaret değil, kurşun ve benzeri diğer madenlerin üretiminde de ciddi manada siyanür kullanılmaktadır. Biz Demokrat Partililer olarak yeraltı zenginliklerimizin ekonomiye kazandırılmasından yanayız, ancak bu işler yapılırken çok ciddi denetim, çok iyi incelemeler, çok hassas işler yapılarak çevreye ve insan hayatına zarar vermeyecek tedbirlerin alınması gerektiğini ve bunun da yasalarla ve yönetmeliklerle düzenlenmesi gerektiğini düşünüyoruz.
“Çayını DEM’li içen de DEM’siz içen de kendisi bilir. Çayın DEM’iyle sorunlar örtbas edilemez.”
Biz Demokrat Parti olarak, ulusal siyasete ilişkin meseleleri değil mahalli idarelere ilişkin meseleleri konuşmayı tercih edeceğiz. Diğer tüm aktörlerini de doğru yere odaklanmaya davet ediyorum. Çayı DEM’li içen de DEM’siz içen de kendi bileceği iştir. Biz bu tür bir tasarrufun karşısındayız. Ancak çayın demini konuşmak, mahalli idarelerin sorunlarını ortadan kaldırmaya yetmediği gibi, bu meseleleri örtbas etmek için de çare olmamalıdır. Bu sorunların hepsini belediye seçimleriyle ilgili olarak söylemeye devam edeceğim.
Bütün partilerin adayları, kampanyaları döneminde bütçelerini, bütçelerinin gelir kaynaklarını ve ellerindeki kadronun şehirlerin bugünkü habitat çerçevesinde nasıl yönetileceğini, risklerin ve problemlerin ne olduğunu, imkan ve kabiliyetin ne olduğunu düşünmeden her şeyi yapabileceklerini iddia ediyorlar. Sonuçta yapılamaz hale geliyor.
“Bugün ortalıkta çağın partisi olmadığı gibi, çağın devleti ve çağın şehirleri de yoktur”
9. Cumhurbaşkanımız Sayın Süleyman Demirel’in deyişiyle, “Çağın devletini, çağın partisi, çağın şehirlerini, çağın devleti kurar ve yönetir.” Bugün ortalıkta çağın partisi olmadığı gibi, çağın devleti ve çağın şehirleri de yoktur. İnsanlarımız, devletin akıl dışı uygulamaları ve şehirlerin çok popülist ve uygunsuz yasa dışı yöntemlerle imkan ve kabiliyet dışında zorlanmasıyla problemlerin altında ezilerek çaresizlik içerisinde yaşamaya devam etmektedir.
Şimdi ikinci konu şu: Belediye başkan adaylarının seçimi esnasında siyasi partilerin takip edecekleri usul… Elbette ki siyasi parti kanununun kendilerine verdiği yetkiyi kullanabilirler, onu eleştirmiyorum. Esasında onun da eleştirilecek bin türlü tarafı var. Ama bir Anadolu tabiri vardır, “Aynı anda iki ata binilmez” der. Milletvekili arkadaşlarımızın kendi partileri düzleminden Türkiye’deki bütün büyük şehirlerde aday olmak için sahaya sürüldüğünü görüyoruz. Evet, bir milletvekili arkadaşımız da aday olabilir, ancak nasıl diğer adaylar üzerinde uygulanan bir hüküm varsa, milletvekillerine de bu kanunlar geçerli olmalıdır.
Bir memur istifa etmeden, gününden evvel belediye başkan aday adayı bile olamazken veya herhangi bir meslek odasının başkanı veyahut yöneticilerinden birisi veya bir siyasi partinin kadrolarında görev almış bir kişinin istifa mecburiyeti ortada dururken, milletvekillerinin bu şartların hiçbirisine uymadan belediye başkanlığına adaylığını usulen yanlış buluyor, hatta milletvekillerinin belediye başkanlıklarına aday olurken seçilmemeleri halinde geriye dönme şartlarının bile ortadan kaldırılması suretiyle aday olmaldır diyorum.
Eğer iki makamı birbirine yedekleyerek çıkıp, “sonuçta kazanırsam hangisini tercih ederim” diyorsanız, milletin size vermiş olduğu yasama yetkisini uygun kullanmamış olursunuz diye düşünüyorum.
“İktidar, devletin kılıcını kuşanmış, hükümetin arabasına binmiş, şekilsiz ve ruhsuz bir kadrodan ibarettir.”
Bugün Türkiye’de idare edilen Partili Cumhurbaşkanlığı rejimi, 1940’ların Milli Şef döneminin kullandığı yetki ve kaynaklardan çok daha fazlasını kullanmaktadır. O yüzden Türkiye’nin gerçek manada demokratikleşmesi ve halkın kendi kaderine el koyabilmesi için bir kere bu Partili Başkanlık rejiminin mutlak surette düzenlenmesi ve başkanlık rejimiyle idare edilecek isek bile, yasamanın yetkilerini arttırarak Cumhurbaşkanı yetkilerinin bazılarının mutlak surette kısıtlanması gerekir. Aksi takdirde biz gerçek manada bir demokrasiye ulaşamayız.
Rahmetli Menderes’in 1950 seçimlerinden önce bir parti kongresinde söylediği şu sözleri de burada anma ihtiyacını duyuyorum:
“İktidar, devlet partisi rolünde, devletin kılıcını kuşanmış, hükümetin arabasına binmiş şekilsiz ve ruhsuz bir kadrodan ibarettir.”
İşte aynı Milli Şef döneminin tarifi gibi. Bugün Türkiye’de uygulanan sistem de rahmetli Menderes’in bu sözüyle birebirdir. Türkiye’de bir devlet partisi vardır. Devlet partisinin yöneticileri devlet kılıcını kuşanmış ve hükümet arabasına binerek hareket etmektedir.
Video için: https://www.youtube.com/watch?v=_HvAMg56ZVM