Çerçilik yapan Bektaşi, atlarına satılacak malzemeyi yüklemiş, genç oğluyla birlikte köylere satmaya gitmiş.
Köyün birisine vardıklarında namaz vakti imiş.
Bektaşi, oğluna “Oğlum sen atlara sahip ol, ben camide namazımı kılıp geleyim” demiş.
Demiş demesine de; camide namaz uzadıkça uzamış, bir türlü bitmiyor.
Bektaşi dışarı çıkmış ve ceketini oğluna verdikten sonra, “Oğlum bu iş inada bindi. Ben namaz kılmaya devam edeceğim” diyerek dalmış tekrar camiye.
Cemaat namazı kılıp bitirdikten sonra evlerine dağılmış, ancak Bektaşi devam etmiş.
Nice sonra İmam gelip Bektaşi Babası’na sormuş:
-“Hayırdır erenler, namazı neden bu kadar uzattınız?”
Bektaşi soruya soruyla cevap vermiş;
-“Peki siz neden bu kadar uzattınız?”
İmam cevap vermiş;
-“Biz kaza namazlarımızı kıldık. Borcumuzu ödedik!” deyince,
Bektaşi;
-“Ben de gelecek günlere ait namazlarımı peşin kıldım” demiş.
İmam;
-“Peşin namaz olur mu erenler” deyince de şu cevabı vermiş imama;
-“Veresiye namaz oluyor da peşin namaz neden olmuyor?”
…
KISSADAN HİSSE: İslam Dini’nin içinde, dinin aslından olmayan ve sonraki zamanlarda insanlar tarafından eklenmiş bir sürü inanç ve ritüel vardır. Bunların hemen hepsi, dini zorlaştıran ve hakkıyla yaşanmaz hale getiren inanç ve ritüellerdir ki; özellikle gençlerin İslam’dan soğuyup, Deizme ve Ateizme kaymasının en büyük sebebi de budur.
Yani, akılla, mantıkla, ilimle, bilimle bağdaşmayan bazı şeylerin, kendilerinde İslam adına söz söyleme hakkı gören kerameti kendinden menkul bazı şarlatanlarca, dinden birer parçaymış gibi sunmaları demek istiyoruz.
Düşünsenize bir; şarlatanın birisi çıkmış diyor ki: “Halife Ömer bir yerde otururken, deprem olmuş. Ömer elindeki asayı yere vurarak ‘Ey yer sana ne oluyor ki?’ diye yeri azarlamış, yer zınk diye durmuş! Güneşin aşırı kızdırmasıyla hiddete kapılan Halife Ömer, güneşe hiddetle öyle bir bakmış ki; güneş kararmış! Allah hemen Cebrail’i göndermiş Peygamber’e ‘Ey Muhammed Ömer’e söyle, güneşe tebessüm etsin. Yoksa güneş kıyamete kadar sönük kalacak!’..”
Bir başkası ve çok daha meşhur olanı; sahabenin, Peygamberin tükrüğünü, sümüğünü (Sümük-ü Şerif diyor) şifa niyetine üstlerine başlarına sürdüğünü, bir cariyesinin Peygamberin idrarını içtiğini, bunu anlayan Peygamberin de cariyesini övdüğünü anlatıyor!
Anayasal görevi din konusunda halkı aydınlatmak, yani doğru dini anlatmak olan Diyanete bağlı din adamları, kalkıp bu tür söylemlerde bulunanlara bilimsel verilerle cevap vermek, bunların dinde yeri olmadığını söylemek yerine, Güneş Tutulması karşısında insanları başlarına toplayıp onlara “Küsuf Namazı” kıldırıyorlar, yağmur duasına çıkıyorlar. Ülkenin Diyanet İşleri Başkanı da kendinden önceki başkanların tiryaki seviyesinde içtikleri sigara hakkında “Haramdır” fetvası verebiliyor!
Güneş ve ay tutulmalarının birer tabiat olayı olduğunu bilen genç insanlar, güneş tutulması karşısında “Küsuf Namazı”, “Ay Tutulması” karşısında “Hüsuf Namazı” kılındığını görünce acaba ne düşünürler! Bu insanlar böyle bir din anlayışından uzaklaşmasınlar da ne yapsınlar!
Oysa Kur’an, pek çok ayetinde aklın kullanılmasından, düşünce üretilmesinden ve işlerin kolaylaştırmasından bahseder.(1) İslam Peygamberi de “Kolaylaştırın zorlaştırmayın, müjdeleyin nefret ettirmeyin” tavsiyesinde bulunur.(2)
Tanrı’nın ve Peygamberinin kolaylaştırılmasını istediği işlerin içine hiç şüphesiz din işleri de girer ki; bunların başında ibadetler ve inançlar gelir. “Dinde zorlama yoktur”(3) ve “Sizin dininiz size benim dinim bana”(4) şeklindeki Kur’an ayetleri de zaten buna işaret etmektedir.
Dinin esasında olmadığı halde sonradan dinin içine sokuşturulan ve dini tahrif anlamına gelen uydurmaları ve hurafeleri kaldırıp atın, karşınızda yaşanması kolay, pırıl pırıl bir din kalacaktır vallahi. Yahudilik ve Hıristiyanlık da semavi dinlerdendir. Tahrif edilmişler, bozulmuşlar falan filan. Ancak bu dinlerin de özü yaşıyor olmalıdır. Bu iki dindeki ibadetler nelerdir tam olarak bilmiyorum ama Yahudilerin toplu ibadet için Cumartesi günleri Havra’ya, Hıristiyanların da Pazar günleri Kilise’ye gittiklerini biliyorum ki; Havralar ve Kiliseler de camilerle birlikte kutsal yerler olarak zikredilir Kur’an’da.
Oysa İslam’da sadece Cuma Günleri değil, her gün, üstelik de 5 vakit camiye gidilmesi gerekiyor! Zorunlu değil ama camilerin ve cemaatle namazın önemi öyle abartılı anlatılır ki; camiye gitmeyen insanlar adeta suçluluk ya da büyük bir sevaptan mahrum kaldığını hisseder hale getirilir! Oysa İslam’ın temel kaynağı olan Kur’an’da böyle bir emir, böyle bir hüküm bulunmuyor! Sadece “Cuma günü namaz/duâ için çağrıldığınızda Allah’ı zikre koşun, alışverişi bırakın” şeklinde bir ayet var ama o ayet “Camiye koşun” demiyor, “Allah’ı zikre koşun” diyor.(5)
Allah’ı zikir, sadece camilerde değil, her yerde olur. Ancak, Kur’an’da camiler, kiliseler ve havralar Allah’ın adının çokça zikredildiği yerler olarak anılmakla(6), hiç değilse Cuma namazlarının camilerde toplu halde kılınması elbette önemlidir. Sonrası, hadislere dayalıdır.
Yani insan mamulüdür.
Mesela şu “Camilerde cemaatle kılınan namaz, evlerde tek başına kılınan namazdan 27 kat daha faziletlidir”(7) rivayetini ele alalım. Neden, 10, 20, 30 değil de 27 kat? 27’nin önemi nedir? Akılla, mantıkla izah edilir bir tarafı olmadığına göre; bu rivayetin sıhhati tartışmalıdır. Bu hadisin başka bir versiyonunda “Cemaatle namazın, tek başına kılınan namazdan 25 kat fazla olduğu” söylendiğine göre, konuya ilişkin rivayetlerden birisinin veya her ikisinin de uydurma olduğu açıktır! Ancak bazı yazılarda İbn Hacer kaynak gösterilerek, bu iki rivayetin de doğru olduğu ileri sürülmekte, 27 kat sevabın sabah ve yatsı namazları için, 25 kat sevabın ise diğer namazlar için geçerli olduğu, bu hadise uydurma diyenler ise hadis inkârcısı ve cahil ötesi olarak itham edilmektedir(8).
Neden Yatsı ve Sabah Namazlarını cemaatle kılmak daha sevap? Elbette daha zahmetli oldukları için! Öyle ya her iki namaz da hem gece karanlığında yol emniyetinin azaldığı (hadisin uydurulduğu zamanı, yani elektriğin icat edilmediği, sokakların aydınlatılmadığı zamanları düşünün lütfen) vakte denk geliyor, hem de uyku saatine.
Bu şartlarda insanları camiye çekmek için sevabı arttırmak gerekiyor! Bu hadise karşı çıkanları hadis inkârcısı ve cahil ötesi cahil olarak nitelendiren yazarın, bu görüşünü dayandırdığı İbn Hacer hangisidir bilinmez ama aynı ismi taşıyan iki tane İslam Âlimi vardır tarihte. İbn Hacerler’den Askalani nispetiyle anılanı 773-852 yıllarında Mısır’da, Heytemi nispetiyle anılanı ise 1503-1566 yıllarında yine Mısır’da yaşamıştır. İlki, Hadis uydurucularının revaçta olduğu bir devirde, ikincisi ise Eşâriliğin revaçta olduğu bir dönemde aynı ülkede yaşayan Arap İslam âlimleridir. Yani her ikisi de Selefi akımların güçlü olduğu coğrafyalarda yaşamış, katı İslam yanlısı âlimlerdir.
Maksat, Müslümanlar camilerden çıkmasınlar, ibadetten başka bir şey düşünemesinler, yöneticileri eleştiremesinler, hükümetin dayatmaları, va’zu nasihat adı altında uydurma rivayetlerle süslenerek hükümetin memurları olan din adamları vasıtasıyla Müslümanların kafalarına vura vura dikte edilsin! Bütün maksat bundan ibarettir.
…
İnternet ortamında popüler bir ilahiyat profesörüne atfen, yani onun ismi verilerek, 90 başlık altında, “İslam’dan olmayan ancak din tüccarları tarafından dinden birer parçaymış gibi Müslümanlara dayatılan hurafeler, ritüeller ve inançlar” denilerek bazı inançlar, dini kabuller ve ibadetler sıralanmış. Yine internet ortamında yer alan bir habere göre; 90 maddelik sıralamanın altında ismi ve resmi bulunan profesör ise, “Billahi bana ait değil ya. Ben diyeceğimi kendim diyemiyorum da sen bana tercümanlık yapıyorsun hayırdır. Bazıları konuşma yapar öbürü gelir der ki konuşmacının aslında demek istediği şudur. Ne? Nedir? O diyemedi mi yani? Aslında hocamız şunu demek istiyor. Allah Allah ya! Ben diyemiyor muyum ben derim. Bir de altına adımı yazıyor…” diyerek feveran ediyor.
Eğer haber doğruysa; hocaya katılıyorum, haklıdır. Ortalıkta, kendisini dinin bekçisi kabul eden bir sürü manyak ve dinden nemalanan bir sürü şarlatan varken, “Kur’an’daki yoklar” listesi çıkarmak biraz cesaret ister. Üstelik dini farklı yorumlayanların başına gelenler bilinirken! Eğer, kendisine dayandırılan haber doğruysa hocanın “Ben diyeceğimi kendim diyemiyorum da sen bana tercümanlık yapıyorsun hayırdır.” şeklindeki sözleri önemlidir. O zaman biz de hocaya sorarız: “Hayırdır hocam, Allah, hâşâ diyeceğini diyemiyor muydu da kalktınız Allah’ın tek bir ciltte dediklerini onlarca ciltlik kitap yazarak izah etmeye çalıştınız? Ya Allah sizin dediklerinizi kastetmediyse! Peki, Allah da günün birinde, mesela o hesap gönünde, kalkıp, tıpkı sizin, sizin adınızı kullanarak 90 maddelik “Kur’an’da Yoklar Listesi” çıkaranlara kızdığınız ve alınganlık gösterdiğiniz gibi size “Ey kulum, sen bana akıl öğretmeye mi çalıştın? Nereden çıkardın bunları?” derse ne diyeceksiniz? Onlarca ciltlik Kur’an Tefsirini yazarken hiç böyle bir endişe taşıdınız mı mesela? Mutlaka taşımış olmalısınız!
Sahi hocam, Kur’an normal insan zekâsıyla anlaşılamayacak derecede çetrefilli ve anlaşılmaz bir kitap mıdır da onlarca ciltlik bir külliyatla bize anlatmaya çalıştınız Kur’an’ı?
Kur’an-ı Kerim’de Tanrı der ki: “Anlayıp düşünesiniz diye onu Arapça Kur’an olarak indirdik.”(Zuhruf/3); “Anlayabilesiniz diye biz onu Arapça bir Kur’an olarak indirdik.”(Yusuf/2); “İşte böylece Kuran’ı apaçık ayetler olarak indirdik.”(Hac/16)
Gelin isterseniz bu üç ayetin tefsirini hep birlikte yapalım. Daha doğrusu benim bu üç ayetten anladığıma göre: Tanrı, bu üç ayette Bedevi ve Medeni, yani çöllü ve kentli Arapları muhatap alarak diyor ki; biz, anlayıp, üzerinde düşünesiniz diye Kur’an’ı hem sizin kendi ana dilinizde indirdik, hem de en cahillerinizin, en geri zekâlılarınızın bile kolayca anlayacağı şekilde ayetlerimizi apaçık, yani yanlış anlaşılmalara fırsat vermeyecek bir lisan ve üslupla ifade ettik!
Şu halde Kur’an, bizim ulemânın “Cahiliye Dönemi” olarak adlandırdığı bir dönemi, yani çölde vahşi bir hayat yaşayan bedevilerin bile kolayca anlayabileceği şekilde anlaşılır bir dil ve üslupla indirildiğine göre; bizim aynı ulema, neden bir ciltlik Kur’an’ı bize anlatmak için, onlarca cilt meal ve tefsir kitapları yazarlar? Türk Milleti, acaba 1400 yıl öncesinin bedevilerinden daha mı geri zekâlı bizim ulemanın nezdinde? Yeter yahu, bu millete yaptığınız hakaret yeter artık!
…
Bizim popüler ilahiyatçının adı kullanılarak düzenlenen 90 maddelik “Dinden bir parçaymış gibi sunulan, ancak Kur’an’da bulunmadığı” söylenen “yoklar” listesine tekrar dönecek olursak. Meselâ o listede “Amentü Kur’an’da yok!”; “Kelime-i Şehadet Kur’an’da yok” deniyor.
“Amentü” olarak bilinen ve Duâ niyetine okunan metin, Kur’an’da hepsi bir arada olmak üzere yok ama bu metinde geçen ifadeler Kur’an’ın farklı surelerinde geçmektedir. “Kelime-i Şehadet” de öyle. Öyle anlaşılıyor ki; geçen 1400 yıllık sürede, Kur’an ayetlerinden hareketle bu tür metinler formüle edilmiştir. Bu durumda bunlara “Kur’an’da Yok” demek, doğru değildir.
Öte yandan internet ortamında dolaşan şimdilik 90 ayrı başlıkta sıralanan “Kur’an’da yoklar” listesinden bağımsız olarak, vahye dayanmayan, ancak asırlardır Müslümanlara dinden birer parçaymış gibi sunulan bazı inanç ve ritüelleri isterseniz biz sıralamış olalım:
1- Kur’an’da, ölenler için para karşılığı hatim indirtmek yoktur. Tam tersine “Ayetlerimizi parayla satmayın” buyuruluyor(Bkz. Bakara/41)
2- Kur’an’da, ölenin ibadet borçları için Iskat-ı Salat, Iskat-ı Savm, yani halk arasında bilinen adıyla, ölenin namaz ve oruç borçlarını düşürmek için “Devir Çevirmek” yoktur.
3- Kur’an’da, ölünün ardından 7’si, 40’ı, 52’si gibi anmalar yoktur.
4- Kur’an’da, gösterişli mezar yapmak yoktur.
5- Kur’an’da, cin çarpması, cinlerin insanlara musallat olması ve cin çıkarılması yoktur.
6- Kur’an’da, gösterişli camiler yapmak yoktur.
7- Kur’an’da, Hac’da günahları Arafat’ta bırakıp gelmek, anadan doğmuş gibi günahlardan arınmak diye bir şey yoktur.
8- Kur’an’da, şeytan taşlamak yoktur.
9- Kur’an’da, Hac hali vakti yerinde olanlar için ömürde bir kere farzdır. Bu durumda birden fazlası ve umre için Arabistan’a gitmekle Paris’e ve Londra’ya gitmek arasında hiçbir fark yoktur.
10- Kur’an’da, kişiye, gruba, zümreye, cemaate özel cami ve ibadet mahalli yapmak yoktur. Camide herkes eşittir, camiler herkese açık olmalıdır
11- Kur’an’da, namaz kılanın önünden başka bir insanın geçmesiyle namazın bozulması diye bir şey yoktur.
12- Kuran’da, Regaib, Beraat, Miraç gibi kutsal geceler yoktur, bu tür geceler uydurmadır. Miraç’ın, rüyada gerçekleşen bir olay olması akla uygundur(9)
13- Kur’an’da, Ramazan ayı dışında kutsal ay yoktur. Ramazan’ın kutsallığı ise Kur’an’ın o ayda indirilmesi sebebiyledir.
14- Kur’an’da, 4 ayın haram olduğu söylenmekle birlikte bu ayların hangileri olduğu belli değildir. Ancak cahiliye dönemi Arapları Zilkade, Zilhicce, Muharrem ve Recep aylarını, savaş yapmanın haram olduğu aylar olarak kabul ederlerdi. Dolayısıyla; Kur’an’da (savaş yapmanın) haram olduğu söylenen ayların bu 4 ay olması, Kur’an-i bir bilgi değildir. Yorum yoluyla varılan bir kabuldür.
15- Muharrem Ayı’nda şu olmuştur, bu olmuştur diyerek bu ayın kutsal kabul edilmesi, Kur’an-i bir bilgi değildir.
16- Kutsal üç Aylar ifadesi Kur’an-i bir bilgi değildir. Cuma günü ve Kadir gecesi dışında bütün vakitler aynı derecede kıymetlidir.
17- Kur’an’da, Peygamberin sırtında Nübüvvet Mührü olduğuna dair bilgi yoktur.
18- Kur’an’da, Peygamberin gaitasının kokmadığına dair bir bilgi yoktur.
19- Sümük-ü Şerif, Sidik-i Şerif diye bir şey yoktur. Bunlar “Temizlik imandandır” hadisine aykırı uydurmalardır.
20- Kur’an’da, Ebabil Namazı, Kuşluk Namazı, Teheccüt Namazı, Küsuf Namazı, Hüsuf Namazı, Cenaze Namazı, Tespih Namazı gibi namazlar yoktur.
21- Kur’an’da, dua ile yağmurun, karın yağdırılması diye bir şey yoktur.
22- Kur’an’da, Dua ile zafer kazanılması, yeşil sarıklıların savaşa katılması diye bir şey yoktur. Eğer öyle olsaydı, Peygamber savaş yapmazdı.
23- Namaz vakitleri ve rekâtları Kur’an’i bir bilgi değildir. Kur’an’da bazı ayetlerde namaz vakitlerinden bahsedildiği söylense de bu vakitlerin bildiğimiz anlamda namaz mı, yoksa Allah’ı zikir mi olduğu kesin değildir. Ayrıca namaz vakitlerinin sayısı da net değildir. 3 diyenler vardır, 5 diyenler vardır. Namazların rekat sayıları ise tamamıyla rivayetlere dayalıdır.
24- Peygamber, Namaz ve Bayram gibi kavramlar Kur’an’da geçmez. Esasen bu kelimeler Arapça değil, Farsça’dır. Üstelik de Zerdüştlüğün egemen olduğu dönem Farsçasından kalma kavramlardır.
25- Kur’an’da, Kudüs’teki Mescid-i Aksa’nın ilk kıblemiz olduğuna dair bilgi yoktur. Esasen Mescid-i Aksa’nın ilkel hali, Peygamberin vefatından 6 sene sonra, şimdiki hali Peygamberin vefatından yaklaşık 80 yıl sonra yapılmıştır. Kudüs, peygamberin vefatından 5 yıl sonra Müslümanların eline geçmiştir.
26- Kur’an’da, kadının erkeğin kaburga kemiğinden yaratıldığına ilişkin bilgi yoktur, konuya ilişkin hadis de tahrif edilmiş Tevrat’a dayalı uydurmadır.
28-Kur’an’da, Aşere-i Mübeşere (sağlıklarında cennetle müjdelenen 10 kişi) diye bir bilgi yoktur.
29- Kur’an’da, Allah dışında, peygamberler dâhil hiç kimsenin gelecekten haber verme ve gaibi bilme yetkisinin ve gücünün olduğuna dair bilgi yoktur. Tam aksine peygamberlerin gaibi bilme ve gelecekten haber verme yeteneklerinin olmadığı söylenir.
30- Kur’an’da ezan metni yoktur. Ezan metni, sahabenin ortak kararıyla oluşturulmuştur.
31- Kur’an, 6666 ayet değil, 6236 ayettir.
Bunlar da Diyanet’in Kur’an’da Bulunmayanlar (Hurafeler) Listesidir:
1- Ateşe su dökülürse cin çarpar, yiyeceklerin ağzı kapatılmadığında gece onlardan cinlerin yediği anlayışı,
2- Kuran ve sünnet ile örtüşmediği halde dövme yaptırmak, erkeklerin küpe takması, burçların insan karakterine etkili olduğu inancı,
3- Türbe, yatır gibi yerlerden medet ummak. Bir yatırın mezar taşına mum yakıp, dilek tutmak,
4- Sünnet olan çocuğun acısının azalacağına inanılarak sünnet olma anında annesi ve diğer hanımlar tarafından oklava çevirmek,
5- Yeni doğan çocuğun dindar olması için göbek bağını keserek cami avlusuna bırakmak,
6- Konuşmayan çocukların konuşabilmesi için cuma namazından sonra müezzin tarafından cami anahtarını çocuğun ağzına sokup çıkarmak,
7- Yürümeyen çocukların ayaklarına ip bağlayarak cuma namazından ilk çıkan kişiye ipi kestirmek,
8- Kırkı çıkmamış bir bebeğin tırnakları kesilirse o çocuğun hırsız olacağına inanmak,
9- Küçük çocukların üzerinden atlanıldığında boylarının kısa olacağına inanmak,
10- Çocuğu olmayanlara çocukları olması için deve dili veya etini yedirmek,
11- Çocuk doğan eve 40 gün süre ile et alınmaması gerektiğine inanmak,
12- Yeni doğan çocuğun kırkı çıkmadan evden çıkarılmaması gerektiğine inanmak,
13- Boyu ölçülen çocuğun cüce kalacağına inanmak,
14- Gelinin kucağına erkek çocuk verilince çocuğunun erkek olacağına inanmak,
15- Loğusa kadının herhangi bir şeyden zarar görmemesi inancıyla, bulunduğu yere süpürge, soğan, sarımsak asmak, yastığının altına iğne, bıçak gibi şeyler koymak,
16- Loğusa kadını kırkı çıkana kadar yalnız bırakmamak,
17- Hamile kadınların saçlarını kesmemeleri gerektiğine inanmak,
18- Nikah esnasında gelin ve damadın birbirlerinin ayağına bakması halinde, önce basanın sözünün geçeceğine inanmak,
19- Gelin ve damadın üzerine para, üzüm, şeker ve leblebi gibi şeyler atıp, kapıda küp kırmak,
20- Evlenmeyen genç kızların kısmetinin açılması için müezzine minareden para attırmak, mendil veya eşarp sallatmak,
21- Baykuş ötmesi, kara kedinin insanın önünden geçmesi, horozun vakitsiz ötmesi, insanların ve araçların önünden tavşanın geçmesinin uğursuzluk sayılması, karganın ötüşünün o bölgeye gelecek belanın işareti olarak kabul edilmesi,
22- İki bayram arasında nikah yapmak, duaların kabulü için mübarek gecelerde ziyaretgahlarda mum yakmak, gece vakti tırnak kesmek, cuma ve arefe günlerinde çamaşır yıkamak, dikiş dikmek, temizlik yapmak, akşam sakız çiğnemeyi ölü eti çiğnemek gibi kabul etmek, gece aynaya bakmak gibi şeylerin uğursuzluk getireceğine inanmak,
23- Elden ele sabun, makas, bıçak, iğne ve soğan vermenin uğursuzluğuna inanmak,
24- Sağ elinin içi kaşındığında para geleceğine, sol elinin içi kaşındığında da para çıkacağına, ayak altı kaşındığında da yola çıkılacağına inanmak,
25- Cam ve porselen gibi eşyanın aniden düşüp kırılmasını, bir belanın defedileceğine işaret saymak,
26- Merdiven altından geçmeyi uğursuzluk saymak,
27- Cenazenin 7., 40., 52. gecesi ile ölüm yıldönümünde hatim ve mevlit okutmak,
28- Cenazenin alkışlanma uğurlanması, cenazenin arkasından slogan atmak ve çiçek serpmek, cenaze için üçüncü gününde helva ve yemek dağıtmak, kefen arasına dua, ayet ve vasiyetname koymak, ölen kimse için arefe günü kurban kesmek,
29- Hastanın başı üzerinde tuz gezdirmek, köz söndürmek, kurşun döktürmek,
30- Dileğin kabulü için ağaçlara bez-çaput bağlamak, türbelere adakta bulunmak, türbe ziyaretlerinden şifa beklemek,
31- Hıdrellez günü sahile gidilerek kuma veya toprağa ev, araba veya kadın resimleri çizilerek böylece çizilen resimler sayesinde ileride onlara sahip olunacağına inanmak,
32- Camiye girerken cami duvarını öpmek,
33- Tekke ve türbelerde kurban kesmek, türbe ve tekkelerden şifa beklemek, mum yakmak, el yüz sürmek,
34- Misafirin, askere gidenin veya yola çıkanın arkasından su dökmek,
35- Kahve falına bakmak, falcılara, büyücülere gitmek,
36- Ay ve güneş tutulmasında silah atmak, teneke çalmak.(10)
…
Dikkat edileceği üzere; Diyanet’in hurafeler listesi, dinle alakası olmayan, daha doğrusu bunları yapanların da dini olmadığını bilerek yaptıkları, genelde sosyal, kültürel ve folklorik karakterler taşıyan batıl inançlardan oluşmaktadır.
Diyanet, kendi uygulamaları ve kabulleri arasında bulunan, asırlardır din diye vazedilen, ancak gerçekten dinden olmayan şeylere nedense hiç dokunmamıştır. Daha çok magazinel denilebilecek batıl inançları sayıp dökmüştür. En basitinden kendi personelinin geçim kaynakları arasında yer alan, para karşılığı Mevlit okumanın, para karşılığı Hatim ve Aşr-ı Şerif okumanın, devir çevirmenin, zengin cenazeleri için uzun uzun, yanık yanık sala vermenin, defin sırasında mezar başında Kur’an okumanın ve telkin vermenin dinden olmadığını söylememiştir. “Ay ve güneş tutulmasında silah atmayı, teneke çalmayı” hurafe ve batıl inançlardan saymıştır ama “Küsuf ve Hüsuf Namazı kılmanın” dinden olmadığını söyleyememiştir.
Bu namazlar, Güneş tutulmasının ayın dünya ile güneş arasına girmesiyle, ay tutulmasının ise dünyanın güneş ile ay arasına girmesiyle oluştuğunun bilinmediği, ayın hem kendi etrafında hem dünyanın etrafında, dünyanın hem kendi etrafında hem güneşin etrafında, güneşin hem kendi etrafında hem Samanyolu galaksisinin etrafında döndüğünün bilinmediği, dünyanın düz olduğuna inanıldığı zamanlarda korku ve endişe ile kılınmış olabilir belki. Ancak bu tür namazların, bugünkü bilimsel bilgilere rağmen dini gelenek haline getirilmesi kadar yanlış olabilir mi?
18.02.2024
_______________
1- bkz. Ta’ha/26
2- Buhârî, İlm 12, Edeb 80; Müslim, Cihad 6, 7, (1732-1733)]
3-Bakara/256
4- Kâfirûn/6
5- Cuma/9
6- Hac/40
7- Buhârî, Ezân, 30 [645]; Müslim, Mesâcid, 249 [650])
8- https://feyyazmedresem.com/2-cemaatle-kilinan-namazin-sevabi-25-kat-midir-yoksa-27-kat-midir.html
9-Bu konuda ayrıntılı bilgi için bkz. https://turkiyeninsesleri.wordpress.com/2014/05/21/os-kandiller-muslumanlari-oyalamak-icin-uydurulmus-bidat-i-hasenelerdir/
10- https://www.iha.com.tr/haber-iste-diyanetin-hurafe-listesi-46126