İKİNCİ YÜZ YILDA İZMİR İKTİSAT KONGRESİNDEN LONDON OF CİTY’E…
Geçmiş zaman olur ki, hayali cihan değer…
Bugün 17 Şubat…
İZMİR İKTİSAT KONGRESİ’ nin ikinci yüzyılda ilk yıldönümü…
Az gittik, uz gittik ama…
Maalesef dere, tepe dümdüz ettik…
Daha Cumhuriyet ilan edilmeden 1923’de İzmir İktisat Kongresi’nde yeni Türkiye’nin ekonomik sorunları tartışmak üzere toplanmıştı…
Bu kritik dönemde, Osmanlı’nın borçları dahil yoğun ekonomik sorunları çözüme kavuşturmak için kararlar alan İzmir İktisat Kongresi’nde, savaşlardan yorgun çıkan halka ekonomik açıdan yön vermek ve harap olan yurdu kalkındırmak için yapılması gerekenleri saptamak amaçlanıyordu.
İzmir İktisat Kongresi sonunda; kongreye katılanlar oybirliği ile Misak-ı İktisadi kabul edilerek, modern ve müreffeh Türkiye için canla başla çalışmaya ant içtiler…
Kongrede alınan temel stratejik kararlar özetle şunlardı:
Planlı bir şekilde;
1. Hammaddesi yurt içinde olan endüstri kollarının kurulması,
2. Özel girişimcilerin desteklenmesi,
3. Yatırımcılara kredi sağlayacak bankaların kurulması,
4. Günlük tüketim mallarına öncelik verilmesi,
5. Önemli kuruluşların ulusallaştırılması,
6. Sanayiyi özendirici yasaların çıkarılması, özellikle gümrük tarifelerinin ulusal sanayinin kalkınma gereksinimlerine göre değiştirilmesi.
Nitekim Cumhuriyetin ilanını müteakip yüksek bir hız ve ulusal heyecanla girişilen kalkınma hamleleri sonuçlarını vermeye başladı…
Yurdun her köşesi üç beyazlar(Un, şeker, pamuklu), üç siyahlar(kömür, demir, akaryakıt) politikalarıyla KİT’ler(Kamu İktisadi Teşebbüsleri), fabrikalarla donanıyor, bütçe açıkları yaratılmadan ortalama %4-7 ekonomik büyüme hızı ile Türkiye Cumhuriyeti o dönem için dünyanın büyüme hızı en yüksek ülkelerinden biri oluyordu…
Ülkenin kalkınma süreci 1933-1938 döneminde I.Sınırlı Sanayi Kalkınma Planıyla desteklenirken 1939’da patlayan savaş II. Sınırlı Sanayi Kalkınma Planının uygulamaya geçirilmesini engelliyordu…
Demokrat Parti iktidarı döneminde iyice uzaklaşılan planlama anlayışı, 1961 Anayasasının oluşturduğu ortamda kurulan Devlet Planlama Teşkilatı(DPT) ile yeniden ivme kazanırken daha sonraki yıllarda gittikçe kan kaybederek 2000’li yıllarda adeta rafa kaldırılıyordu…
Pekiyi planlı kalkınma-sınai ve tarımsal üretimin hızlandırılması-innovasyon(bilimsel-teknolojik gelişme) anlayışı tamamen rafa kaldırılıp, kamu ihale yasası 309 defa değiştirilerek vur abalıya kolay kazanç ve ranta yönelik inşaat-beton, ithalat ülke keyfi ve günlük kararlar ile yönetilmeye kalkılınca bakın neler oluyor?
*GSMH(Gayri Safi Milli Hâsıla) 900 milyar dolarlardan 770 milyar dolarlara geriliyor,
*FBMG(Fert Başına Milli Gelir)20000 dolar hedeflenmişken 12000 dolarlardan 8000 dolarlara düşüyor,
*150 milyar dolar civarındaki borç pozisyonu zamanla 550 milyar doları aşmakta…
*Milli para sürekli ve ciddi boyutlarda değer kaybediyor,
*Enflasyon almış başını gidiyor,
*Gelir dağılımı iyice bozuluyor, yoksulluk dayanılmaz boyutlara varıyor,
*Gerçek işsizlik alıp başını gidiyor,
*Bu sosyoekonomik gelişmeler zaten varolan baskıların iyice artırılmasına, demokratik hukuk devletinden uzaklaşılmasına yol açıyor,
*İç ve dış güven kayboluyor,
*Ülkenin en çok ihtiyacı olduğu bu dönemde bırakın üretime yönelik dış yatırımcıyı, sıcak para bile gelmiyor,
*Tam tersine yerli sermaye ve nitelikli emek çareyi yurtdışında arar hale geliyor…
*G-20’ler liginde küme düşülüyor
Pekiyi… Ülke bu duruma düşünce, bu durumun ekonomist olduklarını iddia eden sorumluları ne yapıyor?
Baş sorumludan itibaren sırayla dış finansman bulmak için London Of City’e gidiliyor…
London City de nereden çıktı demeyin…
City of London, Menkul Kıymetler Borsası ve İngiltere Bankası’nın yer aldığı tarihi bir finans bölgesidir.
Kurumsal şirketlerin modern gökdelenleri, Orta Çağ’dan kalma yolların kalıntıları üzerinde yükselir.
Dünya finansının ve paranın kalbidir…
Peki burayı kimler yönetir ?
Çoğunluğu Yahudi asıllı ama her soydan banker aileleri yönetir.
Hatta bu aileler dünya finansını buradan yönetirler. Bunların başında da Rothschild ailesi gelir.
Arap sermayesinin çok büyük bir bölümü de buradaki fon ve Varlık Şirketleri tarafından yönetilir.
Eğer siz London City bankerlerinin ‘ayağına kadar’ gitti iseniz ülkenin geldiği durum hiç parlak değil demektir…
Zira genellikle ekonomileri parlak, güven veren ve gelecek vaat eden ’ülkelerin ayağına’ gider bu bankerler ve de fonlar…
İlk önce Baş sorumlu gitti London City’e… Hani“Faiz sebep, enflasyon sonuçtur” diye kendinden menkul nutuk atan… London Of City’nin kurtları boş boş bakmışlardı kendilerine…
Sonra yakışıklı damat gidiyor… Bütün heybetiyle bağırıyor, çağırıyor… Yine boş boş bakıyor kurtlar…
En son, eksik kalmadı, “gözleri felfecr okuyan” epistomolojik-heterodoks Nebati de gidiyor…”Siz bakmayın Türkiye’deki enflasyona, kültürel olarak anlayamazsınız…” falan deyince yine boş boş bakıyorlar; ama bıyık altından bir hayli gülmeyi de ihmal etmiyorlar…
Sonra oraların has adamı Mehmet Şimşek, müstafi Gaye Hanımın da bir ayakları oralarda idi…
Lakin ne fayda…
Bu duruma düşürülmüş bir ülkeyi tam anlamı ile Namık Kemal’in şu dizeleri ifade ediyor :
Olmaz ilaç sine-i sad pareme…
Çare yok bilirim yareme…
Sonuç… Sonuç mu? Sıra yastık altındaki altınlara kadar gelmişken, işleri, Ortadoğu’nun Arap emir ve şeyhlikleri ile Uzak Doğudaki çekik gözlü uyanıkların swap(takaslama), varlık, arazi ve gayrimenkul alımları alanındaki insaf ve arzularına ve de birazcık bahara, yani özlemle beklenen turizm patlamasına kalıyor…
Haaa sırası gelmişken unutmayalım; bu millet kahir çoğunluğu ile “aynı gemide falan da değil” aslında, Bandırma vapurunda ama…