Size Sorsalar: “İslâm’ın Türk’e Düşman Olduğunu ve Bu Düşmanlığı Muhammed’in Başlattığını, ve Arap’ın Tarihî Türk Düşmanlığının Bundan Kaynaklandığını Biliyor musunuz?” Bu Soruya Nasıl Cevap Verirdiniz?
Eğer vereceğiniz cevap: “İslâm’da Türk düşmanlığı diye bir şey yoktur” şeklinde olacak ise, sınıfta kaldınız demektir. Çünkü gerek Kur’ân’da, ve gerek Muhammed’in Kur’ân olmiyarak yerleştirdiği buyruklarda (Hadis’lerde) Türkler, “korkunç”, “tiksinti verici” ve insanlığa felâket getirici bir ırk olarak tanımlanmışlardır. Muhammed’in söylemesine göre Tanrı, güyâ Türklerle savaşmak gerektiğini, ve onlarla öldürüşmedikçe vuruşmadıkça Kıyâmet gününün gelmeyeceğini bildirmiştir. Konu, “Arap Miliyetçiliği ve Türkler” adlı kitabımda, İslâmî kaynaklara dayalı olarak incelenmiştir. Kısaca özeti şöyle:
Biraz yukarda belirttiğim gibi Arap’ları, insanlığın en temiz, en asil kavmi olarak yücelten Muhammed, Arap’tan sonra en değerli toplum olarak Acem’leri seçmiştir. Buna karşılık Türk’leri, “küçük gözlü, basık burunlu, yayvan suratlı, yüzleri kalkan gibi” tiksinti verici ve felâket yaratıcı bir ırk olarak tanıtmış, onlarla öldürüşmedikçe Kıyâmet gününün gelmeyeceğini bildirmiştir. Muhammed’in söylemesine göre Ye’cûc ve Me’cûc, her şeyden önce Arap’lara yönelik bir felâket, bir fitne işâretidir. Şöyle demiştir:
“Yaklaşık bir fitnenin şerrinden vay Arabın hâline! Şu saatte Ye’cûc ve Me’cûc’un seddinden bir menfez açılmıştır”
Yâni Ye’cûc ve Me’cûc denilen kavimlerden gelecek tehlikeyi önlemek üzere kurulan duvar’ın (sed’din) delindiğini söylemiş, ve bunu söylerken baş parmağiyle şahadet parmağını halkalayıp delik açıldığını anlamak istemiş [Buharî’nin Zeyneb Bint-i Cahs’dan rivâyeti olan bu hadîs için bkz. Diyânet yayınları: Sahih-i Buharî Muhtasarı… Cilt 9. sh. 95 Hadîs no. 1372] .
Öte yandan Kur’ân’ın Kehf (âyet 83-101) ve Enbiya (âyet 96) sûre’lerine koyduğu âyet’lerde geçen “Ye’cûc-Me’cûc” deyimini Muhammed, Türk’leri tanımlamak için kullanmıştır. Örneğin Kehf sûresinde şöyle yazılı:
“Dediler ki: Ey Zülkarneyn! Bu memlekette Ye’cûc ve Me’cûc bozgunculuk yapmaktadırlar. Bizimle onlar arasında bir sed yapman için sana vergi verelim mi?…” (Kehf sûresi, âyet 94)
Enbiya sûresinde de şu var:
“Nihâyet Ye’cûc ve Me’cûc (sed’leri) açıldığı ve onlar her tepeden akın ettiği zaman…” (Enbiya Sûresi, âyet 96)
Burada geçen “Zülkarneyn” sözcüğü ile Büyük İskender anlatılmakta; Ye’cûc ve Me’cûc ise Türk’lerdir. Bunun böyle olduğunu sadece Belâzurî ya da Celâleddin es Suyûtî gibi en sağlam kaynaklardan değil, fakat Osmanlı döneminin ünlülerinden Ahmedî’nin “İskendername”sinden, ya da Asım efendi’nin “Okyanus”undan, ya da Ahterî Mustafa efendi’nin “Ahterî Kebîr” inden öğrenmek mümkündür.
Kur’ân’a koyduğu bu âyet’lerden gayri Muhammed, Kur’ân olmayarak koyduğu buyruklarla Türk’leri, en aşağılık, en tiksinti verici ve insanlığa felâket getirici yaratıklar şeklinde tanımlamıştır. Bu tanımlamalardan bir kaç örnek şöyle
“Siz müslümanlar, küçük gözlü, basık burunlu, yüzleri kalkan gibi, derisi üst üste binmiş olan toplumla (Türklerle) öldürüşmedikçe kıyâmet kopmayacaktır!”
“Şu da kıyâmet alâmetlerindendir ki: Kıldan keçe ayakkabı giyen bir toplumla (Türklerle) vuruşup öldürüseceksiniz. Geniş yüzlü, yüzleri kalkan gibi, üstüste binmiş derili toplumla öldürüşmeniz kıyâmet alâmetlerindendir. Siz müslümanlar, küçük gözlü, kızıl yüzlü, basık burunlu, yüzleri kalkan gibi, derisi üst üste binmiş olan Türklerle öldürüşmedikçe kıyâmet kopmaz”
“(Siz müslümanlarla), küçük gözlü toplu, Türk’ler savaşacaktır. Siz onları üç kez önünüze katıp süreceksiniz. (Sonunda) onların tümü kırılacaktır!”
Muhammed’in bu sözlerini, Buharî ‘nin “e’s-Sahih”, “Kitabu’l-Cihad”, ya da Müslim’in “e’s Sahih / Kitabu’l-Fiten”; ya da Ebû Dâvûd’un, “Sünen”, ve “Kitabu’l-Cihâd”, ya da Neşei’ nin “Sünen/Kitabu’l-Cihâd”, ya da Tirmizî, ve İbn Mace gibi temel kaynaklarda bulmak mümkün. Hemen ekleyelim ki Muhammed’in “vahiy” olarak yerleştirdiği bütün İslâmî veriler, yüz yıllar boyunca Arap’ın, tarihî Türk düşmanlığı duygularının malzemesi olmuştur. Bundan dolayıdır ki, İslâm kaynaklarında yer alan Türk’lerle ilgili bölümlerin başlığı genellike “Kıtalu’t-Türk” şeklindedir ki “Türk’lerle öldürüşmek” (Türk’lere karşı savaş) anlamına gelir. Bu tür sözler, yüz yıllar boyunca Arap milletinin mutluluğunu sağlamıştır. Bu nedenledir ki Arap’lar, yüzyıllar boyunca Türk’ü “kana susamış”, “yabani”, “cani ruhlu”, “insanlığa felâket getirici”, “İslâm uygarlığını yok edici”, “fikren yetersiz”, vs… gibi aşağılamalarla tanımlamışlardır. Bu düşmanlık 1400 yıl boyunca sürmüş ve halâ da sürmekte ve her vesileyle kendisini belli etmektedir. Bizim kendi molla’larımız da onlardan aşağı kalmayıp yardımcı olmuşlardır; hem de öylesine ki, Muhammed’in Türk’ü küçültücü tanımlamalariyle âdeta sihirlenmiş olarak içlerinde, Kanunî Süleyman döneminin Divan-ı Humayun katiplerinden Hafız Hamdi Çelebi gibi konuşanlar çıkmıştır. Padişah’a sunduğu bir şiiri’nde Hafız Hamdi Çelebi şöyle der:
“Padişahım! Türk’ü öldür, baban olsa da. O iyilik madeni yüce Peygamber (Muhammed): -‘Türkü öldürünüz, kanı helâldir’- demiştir”
Bizim “ünlü” padişahımız Kanunî Süleyman da, sevgili şairi’nin mısralarını terennüm etmekten geri kalmamıştır.
Daha sonraki dönemlerdeki molla’larımız da onlardan aşağı kalmamışlar, ve örneğin Asım Efendi ya da Ahteri Mustafa efendi gibi şeriâtçılar, hep Muhammed’in Türk’ler hakkında söylediği sözleri kutsal bilip Türk’ü hor görmüşlerdir. Çoğu padişahlarımızın Anadolu Türk’lerine karşı besledikleri düşmanlığın kökeni, kuşkusuz ki Muhammed’in Türk’leri aşağılatıcı sözlerinden kaynaklanmıştır. Biraz önce değindiğimiz gibi, geçen yüzyılın ünlülerinden Ahmedî, ya da Asım Efendi, ya da Ahterî Mustafa efendi gibi “bilgin” diye Türk toplumu tarafından baş tacı edilenler, şeriât’ın Türk’ü aşağılatıcı, hâkir kılıcı hükümlerine sarılmakta kusur etmemişlerdir. Çünkü müslümanlık niteliğini her şeyin üstünde tutmuşlar, Türk’lüklerini unutmuşlar, Arap’laşmışlardır.
Ve işte, eğer siz İslâm şeriâtı’nın Türk’ü hor gören, aşağılatan, insanlığa felâket getirici olarak tanımlayan buyruklarını benimsiyor iseniz, iyi bir müslümansınızdır. Aksi takdirde müslümanlık sınavına girmeğe hakkınız yok demektir.*
Sizleri, İslâmlık konusunda şöyle gelişi güzel bir sınav’dan geçirmek maksadiyle hazırlamış olduğumuz bu küçük kitaptaki soruları, yaşantılarınızın her yönü itibariyle çoğaltmak mümkün fakat sabrınızı taşırmamak için şimdilik, yukardaki örneklerle yetinmek yerinde olacaktır.
İlhan Arsel, Müslümanlık Sınavı
İslâm Şeriâtı’nın Tarihî Türk Düşmanlığı Konusunda Bir Kaç Soru!