Site icon Turkish Forum

İSLAM, DİĞER DÜNYA DİNLERİNDEN ETKİLENMİŞ MİDİR?

Konuya objektif bir şekilde yaklaşan aklı başında bütün İslam Uleması, İslam’ın orijinal bir din olmadığını, Kur’an’ın da kendinden önce gönderilen ancak zaman içinde tahrif edilen diğer kutsal kitapları tamir etmek için gönderildiğini söyler. Bunu sadece İslam uleması değil, bizzat dinin sahibi Allah ve bu dinin tebliğcisi Hz. Muhammed de söyler. - Al Buraf Hafifa

Konuya objektif bir şekilde yaklaşan aklı başında bütün İslam Uleması, İslam’ın orijinal bir din olmadığını, Kur’an’ın da kendinden önce gönderilen ancak zaman içinde tahrif edilen diğer kutsal kitapları tamir etmek için gönderildiğini söyler. Bunu sadece İslam uleması değil, bizzat dinin sahibi Allah ve bu dinin tebliğcisi Hz. Muhammed de söyler.

Âl-i İmrân Suresi’nin 3-4 Ayetinde şöyle denilmektedir: “O sana kitabı, gerçeğin ta kendisi ve öncekileri doğrulayıcı olarak indirmiştir; daha önce insanlara doğru yolu göstermek üzere Tevrat ve İncil’i indirmişti; Furkanı da indirdi…”

Maide Suresi’nin 46. Ayetinde ise şöyle buyrulmaktadır: “Ardından o peygamberlerin yolu üzere, kendinden önce gelmiş olan Tevrat’ı tasdik edici olarak Meryem oğlu Îsâ’yı gönderdik. Ona da içinde hidayet ve nur bulunan, kendinden önce gelmiş olan Tevrat’ı tasdik edici, takvâ sahipleri için bir yol gösterici ve bir öğüt olarak İncil’i verdik.” 

Kur’an’da, Tevrat, İncil ve Zebur gibi kapsamlı kitapların yanı sıra, diğer birçok peygambere indirilen sahifelerden, tabiri caizse az sayfalı küçük broşürlerden de bahsedilmektedir.(1)

Allah’ın dini tek olduğuna göre ve Allah, bizim devlet yöneticileri gibi sık sık fikir ve buna bağlı olarak Anayasa değiştirmeyeceğine göre, demek oluyor ki; göndermiş olduğu eski kitaplar tahrif edildiği, unutulduğu ya da bir şekilde yok edildiği için yeni kitaplar gönderme durumunda kalmış olmalıdır. Ya da değişen şartlara göre ve insanların kalabalıklaşmasından dolayı artan sorunlara çözüm olmak üzere yeni hükümler ihdas etmiş olmalıdır!

Hz. Muhammed ise bir hadisinde der ki; “Ben, ancak güzel ahlâkı tamamlamak için gönderildim.”(2) Bu hadisten anlaşılıyor ki; Tanrı, İslam’dan önce de güzel ahlaka dair ilahi hükümler gönderdi ve İslam Peygamberi, o güzel ahlakın eksik kalan yanlarını tamamlamak ya da bozulan taraflarını düzeltmek için gönderildi.

Bir başka hadisinde ise Medineli Yahudilerle oruç hakkında konuşurken Biz Musa’ya sizden daha lâyık ve yakınız.” demiştir(3) Hz. Musa’ya layık ve yakın olduğunu söyleyen bir Peygamberin, onun dininin güzel yanlarından istifade ederek Müslümanlara tavsiyelerde bulunduğu aklın gereğidir. Öte yandan dinin sahibi olan Tanrı’nın, önceki semavi dinlerin kitaplarının orijinalinde olan vahye dayalı bazı hükümleri, Kur’an’da da tekrarladığı muhakkaktır. Bu durumda, İslam’ın kendisinden önceki ilahi dinlerden şu ya da bu şekilde etkilendiği sonucuna varılır.

Ulema “Tefsirde İsrailiyât” diye başlı başına kitaplar yazmış, hadisleri sıhhat derecesine göre, Mütevatir Hadis, Hasen Hadis, Zayıf Hadis, Münker Hadis, Mevzu Hadis, Uydurma Hadis diye gruplara ayırmışlardır. Sadece bu çalışmalar bile, İslam Dini’nin diğer dünya dinlerinden etkilendiğine ve dinin içine dinden olmayan bazı konuların sokulduğuna işaret etmektedir.  

Geçtiğimiz 6 Şubat günü, kimilerine göre Miraç Kandili’ydi(4) ve o gün Miraç hakkında yazdığımız yazıda, benzer bir hikâyenin Zerdüştlük’te de bulunduğunu aktarmıştık. Zerdüştlük için, “M.Ö. 6. yüzyılda ortaya çıktığı söylenen Zerdüşt tarafından, o zamanlar İran’daki çoklu tanrıcılığa karşı çıkarak tek tanrıcılık inancını ön plana çıkarmıştır. Bu dine inananlar, öldükten sonra dirilip Ahura Mazda’nın huzuruna çıkılacağı ve orada sorgulanacağına inanırlar.”(5) denildiğine göre; eğer dinler arasında bir etkileşim varsa bu etkilenme, sonraki dinin öncekinden etkilenmesi şeklinde olur. Mantık bunu gerektirir çünkü. Elbette önceki dinlere ait olmak üzere sonradan oluşturulan külliyatlarda, sonraki dinlerden alıntılar yapıldığı da bir yere kadar kabul edilebilir.

Miraç hakkında bilgi verirken dedik ki: “Özellikle Mecusiliğe ait bazı efsaneler Miraç hadisesine çok benzemektedir. Hicretten 400 yıl önce yazılan ‘Arta Viraf Namak’ adlı Farsça bir kitapta Arta Viraf’ın göğe yükselişi anlatılmaktadır. Arta Viraf’ın Saroş adlı bir meleğin eşliğinde yaptığı gökyüzü yolculuğu Tanrı’nın huzuruna varıncaya kadar çeşitli katmanlara uğrayarak sürer. Burada Arta Viraf Tanrı ile sohbet eder. Bazı öğütler alarak geri döner. Arapçalaştırılan ve İslam’ın kavramlarına uyarlanan kısımları dikkate almazsak Miraç hadisesi ile Arta Viraf’ın gökyüzüne çıkışı hemen hemen aynıdır. Mecusilikten İslam’a geçen bazı yeni Müslümanlar veya onlardan bu tür mitolojileri öğrenmiş olan bazı Müslümanlar Ehl-i Kitab’a karşı Muhammed Peygamber’in üstünlüğünü ortaya koyabilmek için Zerdüşt dinindeki bu mitolojiyi Miraç’a dönüştürmüş olmalılar.”(6) diyenler de vardır.

“Arda Viraf” kitabı hakkında bir miktar daha bilgi vermek gerekirse; “Arda Viraf Kitabı (Orta Farsça: Ardā Wīrāz nāmag, ‘Arda Viraf’ olarak da adlandırılır) Orta Farsça ile yazılmış bir Zerdüşt metnidir. Yaklaşık 8.800 kelime içerir. Dindar bir Zerdüşti’nin (hikayenin Viraf’ı) Ahiret alemine yaptığı rüya yolculuğunu anlatır. Metin, bir dizi redaksiyondan sonra 9.-10. yüzyıllarda kesin şeklini almıştır.”(7)

“M.S 3. yüzyılda yaşadığı düşünülen Ardâvîrâf’ın bu eseri Pehlevi dilinde günümüze dek ulaşmayı başarmıştır. Kitabın sunuş kısmında her ne kadar fizik ötesi dünyaya yapılan yolculukların en eskisi olarak verilmiş olsa da daha eski örneklerin olduğunu kabul etmek gerekir.Ruhlar âlemine yapılan yolculukların bilinen en eskisine Sümerlilerin ünlü Gılgamış metninde rastlanmaktadır. Sümer’in mitik kahramanı Gılgamış, toprağın çürüteceği bedenini ölümsüz kılmak için ‘Dilmun ülkesine’ (cennete) yolculuğa çıkar, ölümsüzlüğün yolunu, Sümerlilerin Nuh’u Utnapiştim’den (Ziusudra) öğrenmeye çalışır. Gılgamış metnindeki en çarpıcı mevzu ise 12. tabletteki ‘öteki’ dünyaya yolculuktur. Bu tablet ‘öteki’ dünyaya yapılan yolculukların ve bu konuda oluşmuş yazılı geleneğin en eski örneğini oluşturur.”(-8-) 

Bu bilgiler de gösteriyor ki; bütün dinler şu ya da bu şekilde, az veya çok birbirinden etkilenmiş durumdalar. Hatta vahiy dışındaki anlatılar, yani ilahi vahye dayalı kutsal metinler dışındaki rivayetler ve anlatılar tam anlamıyla birbirinden intihal özelliği taşımaktadır. Bunun en büyük sebebi, yeni dine giren eski din mensuplarının, eski dinlerine ait bazı anlatıları, yeni dine taşımaları, eski anlatıları, yeni dinin karakterine uygun olarak yeniden şekillendirmeleridir. İslam dinine sokulan ve genel ad olarak İsrailiyat denilen bilgiler de aynı yolla olmuştur.

Hadis araştırmacıları, Yahudi iken Müslüman olan ve hadis rivayet eden Vehb b. Münebbih, Ka’bel Ahbar ve Abdullah b. Selam gibi kişilerin, Yahudiliğe ait bazı kabulleri, hadis adı altında  İslam’a taşıdıklarını ve hadis uydurma geleneğinin, bu vasıftaki kişilerle başladığını söylerler.

İslam’dan önceki hayatı hakkında fazla bilgi bulunmayan ve ne ilginçtir ki; 628 yılında Müslüman olmakla ve Hz. Muhammed ile sadece 4 yıl kadar kısa bir süre geçirmekle birlikte en çok hadis rivayet eden kişi olan Ebu Hüreyre’nin de İslam’a aynı zararı verdiği söylenir birçok kaynakta. Ebu Hüreyre’nin, yalancılıkla ve hadis uydurmakla itham edildiği, birçok eserde dile getirilmiştir. Hatta Halife Ömer’in ve Peygamber’in eşi Aişe’nin Ebu Hüreyre’nin hadis rivayet etmesine karşı çıktıkları ve Ömer’in Ebu Hüreyre’yi, geldiği yere, yani memleketi Yemen’e sürmekle tehdit ettiği bile söylenir.(9)

Ebu Hüreyre’nin rivayet ettiği hadislerin sahihlik derecesini tespit etmek bizim boyumuzu aşar. Ancak onun rivayeti olan bazı hadisler vardır ki; gerçekten de onun yalancı olabileceğini ve bu ifadelerin Peygamber gibi yüce bir şahsiyete ait olamayacağını düşündürtmektedir. Mesela onun rivayet ettiği bir hadise göre Peygamber şöyle demiştir: “Bir kimse karısını yatağına davet edip de (mâzereti olmadığı halde) gelmez ve kocası da ona dargın olarak gecelerse, sabah oluncaya kadar melekler o kadına lânet ederler.” Ebu Hüreyre rivayeti olan bir başka hadise göre de Peygamber şöyle demiştir: “Bir kimsenin bir kimseye secde etmesini emredecek olsaydım, herhalde kadının kocasına secde etmesini emrederdim.”

Şahsen ben, Peygamber asla böyle sözler söylememiştir diye düşünüyorum. Zira kadına şahsiyet kazandırmakla uğraşan ve bu konuda adeta bir devrim yaratan bir kişinin, kadını bu kadar aşağı görmesi olası değildir. Hatta Ebu Hüreyre rivayeti olan bir hadise göre de Peygamber, kadının erkeğin eğe kemiğinden yaratıldığını söylemiştir!

Oysa Kur’an’da böyle bir bilgi yoktur. Kur’ân’da eşlerin birbirinin türünden veya cinsinden yaratıldığına ilişkin âyetler olmakla birlikte (Nahl 16/72, Rûm 30/21, Şûrâ 42/11), kadının erkeğin eğe (kaburga) kemiğinden yaratıldığına dair herhangi bir bilgi bulunmamaktadır. Bu bilgi tamamen tahrif edilmiş Tevrat kaynaklı bir bilgidir. Bir kısım yazar çizer takımı Nisâ Suresi’nin ilk ayetinde geçen “Ey insanlar! Sizi bir tek nefisten yaratan ve ondan da eşini yaratan, ikisinden birçok erkek ve kadın üretip yayan rabbinize itaatsizlikten sakının…” ibaresinden hareketle, Havva’nın Adem’den, dolayısıyla kadının erkekten yaratıldığını söyleyerek, kadını ikinci plana atma arayışındadırlar. Kaburga kemiği, eğe kemiği safsataları da zaten bu ayetten hareketle dile getirilmektedir.

Oysa DİB Yayını olan Kur’an Yolu Tefsiri’nde Nisa Suresi’nin 1. Ayeti tefsir edilirken “İnsanlardan her birinin babası ve anası bulunduğuna, her birey üreme kanunları çerçevesinde meydana geldiğine göre burada ‘nefisten, ondan yaratan’ sözünü ‘onun bir parçasından’ (meselâ kaburgasından) şeklinde değil, ‘onun özünden, ona benzer (misli) olan asıldan ve kökten (buradaki ifadeye göre nefisten) yaratan’ şeklinde anlamak gerekir.”(10) denilerek, kadının erkeğin kaburga kemiğinden yaratıldığı safsatası reddedilmektedir.

İslam’daki Miraç anlatılarıyla, Zerdüştlük’teki Miraç anlatıları hemen hemen birbirinin aynıdır. Zerdüştlük’teki Miraç anlatısında Arta Viraf, Saroş adlı bir meleğin eşliğinde gökyüzüne çıkıyor ve orada Tanrı (Ahura Mazda) ile görüşüyor, gökyüzünde çeşitli katmanlara uğruyor vs.  

İslam’daki Miraç anlatılarında da Hz. Muhammed, Cebrail isimli meleğin rehberliğinde göğe yükseliyor, yolculuk esnasında çeşitli katmanlara uğruyor ve oralarda bazı peygamberlerle görüşüyor, sonra Tanrı’nın huzuruna varıyor, Tanrı’dan namaz ibadeti gibi çeşitli öğütleri alıyor ve yeryüzüne döndüğünde onları insanlara aktarıyor.

Peki, İslam’daki Miraç anlatısı, tamamıyla Zerdüştlük’teki Miraç anlatısından mı aktarılmıştır? Ya da tam tersine bir etkileşim söz konusu olamaz mı? Yani olay İslam’daki anlatının, Zerdüştlüğe aktarılması şeklinde cereyan etmiş olamaz mı?

Yukarıda “Arda Viraf metni, bir dizi redaksiyondan sonra 9.-10. yüzyıllarda kesin şeklini almıştır” şeklinde verilen bilgiyi dikkate alırsak, Arda Viraf metninin de az veya çok İslam’daki Miraç anlatısından etkilendiği düşünülebilir ama bu etkinin sınırlı olduğunu ve anlatının esasını değiştirmediğini kabul etmemiz gerekiyor.

Bozok Ü. Öğretim Üyesi Necmiye Özbek Arslan konuyla ilgili olarak yaptığı bilimsel çalışmada “Sasaniler döneminde ortaya çıkan Ardavirâfnâme rüya âleminde cennet, cehennem ve berzah âlemlerine yapılmış yolculukta görülenleri içeren tek Pehlevice kaynaktır(Yıldırım, 2017: 59 ). Orijinal ismi Mirâcnâme-i Ardavirâf olan eser İslâm dininin etkisi altında yazılmış Hz. Muhammed’in miraç hadisesiyle pek çok benzerlik barındırmaktadır. Nejad Kiyâyi’ye göre İslami metinlerde yer alan ve bu düşünce içerisine yerleşmiş olan ‘Sırat kıldan ince, kılıçtan keskindir’ sözünün temeli Ardavirâfnâme’ye dayanmaktadır (Kiyâyi, 1957: 163).”(11) diyerek, iki inanç arasındaki bu karşılıklı etkileşime işaret etmektedir.

Bu arada Miraç hadisesinin Kur’an’da açıkça geçmediğini, ancak bazı Kur’an ayetlerinin (Bkz. İsra/1; Necm/1-18) yorumlanması ve insanların anlatılarıyla hikâyenin oluşturulduğunu da belirtmekte fayda var. Oysa İsrâ Suresi’nin 1. Ayeti, sadece gece yürüyüşünden bahseder, Necm Suresi’nin 1-18. ayetlerinde anlatılan hadisenin ise Peygamberle-Cebrail arasında mı, yoksa Peygamberle-Tanrı arasında mı geçtiği konusu oldukça muğlaktır. Tefsir Profesörü Mehmet Okuyan gibi bazı günümüz ilahiyatçıları, bu hadisenin Peygamber ile Cebrail arasında geçtiğini söylerler(12) Bir başka günümüz müfessiri Prof. Dr. Bayraklı ise İsrai Sures’nin 1. ayetinde geçen olayın İsra/gece yürüyüşü olduğunu Miraç hadisesinin Kur’an’da bulunmadığını, Miraç çerçevesinde anlatılanları uydurma ve İsrailiyat olduğunu söylemektedir(13) Bir başka günümüz İslam Alimi Prof. Dr. Yaşar Nuri Öztürk’ün konuya ilişkin görüşü de bu iki isme yakındır.(14)       

Yeryüzünde görünmelerinin geçmişi, neredeyse günümüzden 6 bin yıl öncesine giden Altay Türklerinin “Yaratılış Destanı” nı okurken, insan sanki günümüzden 1400 sene önce zuhur etmiş İslam’ın yaratılış konusunda vermiş olduğu bilgileri okuyormuş gibi oluyor. Hadise hemen hemen aynı, sadece isimler değişmektedir! Yaratılış Destanı’nı okurken de insanın aklına aynı sorular geliyor; acaba Yaratılış Destanı’nın içinde, destanın ilk oluştuğu devirlerden sonra geçen binlerce yıl içinde, nazil olan ilahi dinlerdeki Yaratılış Hikâyelerinden yansımalar var mıdır?

Hele hele Yaratılış Destanı’nın ilk defa, 1837-1918 yılları arasında yaşamış Alman asıllı Rus Türkolog Vasili Vasilyeviç Radlof (gerçek adı Friedrich Wilhelm Radloff) tarafından 19. Yüzyılda derlenip yazıya geçirildiği dikkate alınırsa (15), bu soru çok daha kuvvetli bir şekilde oluşuyor akıllarda.

Zerdüştlük ile İslamiyet arasındaki benzerliklerden birisi de 5 vakit Namaz olmalıdır. Zira tıpkı İslam’da olduğu gibi Zerdüştlük’te de 5 vakit namaz vardır. Bilindiği gibi “Peygamber” kelimesi gibi “Namaz” kelimesi de Farsça’dan dilimize geçmiştir. Üstelik de Zerdüştlüğün egemen olduğu dönemeden, yani Orta Farsça döneminden bize miras kalmıştır.(16) Orta Farsça dönemi, “Orta Farsça veya Pehlevî dili, Sasani İmparatorluğu‘nun edebî dili olmuş bir Batı İran dilidir. Dil, Sasanilerin yıkılmasının ardından bir süre daha prestij dili olmayı sürdürmüştür. Orta Farsça Ahameniş İmparatorluğu‘nda kullanılmış Eski Farsçadan evrilmiş olup modern İranAfganistan ve Tacikistan’da kullanılan Farsça dilinin atası olmaktadır.”(17) Sasaniler, M.S.224-651 yılları arasında hüküm sürmüş bir devlettir.

“Sabah namazının Zerdüştlükte özel bir yeri olduğundan ve sabah namazına da insanları horoz kaldırdığından bu hayvan kutsal kabul olunur. Zerdüştîlerde asıl kıble güneştir. Güneş olmadığı zaman da daha önce görmüş olduğumuz gibi ateşe yönelinir. Önceleri ibadet açıkta yapılırken daha sonra ateşgede yapma usulü yerleşmiştir. İbadetin ferdi ya da toplu halde yapılması mümkündür. Toplu haldeki ibadetleri mubitler yönetir. Zerdüşt rahipleri üç sınıftır: Bunlar sırasıyla Herbit, Mubit ve Destur Mubit adını alırlar.”(18)

“Zerdüştînin, namaz kılarken kıblesi ateştir. Günde beş vakit namaz, bu kıbleye yönelerek kılınır. Ancak ateşe tapma, her şeye rağmen bahis konusu değildir. Temizleyici bir unsur olarak kabul edildiğinden Yasnalarda ateşin faydalarından bahsolunmakta ve ateş övülmektedir.”(19)

İşin enteresan olanı, Zerdüştlükteki namaz vakitleri de İslam dinindekilere benzemektedir. “Havaan: Sabah; Rapithwan: Öğlen; Uziren: Öğleden Sonra/İkindi; Aiwisuthrem: Akşam; Ushaen: Gece.  İran’da bir Zerdüşt rahibinin bize anlatımına ve uygulamasını gösterdiğine göre namaz sabah öğlen ve akşam vakitlerinde kılınmaktadır.”(20)

Anlaşılacağı üzere; Zerdüşlerin/Mecusilerin namaz kılarken, Güneş’e, güneşin olmadığı yer ve zamanda ateşe yönelmeleri, güneşe ya da ateşe tapınma anlamına gelmemektedir. Tıpkı Müslümanların, namaz kılarken Kâbe’ye yönelmekle Kâbe’ye tapınmadıkları gibi.

Neticede Kâbe, Kur’an’ın tabiriyle, dünyada mabet olarak yapılan ilk yapı(21) olmasının dışında, kullanılan malzeme olarak sair yapılardan hiçbir farkı yoktur.  İlk defa olmak üzere; Hz. İbrahim tarafından, bir başka kabule göre ilk insan ve ilk peygamber Hz. Adem tarafından inşa edilmiştir.

Dinler tarihi ve İslam Tarihi uzmanlarına göre; bugün Kâbe’nin bulunduğu mevki, İbrahim’in Kâbe’yi inşa ettiği zamanlarda “Batha Vadisi” adını taşıyan, mabetler, tapınaklar ve sunaklar bölgesiymiş. Mekke ta o dönemlerde bir ticaret ve panayır merkezi olduğu için, şehrin o bölgesi Mekkelilerin ve oraya gelen yabancıların ibadet için yol uğrattıkları bir tapınaklar, mabetler ve sunaklar mevki imiş. Hz. İbrahim’in peygamberlikten önceki hayatında ticaretle meşgul olduğu, hatta canlı hayvan sürüleri olan bir tüccar olduğunu belirtir bazı kaynaklar. Kâbe’yi inşa etmesinden dolayı, mimar ve inşaat ustası olduğunu söyleyen kaynaklar da vardır.

Ancak, İbrahim hakkında verilen  “Uzun zaman önce Avram(İbrahim) babası Terah ile birlikte Ur şehrinde yaşar, babasına işlerinde yardım ederdi. Terah tüccardı; bakır, altın, gösterişli ve pahalı kumaşlar, tarçın ve tuz alıp satardı. Ur şehrinde ticaret yaparak zengin olmuştu. Terah mutlu olmalıydı. Ur bir tüccar için mükemmel bir şehirdi… Avram, Terah’ın kazandığı paralarla aldığı koyun, keçi ve ineklerin bakımını üstlendi. Ailenin durumu gayet iyiydi. Ancak Terah yaşlı olduğundan, Harran’a geldikten birkaç yıl sonra öldü. Bundan sonra Avram ailenin ba­ şına geçti. Terah’ın cenazesi kaldırıldıktan sonraki gece Avram karanlıkta yürüyüşe çıktı. Sürülerinin etrafındaki çitlere kollarını dayayıp, koyun ve keçilerinin seslerini dinledi. Hayvancılığa mı devam etmesi, yoksa babası gibi tüccar mı olması gerektiğine karar veremiyordu….”(22) şeklinde verilen bilgiler, onun babası Terah’ın (İslami kaynaklarda Azer olarak geçer) mesleğini devam ettiren bir tüccar olduğu düşüncesini bir hayli güçlendirmektedir.

Anlaşılan, İbrahim, peygamber olduktan sonra da ticarete devam etti ve bu arada zaman zaman ticaret merkezi Mekke’ye de yol uğrattı. Bu seyahatlerinden birisinde de kendi tevhit dini olan Hanifliğin ibadet yeri olarak Kâbe’nin ilk halini inşa etti veya Kâbe’yi yeniden inşa etti.

Çünkü Kur’an-ı Kerim’de geçen “İbrahim ve İsmail, Kâbenin temellerini yükseltiyordu:-Rabbimiz! Yaptığımızı kabul buyur. Şüphesiz ki, Sen hem işitir hem bilirsin-“(23) mealindeki ayet, hem Kâbe’nin ilk kez İbrahim ve oğlu İsmail tarafından inşa edildiği, hem de zaten var olan temel üzerine Kâbe’yi yeniden inşa ettikleri gibi bir çağrışım yapmaktadır. Kur’an, ilk mabedin Kâbe olduğunu belirtmekle ve ilk insan olan Adem’in aynı zamanda ilk Peygamber olmakla, Kâbe’nin ilk peygamber tarafından yapılması, İbrahim’in yaptığının ise eski temel üzerine yeniden yapması akla uygundur.(24)

Çünkü Kâbe, tarihte çeşitli sebeplerle birçok kere yıkılmış ve yeniden yapılmıştır. Bugünkü yapısı ise Kureyş Müşrikleri zamanında yapılan yapının temelleri üzerinde durmaktadır ki; Kureyşliler nedense Kâbe’yi biraz küçültmüşlerdir. Kâbe’nin bir kenarında bulunan açık hilal şeklindeki duvar, aslında Kâbe’nin ana yapısına dahildir.(25) Öyle olduğu için de haccın Tavaf denilen ve Kâbe’nin etrafından dönülerek icra edilen ritüeli, bu duvarın dışından dolanarak yapılmaktadır…

08.02.2024

___________

1- Suhuf hakkında ayrıntılı bilgi için bkz. https://islamansiklopedisi.org.tr/suhuf

2- bkz. İmam Malik b. Enes, Muvatta, Husnü’l Halk, 8; Ahmet b. Hanbel, Müsned, 2/381

3- Müslim, Sıyâm, 128; B2004 Buhârî, Savm, 69

4- “Kimilerine göre” ifadesini özellikle kullandık. Çünkü kandil kutlamaları Kur’an ve hadis kaynaklı değildir. Sonraki zamanlarda ihdas edilmiştir. Kur’an’da “Kadir Gecesi” dışında herhangi bir kutsal geceden bahsedilmez, Kadir Gecesi’nin kutsallığı ise Kur’an’ın o gecede indirilmeye başlaması sebebiyledir. Kadir gecesinin de hangi gece olduğu belli değildir. Kandil kutlamaları, Osmanlı döneminde 2. Selim (Sarı Selim) tarafından gösterişli törenlerle kutlanmaya başlamıştır. İşin ilginç yanı, Kandil Kutlamalarını devlet etkinliği haline getiren Sarı Selim’in, ayyaş derecesinde içki düşkünü olduğudur. Oysa Allah içkiyi kesin emirle yasaklamıştır.

5- https://www.sozcu.com.tr/zerdust-kimdir-zerdustluk-nedir… Karşılaştırma için bkz. Halil Genç, Zerdüştler isimli kitabın tanıtım yazısı, https://www.amazon.com.tr/Zerd%C3%BC%C5…/dp/6257961491

6- https://www.hayatinsirri.net/mirac-ve-zerdustluk.html#S1 Karşılaştırma için bkz. Necmiye Özgür Arslan, “Ardavirafnâme ve Miraçnâmelerde Yükseliş Mitinin İncelenmesi” başlıklı bilimsel makalesi, https://dergipark.org.tr/en/download/article-file/901087

7- https://tr.wikipedia.org/wiki/Arda_Viraf_Kitab%C4%B1

8- İsmail Gezgin, “Cehenneme Yolculuk: Dante’nin ‘İlahi Komedya’sı ve ‘Ardâvîrâfnâme’” başlıklı makalesi, https://www.edebiyathaber.net/cehenneme-yolculuk-dantenin-ilahi-komedyasi-ve-ardavirafname-ismail-gezgin/

9- Mesela bkz. https://islamansiklopedisi.org.tr/ebu-hureyre Karşılaştırma ve ilave bilgi için için bkz. https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/2985920 & https://nasibiler.wordpress.com/2013/11/03/islam-dusmani-yalanci-ebu-hureyre-ed-devsi/

10- https://kuran.diyanet.gov.tr/tefsir/Nis%C3%A2-suresi/494/1-ayet-tefsiri

11- bkz. Necmiye Özgür Arslan, “Ardavirafnâme ve Miraçnâmelerde Yükseliş Mitinin İncelenmesi” başlıklı bilimsel makalesi, https://dergipark.org.tr/en/download/article-file/901087 Karşılaştırma için bkz. https://www.hayatinsirri.net/mirac-ve-zerdustluk.html#S1

12- https://www.youtube.com/watch?v=E-ISkE8irCk

13- https://www.youtube.com/watch?v=CS8EfnkoJdY

14- https://www.youtube.com/watch?v=1Ocp_Wnrq_E

15-https://tr.wikipedia.org/wiki/Vasili_Radlov & https://tr.wikipedia.org/wiki/Yarat%C4%B1l%C4%B1%C5%9F_Destan%C4%B1_(Altay) & https://www.turkedebiyati.org/yaratilis-destani/

16- https://www.etimolojiturkce.com/kelime/namaz  & https://www.etimolojiturkce.com/kelime/peygamber

17- https://tr.wikipedia.org/wiki/Orta_Fars%C3%A7a

18- Prof. Dr. Taplamacıoğlu, M; Karşılaştırmalı Dinler Tarihi, Basım: Ankara 1966, sh. 120’den naklen Cahit Can “Zerdüştlük, Zerdüşt ve Hukuk (Avesta) başlıklı makalesi, https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/632329

19- Aynı kaynak.

20- Ali Can Polat, “Seccade” başlıklı yazısı, https://kavrammutfagi.com/makale/seccade

21- Âl-i İmrân/96.

22-http://www.tarihbilimleri.com/tanrinin-ibrahimle-konusmasi.html

23- Bakara/127.

24- Konuya ilişkin ayrıntılı bilgi için bkz. https://islamansiklopedisi.org.tr/kabe

25-Aynı kaynak.

Exit mobile version