Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşundan hemen sonra millî, demokratik ve laik bir eğitim programı çizilerek öğretim birliğinin sağlanması; Üniversite Reformu; Arap harflerinin yerine yeni Türk harflerinin kabulü; dilimizin yabancı sözcüklerden temizlenerek öz benliğine kavuşturulması; tarihimizin yanlış görüşlerden kurtarılarak doğru temeller üzerine oturtulması; Türk milletinin, dünya uygarlık tarihi içindeki yerinin bütün açıklığı ile belirtilmesi; güzel sanatlarda gelişmeler Türk Devrimi’nin kültür alanında gerçekleştirdiği başlıca devrimlerdir.
Öğretim Birliğinin Sağlanması: Yeni Türk Devleti’nin kurulmasından sonra millî, demokratik ve laik bir eğitim programı çizilmesi gerekiyordu. Bu gereksinimi karşılamak üzere 3 Mart 1924 tarihinde “Tevhid-i Tedrisat Kanunu” (Öğretim Birliği Yasası) çıkarıldı. Yasa’nın gerekçesinde bu hususu belirtmek “Bir milletin bireyleri ancak bir eğitim görebilir. İki türlü eğitim, bir memlekette iki türlü insan yetiştirir. Bu ise duygu, fikir ve dayanışma birliği amaçlarıyla bağdaşmaz” deniliyordu. On sekizinci yüzyıl ortalarından başlayarak medreseler, Batı’daki kapalı, sadece teokratik öğretim yapan kurumlar hâline gelmişti, zaman zaman bu kurumları düzeltme amacıyla bazı girişimler olmuşsa da yeteri kadar olumlu bir sonuç alınamamıştır. Hâlbuki son yüzyıllarda pozitif bilimlerde olmuştu. Bu dönemde bir yandan Harbiye, Mülkiye, Tıbbiye, kurulurken, öbür yandan medreseler de varlıklarını korumuşlardı. Bu ikilik Öğretim Birliği Yasası’nın kabul tarihi olan 3 Mart 1924 tarihine kadar sürdü. Bu yasa ile öğretimde birlik esas alınarak Türkiye’deki bütün öğretim kurumları Millî Eğitim Bakanlığına bağlandı; medreseler kapatıldı, yerlerini çağdaş, millî ve laik eğitim yapan cumhuriyet okulları aldı.
Amaç, öğrenim çağındaki Türk çocuklarına aynı eğitimi uygulamak; onları özgür düşünceli, çağdaş vatandaşlar olarak yetiştirmekti. Türkiye’deki yabancı okullar da; devlet denetimi altına alınarak bunların millî kültürü zedeleyici, millî duyguları gevşetici eğitim yapmalarına imkân verilmedi. İlköğretimin ise Türk okullarında yapılması yasa hükmü hâline getirildi. İlk ve ortaöğretimdeki bu yeniliklerin yanı sıra yükseköğretimde de büyük atılımlar oldu. 1933 yılında gerçekleştirilen Üniversite Reformu ile millî ve çağdaş Türk üniversitesinin temelleri atıldı. Bu suretle üniversiteye yeni bir düşünce biçimi, dinamik bir yapı kazandırıldı.
Yeni Türk Harflerinin Kabulü: Türk dili, kendine özgü bir alfabe yazı ile ifade edilmesi gerekirken yüzyıllar boyunca Arap alfabesi ile yazılmıştı; hâlbuki bu alfabe, Türk dilinin zenginliğini, genişliğini ifadeden uzaktı. Bu ihmal sebebiyledir ki Türkçe, kendi kuralları ile yazılan ve söylenen bir dil olmaktan çıkmış; Arap ve Fars dil kurallarının etkisi altına girmişti. İşte yeni Türk harflerinin kabulü, yazıda da millî benliğimize dönüş bakımından büyük bir devrim oldu.
Dil Devrimi: Atatürk Türk diline büyük önem veriyordu; Çünkü dil, millî kültürün ifade aracı, millî birliğin en sağlam dayanağı idi. Osmanlı İmparatorluğu döneminde Türk dili saray çevresinin ve onlara yakın aydınların çokça kullandıkları Arap ve Fars kelimeleriyle nerdeyse benliğini kaybederek karmaşık bir dil hâline gelmişti. Bu dile tekrar öz benliğini kazandırmak, onu yabancı dillerin boyunduruğundan kurtarmak gerekiyordu. Bu amaçla Türk Dil Kurumu kurularak bilimsel çalışmalar yapıldı. Yeni Türk harflerinin kabulü ve dil devrimi, okuma yazma oranının zamanda yükselmesinde büyük rol oynadı. Yine bu devrimler, sebebiyle millî kültürümüze dönüş ve bu kültürün gelişmesi açısından da büyük atılımlar oldu.
Millî Tarih Anlayışı ve Türk Tarih Tezi: Atatürk’ten önce Türk tarihi, ya bir hanedanın tarihi olarak ele almıyor, Osmanlı Devleti’nin kuruluşu ile başlatılıyordu ya da İslâm tarihi içinde eritiliyor, Türklerin bu tarih içinde oynadıkları rol de ümmet anlayışı nedeniyle yeterince belirtilmiyordu. Türklerin Osmanlılardan, hele İslâmlığı kabulden önceki tarihleri, bu dönemdeki zengin kültür ve edebiyatları göz ardı ediliyordu. Oysaki Türk tarihini doğru temelleri üzerine kurmak, onun Orta Asya’dan başlayan gerçek seyir ve gelişim yollarını incelemek, bu yol üzerinde Türklerin dünya tarihindeki rollerini, uygarlık zincirindeki yerlerini belirtmek gerekiyordu. Bu bilimsel işi başarmak şerefi de Türk Devrimi’ne düştü. Bu amaçla Türk Tarih Kurumu kurularak Türk tarihi üzerinde geniş araştırmalar yapıldı. Türk tarih tezi, alışılagelen ümmet tarihi yerine, Türk’ü esas unsur kabul eden millet tarihi üzerine oturtulmuştu. 1930 yılından itibaren geliştirilen bu tez, o yıllar Türkiye’sinde önemli bilimsel çalışmalara yol açtı. 1932 ve 1937 yıllarında toplanan Birinci ve İkinci Türk Tarih Kongreleri’nde yabancı bilim adamlarının da katılımıyla büyük ölçüde tartışmalar yapılarak gerçekler ortaya konmaya çalışıldı. Türk tarih tezine göre Anadolu’nun tarih öncesi ilk halkının kökleri Orta Asya’da idi. Bugünkü Türk milleti, tarih öncesi dönemlerde Orta Asya’da büyük bir uygarlık yarattıktan sonra, coğrafî zorunlulukların doğurduğu göçler sebebiyle Mezopotamya’ya, Anadolu’ya, Mısır’a ve Avrupa’ya yayılmış, buralarda yeni uygarlık aşamalarına sahne olmuştu. Bu bakımdan Türklerin anayurdu olan Orta Asya, insanlık tarihinde bir uygarlık beşiği olma özelliğini taşıyordu; çünkü kendisinden sonraki uygarlıklarda, az veya çok onun izlerini görmemek, onun etkilerini sezmemek mümkün değildi. Güzel Sanatlarda Gelişmeler: Cumhuriyet döneminde güzel sanatlara da büyük önem verildi. Atatürk’e göre: “Güzel sanatlarda başarı, bütün devrimlerin başarıldığının en kesin kanıtı idi.” Bu görüşledir ki başta musiki, resim, heykeltıraşlık ve mimari olmak üzere her çeşit sanat dalında çağdaş anlamda büyük ilerlemeler oldu. Ankara’da Devlet Konservatuarı açılarak müzik, tiyatro, opera ve bale dallarında öğretime başladı.
UTKAN KOCATÜRK – ATATÜRK ANSİKLOPESDİSİ/ TURKISHFORUM- ABDULLAH TÜRER YENER
Yazıları posta kutunda oku