1700’lü yılların başlarında Suudiler, Arabistan’ın doğusundaki Riyad kasabasının yakınlarında, 25-30 hanelik Dir’iyye köyünde yaşamakta olan küçük bir aşirettiler.
Kendini 13’ncü yüzyılda yaşamış olan Harranlı İbn-i Teymiyye’nin takipçisi olarak takdim eden ve Ehl-i Sünnet’e aykırı fikirlere sahip Muhammed bin Abdulvehhab adında bir zat, fikirlerini yaymak için 1744’te Dir’iyye köyünde oturan Emir Muhammed bin Suud’un yanına gelir.
Abdulvehhab’ın fikirlerine başta karşı çıkan Emir, eşi ve çevresinin ısrarları ile onunla bir anlaşma imzalar.
Günümüze kadar devam eden anlaşmaya göre, Muhammed bin Suud, Muhammed bin Abdulvehhab’ın öğretilerini, dini anlayışını savunacak, Abdulvehhab da Suudilerin siyasi egemenliği için çalışacaktır.
Bu birlikteliği pekiştirmek için Abdulvehhab’ın kızı, Suud’un oğlu Abdulaziz’le evlendirilir.
Böylelikle Vehhabi anlayışına sahip Suudiler kısa bir zamanda bölgenin en etkili gücü haline gelirler.
Muhammed bin Suud 1765’te ölür, yerine Abdulvehhab’ın da damadı olan oğlu Abdulaziz geçer.
Ehli Sünnet’e, özellikle de sufilere ve Şiilere karşı olan Vehhabiler, kendi İslam anlayışlarını zorla kabul ettirebilmek için herkesle çatışmaya başlarlar.
1800 yılında Vehhabiliği tebliğ ve yaymak amacıyla Kerbela ve Necef’e giden Vehhabilerden 300 kişi bağnaz Şiilerce öldürülür.
İntikam için yola çıkan Vehhabiler, 20 Nisan 1801’de Kerbela törenlerinin sona ermesi üzerine yorgunluktan ve bitkinlikten gece yatmakta olan 5 bine yakın Şii’yi öldürürler.
1803’te Şii bir derviş Riyad’da, Emir Abdulaziz’i çadırında öldürür, Abdulaziz’in yerine oğlu Suud geçer.
Birkaç yıl içinde peş peşe yaşanan bu olaylar, günümüzde Ortadoğu’daki çatışmaların, HİZBULLAH’ından İHVAN’ına, HAMAS’ından IŞİD’ine kadar süren savaşların da kaynağıdır ve tarihin derinliklerinden gelmektedir. Tüm bunların Arap aşiretleri arasındaki kan ve intikam davasına dönüşmüş iktidar mücadelesi olduğunu bilmek, anlamak gerekiyor.
1806’da Hicaz’a saldırıp Mekke ve Medine’yi ele geçiren Vehhabi Suudiler, sahabe mezarları ile türbeleri tahrip ederler. Osmanlı, Mısır Valisi Kavalalı Mehmet Ali Paşa’dan yardım ister.
Kavalalı, oğlu Tosun Paşa’yı gönderir ve Vehhabiler 1813’te Hicaz’dan çıkarılır.
Suud bin Abdulaziz 1814’te ölünce yerine geçen oğlu Abdullah yeniden Hicaz’a saldırır.
Kavalalı Mehmet Ali Paşa, oğlu İbrahim’i bir kez daha Suudilerin üzerine Hicaz’a gönderir. 2 Mayıs 1817’deki savaşta Vehhabiler yenilir ve kendi bölgeleri olan Riyad’a çekilir.
6 Eylül 1818’de, Emir Abdullah bin Suud, 4 oğlu ve yakınları ile birlikte Abdulvehhab’ın torunu Dir’iyye Kadısı Süleyman bin Abdullah da İbrahim Paşa tarafından Dir’iyye’de ele geçirilerek, önce Kahire’ye ardından gemiyle İstanbul’a götürülür.
14 Aralık 1818’de, Haliç’te Defterdar İskelesi’ne yanaşan gemiden çıkarılan tutuklular, Eyüp Sultan’dan elleri, ayakları ve boyunları çifte zincirli bir şekilde; Divan Yolu’ndan geçirilerek, sadrazamın huzuruna çıkarılmak için Babı-ali’ye götürülürken halka teşhir edilen Suudiler, ifadeleri alınmak üzere Bostancı başına teslim edilirler.
Üç gün ifadeleri alınıp mahkeme edilirler
17 Aralık 1818 günü 2. Mahmud’un huzurunda Bostancıbaşı Halil Ağa tarafından başları kesilerek idam edilirler. İdam edilenler arasında Abdulvehhab’ın torunu Abdullah da vardır.
Abdullah bin Suud’un kesik başı, Topkapı Sarayı’nın surlarında teşhir edildikten sonra Sarayburnu’ndan denize atılır.
İstanbul eski müftüsü Mustafa Çağırıcı bundan 5 yıl önce, 2018 yılında, Türkiye Diyanet Teşkilatında Suudi Vahabi ağırlığının hakim olduğunu ve gittikçe Arap Emevi-Vahabi çizgisine sürüklenmeye çalışıldığını söylemişti. Sanırım günümüzde o çizgi geri dönülemez ölçüde aşılmıştır.
Aşağıdaki alıntı, Hitler’den kaçarak 1933’te Türkiye’ye gelmiş, 19 yıl ülkemizde kalarak İstanbul Üniversitesi İktisat ve Hukuk Fakültelerinde dersler vermiş, 1952’de Almanyaya döndükten sonra Frankfurt Üniversitesi rektörlüğü yapmış olan Ord.Prof.Fritz Neumark’a aittir:
“Vehhabiliği kuranlar da, İngiliz Dominyon (Sömürge) Bakanlığı’nın adamlarıdır. Batı her yerde İslamiyet’i, sapık inançlara kanalize etti. Ama Osmanlı, Asr-ı Saadet’i devam ettirdi.
Siz Türkler, gerçek kimliğinize döndüğünüz an Avrupa’nın refahı ve medeniyeti yıkılır.”
EM. JAN. ALBAY MEHMET ÜLGER / TURKISHFORUM – ABDULLAH TÜRER YENER