Suudi Arabistan’ın başkenti Riyad’da Süper Kupa final karşılaşması öncesi, Suudi yetkililerin her iki takım oyuncularının Atatürk portresini taşıyan 100. yıl formalarıyla ısınmaya çıkmaları uygun bulmamış, Fenerbahçe’nin seremonide Atatürk’ün “Yurtta sulh, cihanda sulh” sözlerinin yazılı olduğu, Galatasaray’ın ise “Ne mutlu Türk diyene” pankartıyla yer almaları kabul edilmemiştir. Bu, Türkiye’ye yönelik en hafif tabirle bir provokasyondur. (@karanliktarih)
Araplar’ın, tarihteki yerini bilmeden eylemlerde bulunmak, bana rasyonel bir davranış olarak gelmemektedir. Filistin’de masum insanların, çocukların ve de yaşlı sivillerin İsrail tarafından katledilmesi kabul edilemez. İnsanları soykırıma uğramış bir ülkenin geçmişteki acı tecrübeleri unutup soykırım yapmaları insanlık tarihine kara bir leke olarak geçecektir. Bu bir insanlık suçu olup, gereği yapılmalıdır.
Nitekim Güney Afrika, İsrail’e soykırım davası için ilk adımı atmıştır. Güney Afrika Cumhuriyeti’nin, İsrail’in 7 Ekim’den bu yana Gazze’de işlediği fiillerle 1948 tarihli Birleşmiş Milletler Soykırımın Önlenmesi ve Cezalandırılması Sözleşmesi’ni ihlal ettiği gerekçesiyle Uluslararası Adalet Divanı’nda (ICJ) dava açması, İsrail’den hesap sormak adına atılmış ilk ve çok önemli bir adımdır.
Adı geçen Sözleşme, Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nun 9 Aralık 1948 tarihli ve 260 A (III) sayılı kararıyla kabul edilmiş, 12 Ocak 1951 tarihinde yürürlüğe girmiştir. Türkiye, Sözleşme’ye katılma yoluyla taraf olmuştur. 23 Mart 1950 tarih ve 5630 sayılı Onay Kanunu ve resmi Türkçe çevirisi, 29 Mart 1950 tarih ve 7469 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanmıştır. Sözleşme, Türkiye bakımından 31 Temmuz 1951 tarihinde yürürlüğe girmiştir. (https://insanhaklarimerkezi.bilgi.edu.tr/media/uploads/2015/08/02/SoykiriminOnlenmesiVeCezalandirilmasiSozlesmesi.pdf)
Filistin Dışişleri Bakanı’nın Birleşmiş Milletler ve Uluslararası Kuruluşlardan Sorumlu Yardımcısı Ömer Avadallah, AA muhabirine yaptığı açıklamada, Güney Afrika’nın attığı adımı memnuniyetle karşıladıklarını açıklamış,
Güney Afrika ve Filistin’in, “1948 tarihli Birleşmiş Milletler Soykırımın Önlenmesi ve Cezalandırılması Sözleşmesi’ne” taraf olduğunu belirterek şunları söylemiştir:
“Bu adımın önemi, İsrail’in işlediği soykırım suçunun, uluslararası sistemdeki en önemli mahkeme hükmünde olan ICJ önüne getirilmesi bakımından atılmış fiili bir adım olmasında yatıyor. Bu sadece bir açıklama değil fiili bir adımdır. Pek çok Arap ve yabancı ülke İsrail’in savaş suçu işlediğini açıkladı ancak şu ana kadar, İsrail’in bu suçtan ötürü hesap vermesi ve cezalandırılması adına uluslararası sistem içinde adım atan ülke Güney Afrika oldu.”
Bu süreçte çok önemli bir gerçek vardır. 1969 yılında kurulan İslam İşbirliği Teşkilatı’na BM üyesi 56, toplamda 57 bağımsız devlet üyedir. Resmi dini İslam olmayan ancak Müslümanların Rusya ve Tayland gibi kayda değer Müslüman nüfusunun yaşadığı bazı ülkeler de gözlemci statüsüyle teşkilatta yer almaktadır. Türkiye dahil 56 dini İslam olan ülkenin hiçbirinden böyle bir girişim olmazken, Güney Afrika’nın bu başvurusu dikkat çekicidir. Üstelik 56 ülke arasında 22 ülke Arap Birliği üyesidir. Acaba 22 Arap ülkesi neden sesiz kalmaktadır?
Filistin Dışişleri Bakanlığı yaptığı yazılı açıklamayla, Uluslararası Adalet Divanından, Güney Afrika’nın, “soykırım suçu işlenmesini engellemek için acil tedbir alınması” talebine ivedilikle cevap vermesini istemiştir. Bakanlık, mahkemeye, saldırıların durması yönünde karar alma ve bu suça ortak olan devletlerden bundan vazgeçmelerini isteme çağrısı yapmıştır.
ICJ, İsrail’in Gazze Şeridi’ndeki Filistinlilere yönelik “Soykırım Sözleşmesi” kapsamındaki yükümlülüklerini ihlal ettiği gerekçesiyle Güney Afrika’nın başvuru yaptığını açıklamış,
“7 Ekim 2023’ten bu yana soykırımı önlemede başarısız olduğu ve soykırıma yönelik doğrudan ve aleni kışkırtmaları kovuşturmadığı” gerekçesiyle İsrail aleyhine tedbir kararına hükmedilmesinin talep edildiği açıklanmıştır.
İsrail hükümet sözcüsü Haiat sosyal medyadan yaptığı açıklamada, Güney Afrika’nın İsrail’e “kan iftirası” attığını açıklayarak İsrail’in bu davayı “iğrenerek reddettiğini” belirtmiştir.
Güney Afrika’nın iddialarının, “gerçeklikten ve yasal zeminden” uzak olduğunu savunan Haiat, Güney Afrika’nın dava yoluyla mahkemeyi “rezil ve aşağılayıcı biçimde istismar ettiğini” öne sürmüş, “İsrail, Gazze’de yaşayanların düşmanı olmadığını açıkça belirtti. Gazze Şeridi’nde masumların zarar görmesini sınırlandırmak ve insani yardıma izin verilmesi için her türlü çabayı göstermektedir” iddiasında bulunmuştur.
Soykırım Sözleşmesinin 9’ncu maddesi uyarınca, bir devletin sözleşmenin maddelerini ihlal etmiş olması durumunda, sözleşmeye taraf herhangi bir devlet, ihlal eden devlet aleyhine ICJ’de dava açabilmektedir. ICJ, aciliyet gerektiren durumlarda ihtiyati tedbir kararına hükmederek, söz konusu ihlallerin dava süreci sonlanana kadar durdurulmasına hükmedebilmektedir. “Madde 9: Bu Sözleşmenin tefsir, tatbik veya icrasına ve Jenosit fiilin veyahut 3 üncü maddede sayılan fiilleri her hangi biri dolayısıyla bir Devletin mesuliyetine dair Sözleşen Taraflar arasında zuhur eden ihtilâflar ilgili taraflardan birinin talebi üzerine Milletlerarası Adalet Divanına arz olunacaktır.”
Şimdi gelelim işin tarih tarafına. Osmanlı Devleti’nin kurulması ve özellikle Yavuz Sultan Selim döneminden sonra Arap yarımadasındaki toprakların alınmasıyla yüzyıllar boyunca İslam coğrafyasına tam bir barış hakim olmuştur. Ancak Fransız İhtilali ile başlayan milliyetçilik akımı sonrasında Araplar da isyan hareketleri başlamıştır. 1900’lerin başına gelindiğinde bölgede zengin petrol yataklarının keşfedilmesiyle özellikle İngiltere gözünü buraya dikmiştir. Arap dünyasının Osmanlı Devleti’ne olan en büyük ihanetleri de bu tarihlerde gerçekleşmiştir.
Birinci Dünya Savaşı’nda Irak, Suriye ve Filistin cephesini korumakla görevli Yıldırım Ordularında 100 bin asker kaçağı vardır. Bu sayının büyük çoğunluğunu da Araplar oluşturmuştur. Bu cephelerde görev yapmış Kurmay Binbaşı Muhittin Vecihi Bey, “Filistin Ric’ati adlı eserinde durumu şöyle anlatmaktadır: “Esasen bu cephede harp eden yalnız Türkler, Anadolu efradı idi. Arap efradına itimat olunmadığı için onlar yalnız gerilerde, menzillerde, ambarlarda istihdam olunuyorlardı. Çünkü Araplar ekseriyetle bizi istemiyor, kısmen aşikâr, kısmen alttan alta düşmana yardım ediyorlardı. Biz bilakis Arabistan’ı hem düşmana hem de Araplara karşı müdafaaya çalışıyorduk.”
Arapları kışkırtan İngiliz casus Thomas Edward Lawrence bölgede Arapların yaptığı katliam hakkında; “Onları isyana ben kışkırtmıştım ama böylesine vahşice kan dökeceklerini hiç tahmin etmemiştim. Bazı mahalleleri gezerken silahsız Türk askerlerinin nasıl öldürüldüklerine bakamadım; tiksindim bu vahşetten” diyerek itirafta bulunmuştur. İsyanın elebaşlarından Emir Faysal’ın 1919 yılında İngiltere’ye yazdığı mektubunda şu ifadeler yer almıştır: “Bütün Müslümanları gözü İngiltere’ye dikilmiştir. Türk-Müslüman İmparatorluğu’nun yıkılmasında asıl kuvvet olan Araplar, şimdi ödüllerinin ne olacağını bilmek istiyorlar.”
Çanakkale Cephesi’nde de Araplarla omuz omuza savaştığımız söylenemez. Tamamen Araplardan oluşan 77. ve 72. Alay, Anzak askerleri çıkarma yaparken tek kurşun atmadan mühimmatlarını bırakıp kaçtıkları birçok tarihçi tarafından açıklanmıştır. Bunun sonucunda kahraman olarak anılan 57. Alay, çok zor durumda kalmış ve binlerce şehit vermiştir. Filistin cephesinde savaşan Hüseyin Çavuş’un not defterinden çıktığı söylenen şiir ise o dönem içinde bulunduğumuz durumu gayet net açıklıyor: “Gazze’nin kumundan çok imiş meğer kalleşi, nasıl sırtından vurur insanı din kardeşi. Filistin, Trablusgarp, Yemen illeri hangisi kanımla sulamadım. Gezdim cephe cephe bütün çölleri Türk’e Türk’ten başka dost bulamadım.”
Şimdi gelelim Filistin bayrağının anlamına. Bayrak, Şerif Hüseyin tarafından 1916 yılında Osmanlı Devletine karşı başlatılan Arap ayaklanmasının sembolü olarak tasarlanmıştır. Daha sonrasında 1964 yılında Filistin Kurtuluş Örgütü tarafından Filistin halkının bayrağı olarak açıklanmış, 15 Kasım 1988 tarihinde ise bağımsız Filistin’in bayrağı olarak kabul edilmiştir. (https://twitter.com/karanliktarih/status/1711455125972058326?s=20)
Bu süreçte İngiliz ve Arap kuvvetlerinin Osmanlı ile savaşmasına yardım eden Lawrence, yerel Bedevi aşiretlerini Almanya ile müttefik olan Osmanlı hükümdarlarını devirmelerine yardım etmek için görevlendirilmiştir. Lawrence otobiyografisinde, Osmanlıların Aralık 1916’da Yenbu’yu ele geçirememesini, Ortadoğu hamlesinin başarısı için önemli olduğunu yazmıştır.
Yıllar sonra Arabistan Turizm Bakanlığı, İngiliz istihbarat görevlisi Lawrence‘ın evinin bölgeyi bir cazibe merkezi haline çevireceği düşüncesiyle restore edileceğini açıklamıştır.
Lawrence, 1916 Büyük Arap İsyanı sırasında Kızıldeniz’deki Yenbu Limanı’nda görev yapmıştır. Liman Birinci Dünya Savaşı’nda Osmanlı İmparatorluğu ile savaşan İngiliz ve Arap kuvvetleri için önemli bir tedarik üssü haline gelmişti.
Belediye Başkanı Ahmed el Mehtut, koronavirüs salgını sebebiyle getirilen seyahat kısıtlamalarına rağmen, Suudi Arabistan Krallığı’nın daha fazla yabancı ziyaretçi çekmek için yürüttüğü geniş bir kampanya kapsamında yıl sonuna kadar evin turist kabul etmeye hazır olabileceğini söylemiştir. Mehtut açıklamasında, “Restorasyonun ilk aşamasını yeni bitirdik. Ev değerini tarihinden alıyor ve birçok yabancı turist İngiliz istihbarat görevlisinin evini gezmek istiyor” demiştir.
Lawrence, “Bilgeliğin Yedi Sütunu” isimli otobiyografisinde, Osmanlıların Aralık 1916’da Yenbu’yu ele geçirememesini tüm Ortadoğu hamlesinin başarısı için önemli olduğunu açıklamıştır. Kendisine 1919 yılında All Souls Koleji’nde araştırma yapma şansı verilmiş, yazdığı kitap Lawrence’in savaş anılarını kapsamıştır.
All Souls Kolej (The Warden and the College of the Souls of All Faithful People Deceased in the University of Oxford) Oxford kolejlerinden biridir. Koleje mensup tüm kişilerin fellow, yani kolejin yönetim kurulu üyesi olmasıdır. Lisans öğrencisi olmayan koleje başvurmak isteyen Oxford mezunları ve diğer okullardan mezun olmuş Oxford lisans üstü öğrencileri dünyanın en zor sınavı olarak bilinen bir sınava girdikten sonra, son listeye girdikleri takdirde mülakata kabul edilirler.
İsrail’in Haaretz gazetesine göre, Güney Afrika’nın İsrail’e karşı, Lahey’deki Uluslararası Adalet Divanı’nda (UAD) açtığı soykırım davasının ilk duruşması, gelecek hafta görülecektir.. Gazete’ye göre İsrailli yetkililer, soykırım davasının Tel Aviv aleyhine sonuçlanmasından endişe ediyor. İsrail yönetimi kendisini Gazze Şeridi‘nde Filistinlilere soykırım uygulamakla suçlayan Güney Afrika’ya tepki göstermiş ancak davayı boykot etmeyeceğini açıklamıştır. İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu’nun davaya katılmayacağı ancak mahkemeye kendi adına resmi bir mektup göndereceği açıklanmıştır. Haaretz’e konuşan İsrailli bir üst düzey yetkili, “İsrail, Holokost sonrasında 1950’lerde UAD’nin kurucularından biriydi.” diyerek bugün UAD’de İsrail’in soykırımla suçlanacağını kimsenin tahmin edemeyeceğini belirtmiştir.
UAD’nin dava usulüne göre, davacı ve davalı ülkeler, 15 hakimden oluşan panele birer hakim ekleyebilir. Ayrıca, davalı İsrail, duruşmada 4 avukat tarafından temsil edilebilir ve destekçisi ülkelerin temsilcileri tarafından yazılmış mektupları mahkemeye sunabilir. UAD, İsrail’in Gazze’deki saldırılarını durdurması yönünde bir açıklamada yapabilir. Güney Afrika Cumhuriyeti, 29 Aralık’ta, İsrail’in 7 Ekim’den bu yana Gazze’de işlediği fiillerle 1948 tarihli BM Soykırımın Önlenmesi ve Cezalandırılması Sözleşmesi’ni ihlal ettiği gerekçesiyle UAD’de dava açarak İsrail için ihtiyati tedbir kararı alınmasını talep etmiştir. Başvuruda “İsrail’in eylemleri ve ihmalleri soykırım niteliğindedir çünkü hususi soykırım niyetiyle işlenmiştir” ifadelerine yer verilirken, eylemlerin “Gazze’deki Filistinlileri yok etmek” amacı taşıdığı vurgulanmıştı.
Soykırım Sözleşmesi’nin 9’ncu maddesi uyarınca, bir devletin sözleşmenin maddelerini ihlal etmesi durumunda, sözleşmeye taraf herhangi bir devlet, ihlalci devlet aleyhine UAD’de dava açabiliyor. UAD, aciliyet gerektiren durumlarda ihtiyati tedbir kararına hükmederek, söz konusu ihlallerin dava süreci sonlanana kadar durdurulmasına hükmedebiliyor. (https://mail.google.com/mail/u/0/#inbox/FMfcgzGwJcXqtFBTNRMDNbHSZbNVPZdM) UAD’nin dava usulüne göre, davacı ve davalı ülkeler, 15 hakimden oluşan panele birer hakim ekleyebilir. Ayrıca, davalı İsrail, duruşmada 4 avukat tarafından temsil edilebilir ve destekçisi ülkelerin temsilcileri tarafından yazılmış mektupları mahkemeye sunabilir.
Bu kapsamda Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Öncü Keçeli, Güney Afrika Cumhuriyeti’nin İsrail aleyhine Uluslararası Adalet Divanı’na yaptığı başvuruyu memnuniyetle karşıladıklarını belirterek, İsrail’in 3 aya yakın süredir Gazze’de büyük çoğunluğunu kadın ve çocukların oluşturduğu 22 bini aşkın Filistinli sivili öldürdüğünü açıklamıştır: “Bunun hiçbir şekilde cezasız kalmaması ve bunun sorumlularının uluslararası hukuk önünde hesap vermeleri gerekmektedir. Sürecin mümkün olan en kısa sürede tamamlanmasını temenni ediyoruz. Keza, yapılan bu başvuru uyarınca, Uluslararası Adalet Divanı’nın İsrail’in Gazze’ye yönelik saldırılarını durdurmasını içeren bir geçici tedbir kararı alması da beklenmektedir. Türkiye bu kararın uygulanmasının da takipçisi olacaktır.”
Bu süreçteki bir soruna Turkish Forum’dan sayın Ferruh Demirmen dikkat çekmiştir: “Bu davanın Uluslararası Adalet Divanı’ında (UAD) açılması bence yanlış. UAD, soykırım konusunda devletler arasındaki uyuşmazlıklara bakar. Gazze Şeridi’ndeki olaylarda Güney Afrika’nın direk ilişkisi ve riski yok, bu bağlamda ‘mazlum’ bir ülke olmadığı için ‘davacı’ olamaz. Dava, Filistin tarafından veya Filistinliler adına ‘Uluslararası Ceza Mahkemesi’nde (UCM) açılmalı. Bu mahkeme savaş suçları, insanlığa karşı işlenen suçlar ve soykırım suçları ve saldırı suçlarına bakan, uluslararası bir organ.”
Sayın Demirmen bu konuda haklıdır. Bizim de haklı olduğumuz bir konu var. Filistin pulu herşeyi açıklıyor: “1915-2015 100th Anniversary of the Armenian Genocide” Köprüde mitinge katılanların acaba bu pulun varlığından haberleri var mı? Sanırım yoktur. Eğer olmuş olsaydı, mitinge katılırlar mıydı? Cevap siz okurlarımındır. Tarihi gerçekleri bilmeden miting yapmak acaba sadece Türk toplumuna mı has bir özellik? Takdir siz okurlarımındır.