24 NİSAN ERMENİ YALANI – ERMENİLERİN TÜRK KATLİAMLARI
1915 olaylarına ilişkin, Ermenilerin 519 bin Müslüman Türkü katlettiği, asıl katliama uğrayanların Türkler olduğu belgeleriyle ortaya koyulmuştur.
Diyarbakır, Muş, Bitlis, Van, Kars, Iğdır, Ardahan ve Erzurum gibi bölgelerde 519 bin sivil katledildi.
Bakü soykırımı (31 Mart 1918) Comertli köyü (Karakilse’ye bağlı-1918) katliamı Kuba ve aynı zamanda oradaki Yahudilere karşı yapılan soykırım (1918-1919) Kukark katliamı (Kasım 1988) Erivanda’ki Türklere yönelik katliam (1988-1989)20 Ocak katliamı (1990) Ağdaban köyü katliamı (Kelbecer’e bağlı-8 Nisan 1992)Hocalı soykırımı (25-26 Şubat 1992)
Bakü’de 30 bine yakın Azerbaycanlı hunharca katledildi .Şamahı’da 58 köy dağıtılmış, 7 bin kişi (1.653 kadın ve 965 çocuk) öldürüldü. Kuba kazasının 122 Müslüman köyü yağmalanarak yakıldı. Karabağ’da 150’den fazla köy dağıtıldı. Zengezur kazasında 115 Azerbaycan köyü yağmalandı. İrevan’da 211 köy dağıtıldı. 132 bin Türk öldürüldü, geri kalanlar ise göçe zorlandı1918 Şubat-Mart aylarında Güney Azerbaycan’ın Hoy, Salmas, Urmiye, Makü ve başka şehirlerinde 150 bin Azerbaycan Türkü katledildi. Toplamda 320 bin Azeri türk katledilmiştir.
1926 yılında bu günkü Ermenistan topraklarında 575.000 Türk yaşarken 795.000 ermeni yaşıyordu. 1960 yılında Türklerin nüfusu 107.000 iken Ermeniler 1.301.000, 2001 yılında 5568 Türk varken Ermeniler 2.963.000, 2008 yılında hiç Türk yokken 3.000.000 ermeni nüfusu olmuştur.
1789 Fransız İhtilali’nin ardından yayılan “Milliyetçilik Akımı”, birçok imparatorluk gibi zayıflama dönemine girmiş olan Osmanlı Devleti’ni de olumsuz etkilemiştir. Özellikle 19. Yüzyıl ortalarından itibaren İngiltere, Rusya ve ABD’nin de içerisinde yer aldığı emperyalist devletlerin teşvik ve kışkırtmalarıyla Osmanlı Devleti bünyesinde yer alan milletlerde başlayan bağımsızlık hareketlerinden Ermeniler de etkilenmiştir.
İlk olarak Ocak 1820’de İzmir’e geldikleri bilinen[ ardından 1839 Tanzimat ve 1856 Islahat Fermanları sayesinde Osmanlı topraklarında faaliyetlerini daha rahat yürütebilen ABD menşeili misyonerlerin gayretleriyle; 1863’te İstanbul’da, 1866’da da Beyrut’ta açılan Robert Kolejlerini yenileri takip etmiş ve 1900’lerin sonunda Amerikan okullarının sayıları 500’ü aşmıştır.
Osmanlı vatandaşı Müslüman ve Yahudi halk üzerinde beklediği etkiyi göremeyen Amerikan Protestan Okulları, Ermeni tebaaya yönelmiş ve Protestan Hristiyan sayısında hızla artış yaşanırken bir taraftan da devlete karşı bağımsızlık hareketleri başlamıştır. 1836, 1840, 1842, 1853, 1854 ve 1895 yıllarında “American Board of Commisioners for Foreign Missions”a bağlı misyonerlerin teşvikleriyle Maraş/Zeytun Ermenilerinin defalarca devlete karşı isyan hareketlerine giriştikleri görülmektedir[ Ermeni milliyetçiliğinin aşılanması ile komitecilerin karargâhı haline gelen Ermeni Patrikhanesi ve kiliseleri hedefledikleri sözde bağımsız Ermeni devleti için var güçleriyle çalıştıkları unutulmamalıdır. Bu maçla Maraş/Zeytun ve Andırın, Bitlis Gümüşhane, Bayburt ile Harput bölgelerinde isyanlar çıkarttıkları, hedefledikleri sözde Ermeni devletinin Akdeniz’e de açılması gerektiğinden hareketle; Adana, Maraş, İskenderun bölgelerinde de yoğun faaliyetler içerisinde oldukları görülmektedir. Bu arada yine masum Müslüman Türk halkına karşı saldırılarını sürdürdükleri ve binlercesini vahşice katlettikleri de unutulmamalıdır.
Balkan Harbi’nden sonra dernek ve siyasi faaliyetlerini arttıran Ermeniler, yaşadıkları her bölgede, buldukları her fırsatta Türkleri katletmişledir. 28 Temmuz 1914 tarihinde başlayan Birinci Dünya Savaşı’na 3 Ağustos 1914 itibariyle fiilen katılan Osmanlı Devleti birçok cephede savaşı sürdürürken; Adana, Van, Bitlis, Sivas, Erzurum, Trabzon ve Diyarbakır başta olmak üzere cephe gerisindeki Anadolu’nun çeşitli bölgelerinde binlerce masum Türk; çocuk kadın, yaşlı ayırt edilmeksizin akla hayale gelmedik yöntemlerle düşmanla işbirliği içerisinde olan Ermeniler tarafından katlediliyordu. Bu döneme ait arşiv belgeleri Ermenilerin yaptıkları vahşetleri kanıtlamaktadır.
Ermeniler tarafından yapılan katliamlar sadece Anadolu ile sınırlı kalmamıştır. Kafkaslar ve Azerbaycan coğrafyasında da binlerce Türk, Ermeniler tarafından vahşice katledilmiştir
Cephe gerisinde Ermenilerin Müslüman halka karşı saldırılarını engelleyemeyen Osmanlı Devlet idaresi son çare olarak 27 Mayıs 1915 tarihinde Tehcir Kanunu’nu çıkartmış ve göç ettirilmesine karar verilen Ermenileri yine kendi toprakları içerisinde bulunan Suriye bölgesine göç ettirmiştir. Unutulmamalıdır ki savaş halinde olan Osmanlı Devleti, devlet aleyhine sürdürülen ve içten çökertmek amacıyla hareket eden Ermenileri başka türlü kontrol edemeyeceği kanaatinden hareketle bir zorunluluk olarak Tehcir Kanunu’nu çıkartmıştır.
Osmanlı Devleti’nin Tehcir Kanunu çerçevesinde nakli gereken Ermenilerin hareket ettirilmeden önce çiçek, tifo, tifüs, kolera aşıları yaptırması, yolculukları esnasında ve yerleştirilecekleri bölgelerde mallarının ve canlarının koruması, sıcak yemek verilmesi başta olmak üzere; iaşelerini sağlamak ve rahatlarının sağlanabilmesi gibi tedbirlerin imkanlar ölçüsünde alınması için çalıştığı, yeni yerleşim bölgelerinde evler inşa edilmesi, mal, toprak ve tohum dağıtımları yapılması, zanaatkarlar için sermaye verilmesi, öğrenim çağındaki çocuklar için okullar açılması gibi ihtiyaçların dahi karşılanması adına ilgili makamlara talimatlar verildiği arşiv belgelerinden anlaşılmaktadır.
Alınan bütün tedbirlere rağmen Ermenilerden bazı kayıplar olduğu Osmanlı Arşiv belgelerinde de görülmektedir. Zira Birinci Dünya Savaşı’nı bir yürüten devletin almaya çalıştığı bütün tedbirlere rağmen, başta hastalık, ilaç yetersizliği ve iklim şartlarına bağlı olmak üzere türlü nedenlerle hayatını kaybedenler olmuştur. Göç güzergahı üzerinde bulunan yerleşim bölgelerinde bulunan Müslümanlardan Ermeni mezalimine uğramış olanların kin ve öç alma saikiyle hareket ederek kafilelere bazı saldırılar yaptıkları da bir gerçektir. Göç kafilelerini korumakla görevli askerleri zaman zaman bu saldırıları önlemekte yetersiz kaldıkları da olmuştur. Saldırıyı gerçekleştirenlerin de engel olmakta zafiyet gösteren görevlilerin de ağır şekilde cezalandırıldığı bilinmektedir. Hatta haksız yere ve sırf Batılıları memnun edebilmek adına, yalancı şahit beyanlarıyla; Boğazlıyan Kaymakamı (Milli Şehit) Mehmet Kemal Bey 10 Nisan 1919’da, Urfa Mutasarrıfı Mehmet Nusret Bey ise 5 Ağustos 1920 tarihinde Ermenileri koruyamadıkları gerekçesiyle idam edilmişlerdir.
İttihat Partisi’nin son toplantısında Talat Paşa’nın yapmış olduğu değerlendirmelerine göre tehcir esnasında Ermeni kaybının yaklaşık 300.000 olduğu görülmektedir. Bu sayı Batılı kaynaklarca çok daha abartılarak 1.500.000’e kadar çıkartılıyor olsa da o dönemde Osmanlı Devleti sınırları içerisinde toplam 1.300.000 Ermeni olduğu bilinmektedir ve Batı’nın abartısı ortaya çıkmaktadır.
Ermenilerin Türk Milletine karşı ihanet ve saldırıları; Anadolu’da, Balkanlarda, Kafkaslarda ve Azerbaycan coğrafyasında, Osmanlı döneminde ve Millî Mücadele döneminde de devam etmiştir. ASALA Ermeni terör örgütünün 1975-1994 yıllarında Türkiye dahil 21 farklı ülkede Türk diplomat ve mülki memurları ile sivillere karşı silahlı ve bombalı saldırıları unutulmamalıdır. ASALA’nın devamı niteliğinde piyasaya sürülen PKK terör örgütünün 1984’ten buyana asker, polis, öğretmen, kadın, çocuk, yaşlı ayırt etmeksizin sivil katliamları hafızalarda tazedir. 1988-1994 Karabağ Savaşı’nda, 13 Ocak-14 Şubat 1990 Bakü ve 25-26 Şubat 1992 Hocalı Soykırımlarıyla devam eden Ermeni katliam ve soykırımları bütün dünyanın gözleri önünde cereyan etmiş ve Türkiye’yi olmayan soykırım ithamıyla suçlayan medeni(!) Batı’nın görmezden geldiğini tarih kaydetmiştir.
Ancak; Türkiye’yi suçlu ilan etmeye çalışan ülke ve tarafların; 9 Aralık 1948 tarihinde Birleşmiş Milletler (BM) Genel Kurulu tarafından alınan ve 12 Ocak 1951’de yürürlüğe giren 260 sayılı “Soykırım Suçunun Önlenmesine ve Cezalandırılmasına Dair Sözleşme” kararı hükümlerine göre; 22 Nisan 1965’te Uruguay ile başlayan ve devam eden süreçte “Sözde Ermeni Soykırım” olayını tanıdığını beyan eden ülkelerin açıkça suç işlediği muhakkaktır. Zira Birinci Dünya Savaşı’nın zorlu şartları karşısında 27 Mayıs 1915’te Osmanlı Hükumeti tarafından çıkartılarak uygulanan Tehcir Kanunu veya resmî adıyla Sevk ve İskân Kanunu, BM’nin ilgili Sözleşmesi’nin 2’nci maddesinde kastedilen hususların amaçlanmadığı açıkça bellidir.
***
Anadolu’da tarihin hiçbir evresinde bağımsız bir devlet kuramamış ve tabi oldukları bütün devletlere vergi vermek suretiyle varlığını sürdüren Ermeniler, en iyi muameleyi, insan yerine konulmayı ve devlet kademelerinde çok üst makamlara sahip olmayı Türk Devletlerinde görmüşlerdir. Fakat İngiltere, Fransa, ABD, Rusya ve Batı’nın diğer emperyalist devletleri, Ermenileri piyon olarak kullanmak suretiyle Türk Milleti’ne karşı kışkırtmışlardır.
Bin yıldır iyilik gördükleri Türk Milleti’ne karşı ihanetleri, hunharca katliam ve soykırımları tarihi vesikalarla belgeli olan Ermeniler, Osmanlı Devleti’ne karşı 1800’lerden itibaren saldırı ve başkaldırı içerisinde olmuşlardır. Ermenilerin sırf Birinci Dünya Savaşı döneminde katlettikleri Türk nüfusu, kendi kayıplarından yaklaşık 5 kat fazla olduğu başta Türk arşivleri olmak üzere Ermenistan, İngiltere, Rusya, ABD ve birçok Batı ülkesinin arşivlerinde de mevcuttur.
Ermenistan’ın ilk Başbakanı Ovanes Kaçaznuni’nin 1923 yılında Bükreş’te yapılan Taşnak Partisi Ermeni meselesi toplantısında sunduğu raporda beyan ettiği itirafları Türk Tezlerini doğrulamakta ve Ermeni iddialarını çürütmektedir. Türk Milleti’ne karşı kendi uyguladığı katliam ve soykırımlarını yok sayarak, olmamış sözde bir soykırım yalanını kabul ettirmeye çalışan Ermeniler, Ermenistan arşivlerini uluslararası kamuoyunun incelemelerine aç mamaktadır. Çünkü yıllardır ileri sürdükleri yalanlarını kendi arşivleri de çürütecektir.
Sözde soykırım yalanını kabul eden ülkeler sırf siyasi nedenlerle hareket etmişlerdir. Sözde Ermeni soykırım iddiaları ABD’nin 44 eyaletinde ve Avrupa ile Latin Amerika’da ise yirmiden fazla ülke tarafından kabul edilmiştir. Bu ülkeler içerisinde Yunanistan, Fransa ve İsviçre haricinde olanların kararları tavsiye niteliğinde veya yerel parlamentolar düzeyindedir. Ayrıca Yunanistan ve İsviçre yasalarına göre 1915 olaylarının soykırım olduğunu kabul etmeyen açıklamalar yapmak suç kabul edilmektedir.
Sonuç Olarak;
1915 Olayları nedir, sürece nasıl gelinmiştir, sonrasında neler olmuştur?” gibi bir dizi soruların cevapları “objektif olarak yanıtlanmadığı sürece” Türkiye, sözde soykırım ithamlarıyla karşı karşıya kalmaktan kurtulamayacaktır.
Biden’a seçim kampanyaları sırasında “Ermeni soykırımını tanıma” sözleri verdiğini hatırlatan Ermeni lobisine Biden ve yardımcısı Kamala Harris’in “gereğini yapacakları” imasıyla verdikleri cevapların uluslararası basında yer aldığı görülmektedir. Dolayısı ile ABD Başkanı eğer Türkiye’yi soykırımla suçlayacak olursa, zaten son yıllarda gergin olan Türk-Amerikan ilişkilerinin yeni bir krize gireceğinden hareketle Türkiye karar alıcı mekanizmaları sürece hazırlıklı olmalıdır. ABD’nin katliamlarla dolu tarihine ufak ufak basında imalarla yer verilerek ABD yönetimine mesajlar verilerek Türkiye’nin de hazırlıklı olunduğu gösterilmelidir.
Son söz olarak; Ermenilerin Türklere yaptığı soykırımları, Yunanistan’ın Millî Mücadele döneminde Anadolu’da işgal yıllarındaki katliamları, Fransa’nın Cezayir başta olmak üzere sömürgelerindeki soykırımları, ABD’nin Kızılderililere ve atom bombaları ile Japonlara karşı uyguladığı soykırımları, Hitler’in Yahudilere uyguladığı soykırımları, Sırpların (BM Barış Kuvvetlerinin gözleri önünde) Saraybosna ve Srebrenitsa ile sembolleşen Bosna-Hersek Savaşı’ndaki soykırımlarını unutarak; tarihinde asla soykırım uygulamamış Türkleri, soykırımla suçladıklarını en başta kendileri de çok iyi bilmektedirler. Velev ki unutsalar, tarih kaydetmiştir ve asla affetmeyecektir.
Doğan Aktaş-HAKİMİYET / TURKISHFORUM -ABDULLAH TÜRER YENER
Bir yanıt yazın