Prof.Dr. Alaeddin Yalçınkaya
Kudüs’ün İngilizlere Tesliminin ve Mondros Mütarekesi’nin Sorumluları
Ekim-Aralık ayları yakın tarihimizin hazin olaylarıyla doludur. 9 Kasım 1917’de Kudüs İngilizlere bırakılmış, 30 Ekim 1918’de Mondros Mütarekesi imzalanmıştır. 13 Kasım’da ise mütareke şartları gereği İstanbul işgal edilmiştir. Sağlam surları, güçlü savunma imkanlarına rağmen Küdüs, Ali Fuat Paşa (Cebesoy) tarafından boşaltılmıştır. Mondros Mütarekesi’nde ise milyonlarca şehidin kanıyla savunulan alanlar, Rauf Paşa (Orbay) imzasıyla düşmanın işgaline bırakılmıştır.
Çanakkale’de, İngiliz ordusu şahaserlerinin boğaz sularına gömülmesine karşın mütareke şartlarıyla İstanbul İngiliz, İzmir Yunan, Antep ve Maraş İngiliz-Fransız işgaline, kanla şerefle muhafaza edilen Musul-Kerkük, Hicaz İngilizlere âmâde kılınmıştır. Fahrettin Paşa, çekirge ile karınlarını doyurarak mukaddes mekanları muhafaza ettiklerini, merkezden birşey istemediklerini yazmasına rağmen mütareke şartları gereği çekilmeleri emredilmiştir. Bunlar olurken padişahlar ne yaptılar gibi sorular, derin cehâletin veya İngiliz-Yunan-Ermeni-Siyonizm projelerine bilerek-bilmeyerek destek olmanın yansımalarıdır.
İstanbul Üniversitesi, Siyasal Bilgiler Fakültesi’nin kurucusu Tarık Zafer Tunaya, ilk derslerinde Server Tanilli’nin “Anayasalar ve Siyasal Belgeler” kitabını almamızı söylemişti. Kitabı hemen aldım, fakat buradaki belgeler derslerde hiç gündeme gelmemiş, soru da çıkmamıştı. Ancak her fırsatta Osmanlı, Türkiye Cumhuriyeti ve diğer ülkelerle ilgili çalışmalarımda Sened-i İttifak’dan 1961 Anayasasına, bağımsızlık bildirilerinden batılı anayasalara buradaki belgelere müracaat ederim.
Sultan II. Abdülhamid döneminin son ayları, Meclis-i Mebusan’ın toplanmasından sonra ve Sultan Mehmet Reşat ile Sultan Vahdettin dönemlerinde padişahların, Kanun-i Esasî (Anayasa) gereği görevleri önlerine gelen evrakı mühürlemekten ibaretti. Reddetme yetkileri yoktur. Bu sultanlar, meclislerden çıkan kararları ve kanunları, hükümetlerin kararlarını, Kanun-i Esasî’nin ilgili maddelerinin başında “bâ-irâde-i seniyye” (padişâh iradesiyle) kaydına rağmen hiçbir şekilde kendi iradeleri devrede olmadan yayınlamakla görevlidirler. Jön Türklerin, Mithat Paşa’nın eseri 93 Harbine giden süreç, Sultan II. Abdülhamid’in, meclisin-hükümetin kararını onaylamak zorunda kalmasıyla başlamıştır. Felaket, Ayastefanos Antlaşması ile sonuçlanınca, Sultan yine anayasanın ilgili hükmü gereği meclisi feshetmiş, yeniden seçimlere dair bağlayıcı bir hüküm olmadığından 30 sene seçimlere gidilmemiştir. Yine anayasal çerçevede yönetimi deruhte eden padişah, 1978 Berlin Kongresi ile Ayastefanos kayıplarının önemli bir kısmını telafi etmiştir. Sultan II. Abdülhamid’in bu süreçteki eseri, Ayasetefanos’taki kayıpların Berlin’de kısmen geri alınmasıdır.
Padişah olarak Sultan II. Abdülhamid, net 30 yıl boyunca önceden kalan borçların yaklaşık yüzde 85’ini ödemiş, bu arada ilk mektepten üniversiteye nice okullar, fabrikalar, demiryolları, limanlar… yaptırmış, ülkeyi mamur etmiştir. Yunanistan’ın şımarık genişleme saldırılarına karşı Sultan’ın iradesiyle başlayan 1897 Osmanlı-Yunan harbi, Osmanlının galibiyeti, Yunanistan’dan dört milyon lira tazminat alınmasıyla sonuçlanmıştır.
Trablusgarp Savaşı, I. ve II. Balkan Savaşları, nihayet I. Dünya Savaşı’na katılma felaketleri, İngiliz-Siyonizm kuklası İttihat ve Terakki yönetiminin cehalet veya ihanetlerinin neticesidir. Hiçbirinde padişahların dahli veya engelleme yetkisi bulunmamaktadır. Hükümetin birçok basiretsiz kararlarına karşın Kanal dışındaki nice cephelerde büyük başarılar elde edilmiştir. Belirtmek gerekir ki hemen her cephenin zafer veya mağlubiyet aşamaları bulunmaktadır. İngiliz ordusu Gazze’deki 2 savaşta, ilk defa savunma tünellerinin de kazılmasıyla yenilmiştir. Tarihindeki en büyük mağlubiyetini Çanakkale’de, yine unutulmaz yenilgilerinden birini Kut’ul-Amare’de yaşayan İngilizlerin, Kudüs kuşatmasından galip gelmesi için garantili bir sebep yoktu. Buna karşın mutasarrıfın önerisi gibi geçersiz bir sebeple savunmakla görevli komutan Ali Fuat Paşa’nın, bu mukaddes mekanı İngilizlere bırakması ihanettir. Kudüs’ün teslimi günümüzde devam eden işgal, zulüm ve soykırım açısından dönüm noktasıdır. Halbuki şehrin tarihi mekanları, kadim kiliseleri öncelikle İngilizler ve diğer müttefikler için de kutsal olduğuna göre topa tutmaları halinde mesuliyet onların olacaktı. Onlar için de kutsal olan mekanlar tahrip olmasın diye teslim etme mantığını halen haklı bulanların aklı/akılsızlığı tartışılır.
Kudüs’ün İngilizlere bırakılması üzerine müttefikimiz Avusturya-Macaristan İmparatorluğu başkenti Viyana’da gece boyunca sevinç çanları çalınmıştır. Bununla beraber Ali Fuat Paşa’nın Kudüs’ün boşaltılması talebi, Hristiyan-Alman Yıldırım Orduları Komutanı Falkenhayn’da şok etkisi yapmıştır. Çünkü mevcut haliyle şehrin savunmasının mümkün olduğunu biliyor, kuşatma devam ederken takviye kuvvet gönderebileceğini de hesaplıyordu. Buna karşın 8 Aralık’ta 7. Ordu Komutanı Mustafa Fevzi Paşa (Çakmak) da Kudüs’ün boşaltılması emrini vererek Ali Fuat Paşa’nın talebini uygun buldu. Bu süreçten Ali Fuat Paşa veya Mustafa Fevzi Paşa yerine sultanı sorumlu tutanlar, onun neler yapabileceklerini de Kanun-i Esasi’yi okuyarak ve savaş şartlarında komutanların görevlerini dikkate alarak anlatsınlar.
Yaklaşık bir yıl sonra Mondros Mütarekesi imzalanmadan önce konu Padişâhın da katıldığı hükümette müzakere edildi. Ancak sultanınn bu tür müzakerelerde oy hakkı yoktur. Zaman kazanmak için fiilen kaybedilen bölgelerin bırakılması kararlaştırıldı. Mütareke şartlarını görüşüp imzalamak üzere yetkilendirilen Bahriye Nazırı Rauf Paşa (Orbay), asıl dersini, Büyükada’daki Kut’ul-Amare’den esir İngiliz general Townshend’den almıştır. Mondros Mütarekesi 7. maddesi, önceki müzakerelerde hiç gündeme gelmeyen, sözleşmeler tarihinde benzeri görülmeyen “düşmanın istediği yere asker çıkarma hakkı”na itiraz etmeyerek imzalamıştır. İlginçtir ki Rauf ve Ali Fuat paşalar, işgal altındaki İstanbul’dan sorunsuz bir şekile Haziran 1919’da Ankara’ya geçmişlerdir. Bu süreçteki işgallerden ve ihanetlerden Sultan’ı sorumlu tutanlar yine anayasal yetkiler dahilinde Sultan’ın neler yapabileceğini de yazsınlar.
Sultan Vahdettin, Mondros Mütarekesi’nin kabulü üzerine anayasal yetkisi dahilinde ancak Rauf Paşa’nın Bahriye Nazırı olduğu Ahmet İzzet Paşa kabinesini, 8 Kasım’da görevden alabilmiştir. Bundan sonraki Damat Ferit Paşa hükümeti, ise yine sultana göre ülkeye en büyük hainlikleri yapmıştır. Buna karşın Sultan’ın Anadolu’da kurtuluş hareketi başlaması için Samsun’a tam yetkili bir paşanın gönderilmesine dair yakın çevresiyle müzakeresinden haberdar olan İngiliz işgal komutanlığı ağır tehditler savurmuştur. Pontus Rum devletini kendi çıkarları için de önlemek isteyen İngilizlerin onayı ile Bandırma vapuru hazırlanmıştır. Bu gerçekleri duyunca çılgına dönen akademisyenler, araştırmacılar Atatürk’ün doğumunun 100. yılı vesilesiyle Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü tarafından yayınlanan şu belge kitabına baksınlar: “Atatürk İle İlgili Arşiv Belgeleri: 1911-1921 Tarihleri Arasına Ait 106 Belge”. İnternet ortamında pdf dosyası mevcuttur. 28 nolu belge 22 Mayıs’ta Samsun’daki İngiliz görevlilerle görüşmeyi bildirmektedir. Halbuki bize, Bandırma vapurunun, Sultan’dan ve İngilizlerden gizlice İstanbul’dan ayrıldığı, vapurun Sultan ve İngilizler tarafından batırılma tehlikesine karşı son derece ihtiyatlı ilerlediği ezberletilmişti. Halen buna inanlar var gibi!
Cumhuriyetin ilanı ve saltanatın kaldırılmasından hemen sonra Sultan Vahdettin’in İngiliz gemisiyle İstanbul’dan ayrılması mı? İstanbul’da kalarak yine İngiliz işgal kuvvetleri komutanlığının talimatıyla kendi muhafız birlikleri ile Kurtuluş Savaşı’nı gerçekleştirmiş askerimizin çatışması daha mı uygundu?
Yüzyıl önce Saltanat-ı Osmaniye veya Hilafet-i Seniyye, tarihteki yerini almıştır. Bununla beraber tarihin en uzun ömürlü, en âdil ve en kritik coğrafyasında hüküm süren bu idarenin merkezden taşraya, hükümet sisteminden mahalle düzenine her ayrıntısı bu milletin adalet, refah, şeref ve haysiyetinin izlerini taşımaktadır. Esasen hiçbir devlet veya yönetici zulüm, baskı, keyfi yönetimle uzun ömürlü olamamıştır. Oryantalist temelli yalanlarla bir devri karalamanın, kendi çirkin fantazilerini padişahlara mal etmenin en önemli sonucu, yetişen nesli, tarihine ve ecdadına düşman ederek kimlik ve gelecekle ilgili özgüvenini yok etmektir. Osmanlının son padişahına kadar siyasi ilişkilerini, idari, sosyal ve ekonomik düzenini öncelikle birincil kaynaklardan, karşılaştırmalı olarak ele alan her araştırmacı bu gerçeği görmektedir. Birçok batılı araştırmacılar, diplomatik yazışmalar da bu gerçekleri teslim etmektedir. Gazze’de, Doğu Türkistan’da, Hindistan’da, bütün Orta Doğu ve Afrika coğrafyasında Hristiyan-Siyonist projeler temelli soykırım, zulüm, soygun, işkence ve tecavüzler devam ederken bir asır önce tarihe karışmış kişilere iftiralarla toplumu meşgul etmek aynı zamanda yaşanan cinayet ve çirkinlikleri perdelemek, hatta destek olmaktır. Eğer maksat bilimsel, tarihi gerçekler ise arşivlere başvuralım. Önü arkası makaslanmış bir belgeden değil, konuyla ilgili bütün yazışmaları, evarkı, delilleri dikkate alalım.
twitter.com/alaeddinyalcink
Bir yanıt yazın