Hayret verici siyasi kehanetler
1951’de Amerika’da yayımlanan Caucasus dergisinde “Hayret verici siyasi kehanetler” başlığı altında bir yazı yayımlanıyor. Bu yazı Atatürk’le General McArthur arasında 1932 yılında yapılmış olan bir konuşmayı naklediyor. Generalin sorusu üzerine Atatürk, yakın gelecekteki savaş ihtimalleri üzerine şu tahlil ve tahminlerde bulunuyor: “Almanya, kısa sürede büyük bir ordu meydana getirebilecek ve İngiltere ile Rusya hariç, bütün Avrupa’yı işgal edebilecek yetenektedir.
Savaşın patlaması 1940-1945’ten daha sonraya kalmayacaktır. Fransa büyük bir askeri güç oluşturma yeteneğini kaybetmiştir. İngiltere artık, adalarının savunması bakımından Fransa’yı hesaba katamaz. İtalya Mussolini’nin yönetiminde şüphesiz önemli ölçüde yükselmiş ve ilerlemiştir. Mussolini, gelecek savaşa katılmaktan kaçınırsa, İtalya’nın dış görünüşündeki büyüklüğün yarattığı tehditten yararlanarak, barış konferansı masasında ana rollerden birini oynayabilir. Ama, korkarım ki, İtalya’nın bugünkü şefi, bir Sezar rolü oynamanın cazibesine dayanamayacak ve İtalya’nın bir askeri güç olma yeteneğinden uzak olduğu gerçeğini hemen ortaya koyacaktır.
Amerika, tıpkı geçen savaşta olduğu gibi, tarafsız kalamayacak ve Almanya, Amerika’nın savaşa katılması sonucu yenilecektir. (…) Avrupa’da patlayacak savaşta, zafer kazanacak olan İngiltere, Fransa ve Almanya değil, fakat, Bolşevik Rusya olacaktır.” (Cemal Erginsoy, Atatürk’ü Araştırma Merkezi Dergisi, sayı 2, s. 538.) Amerikan dergisi, bu konuşmayı “hayret verici kehanet” olarak vasıflandırıyor. Sonradan gelişen olayların, bu yorumları ‘yüzde yüz’ oranında doğrulamış olması karşısında, dergi, daha başka nasıl bir niteleme yapabilirdi? Arnold Toynnbee diyor ki: “Bir an için tahayyül ediniz ki: Batı dünyasındaki rönesans, reformasyon, bilim ve düşünce ihtilali, Fransız inkılabı ve sanayi devrimini, Atatürk, bir insan ömrüne sığdırmıştır.” (s.559)
Prof. Dr. Herbert Melzig diyor ki: “Büyük Yunan filozofu Platon’un, ‘Krallar filozof olsa ve filozoflar kralların tahtında otursaydı…’ şeklindeki dileği, iki bin yıllık tarihte gerçekleşmedi. Halbuki, 20. yüzyılda ilk defa olarak Atatürk’ün şahsında Platon’un istediği gibi kelimenin tam anlamıyla bunu görmekteyiz. O, dâhi bir fikir adamı olarak bir milletin, yani Türk milletinin mukadderatını ele almış ve bu milletiyle atıldığı Kurtuluş Savaşı, bu milletin medeni durumunu değiştirmiş bir inkılap ve diğer milletlerin haklarını da koruyan barış ile insanlığa muhteşem bir örnek vermiştir…”
Birol Akkerman