CUMHURİYET ve DEMOKRASİ (15)   

          Bu konuyu, bu yazı dizisi boyunca uzattığımız sanılabilir.

          Oysa Cumhuriyet’imizin yüzüncü yılı gibi tarihsel bir dönüm noktasında, ne Cumhuriyet ve ne de kurucu iradesi olan Mustafa Kemal gereği gibi işlenmiştir diyoruz.

          O nedenle, sıradan yurttaşlarımız olduğu kadar ve onlardan daha fazla, Cumhuriyet’i anlatmak konumunda olan akademisyen, aydın, entelektüel vb kesimlere de Cumhuriyet’i anlatmak gerektiğini ileri sürüyoruz.

          İddia ediyorum, bu konuda söz söyleme yetkinliğine sahip insan (compétent)  sayısının Türkiye’de bir elin parmaklarını geçmediği apaçık ortaya çıkmış bulunmaktadır.

          Oysa, örneğin Fransız Devrimi’nin İki yüzüncü yıl kutlamaları sırasında, Devrim’le yani Cumhuriyet’le ilgili Fransızca ve yabancı dillerde iki yüzün üzerinde bilimsel çalışma yayımlanmıştır.

          Bunlardan birinde, Hobsbawm, Devrimin tarihi değil ama, onun algılanış ve yorumlanışının tarihi ve son iki yüzyıla bıraktığı iz (ve miras) konusunda yeterli yayın yapılmadığından yakınacaktır (1).

          Türkiye’de ise, Mustafa Kemal’in Cumhuriyet’in ilan edileceği günün akşamında ne yediği, o gece hangi pijamasını giydiği, Meclis’e gelirken kaç sigara içtiği gibi konuları anlatmakla yetinildiğini gözlemliyoruz.

          Böylece, örneğin Montesquie’nün hangi eserinin hangi tümcesini çizdiği ya da Rousseau için ne düşündüğünü öğrenmek gibi bir amaçlarının olmadığını anlıyoruz.

          Hal böyle olunca, Cumhuriyet ne imiş, nasıl korunması gerekirmiş ve ya da bugün Cumhuriyet’ten geriye ne kalmışı değerlendirecek temel bilgilerden yoksun kalınmış olmaktadır.

          Kuşkusuz, yurttaşların çoğunluğu için tarih, bir anlamda ‘algı’ işi olup, öznel ve dolayısıyla da sınırlı bir ‘bilgi’ olarak kalacaktır.

          Ancak Cumhuriyet’e olağanüstü saldırıların yapıldığı şu son yıllarda, özellikle bilinçli çarpıtmaları ortadan kaldıracak, nesnel kanıtlardan hareketle derinlikli çalışmalar da yapılamaz mıydı?

          Nitekim, Hobsbawm, örneğin Fransız Devrimi’nin belli bir dönem, Guizot gibi liberal tarihçiler elinde ‘Burjuva Devrimi’ olarak yorumlanmasına karşın, güncel politik mücadelelere (enjeux) bağlı olarak yeniden ‘yorumlanma’ zorunluluğuna da dikkat çekmektedir.

          Örneğin, 1908 Genç-Türk Devrimi’nde olduğu gibi, Yirminci Yüzyıl başındaki hemen hemen tüm Ulusal Bağımsızlık Devrimleri (ki Millî Demokratik Devrimler olarak da adlandırılmaktadır), Fransız Devrimi’nin marşı olan Marseillaise (marseyyez) ile Eşitlik/Özgürlük/Kardeşlik sloganlarıyla yapılmışlardı.

          Dahası, zamanında Marx ve Engels’in olduğu kadar, Sovyet Devrimi’ni yapan Lenin’ler Trotzki’ler de Fransız Devrimi’nin özellikle ‘İnsan ve Yurttaş Hakları’ bildirgesi ile devrim eylemlerine gönderme yaptıklarını biliyoruz.

          Ve yine, bir ara, bir siyasal parti başkanının, ‘Kahrolsun istibdat yaşasın hürriyet’ gibi bir slogan atmasının, hem tarihsel bir gönderme olması ve hem de güncel politik baskıya karşı olması dolayısıyla nasıl heyecanla karşılandığına tanıklık ettik.

          Demem o ki, Cumhuriyet’imizin yüzüncü yılı gibi önemli bir dönemeçte, o günlerin zorluklarını sıralamak yerine, bilgiye dayanan ve geleceğe yönelik heyecan verecek çalışmaların yapılıp eylemlerin konması gerekiyordu.

          Bayrakları sallayarak şarkılar ve marşlar söylenmesine kimsenin karşı çıktığı yok.

          Ancak, bilgi ve birikim dolu konuşma ve bildirilerle Cumhuriyet karşıtı iktidarı sallayacak eylemlere çok daha fazla yer verilebilirdi.

          Dahası, bir Cumhuriyet’çi için kutlama haftası geçti demek lüksü yoktur diyor ve bu konuda yazmaya devam edeceğimizi bir kez daha belirtiyoruz.

          Çünkü bir Devrimci için, Cumhuriyet ve Cumhuriyetçilik tarihi sürekli bir başvuru kaynağı olup, değişme ve gelişmenin de onsuz olmaz koşuludur.

          Hem Cumhuriyetçi ve hem de Halkçı olduğu ileri sürülen CHP için ise, varoluş koşuludur desek abartmış olmayız.

          Kuşkusuz Cumhuriyet’le ilgili yurt-içinde olduğu gibi, yurt-dışında da tarihsel, felsefî ve bilimsel çalışmalar yapılabilir ve yapılmalıdır.

          Örneğin, 1935 yılında, Paris’te Dr Cafer Tayyar’ın çalışması eksiklerine karşın, bugün, belki ‘Derin halkçılık’ (Ultra-popularisme) diyebileceğimiz bir çalışmaya imza atmıştı (2).

          (Sürecek)

(1) Eric J. Hobsbawm, Fransız Devrimi‘ne Bakış, -İki Yüz Yıl Sonra Marseillaise’in Yankıları, Türkçesi Osman Akınbay, agora kitaplığı, Istanbul, 2009

(2) Dr Djafer Tayyar, L’Ultra-Popularisme- philosophie moderne de Kamâl Atatürk, Librairie orientaliste Paul Geuthner, Paris, 1935. Ne yazık ki, özellikle yurt-dışında yaşayan Türkler’in her konuda olduğu gibi, bu konuda da yeterli çalışma yapmadıklarını saptayabiliyoruz.

          Bu konuyu, bu yazı dizisi boyunca uzattığımız sanılabilir. - cumhuriyet tarihi

Yorumlar

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir