Avrupa Birliği’nde (AB) aday ülkelerin “Kopenhag Kriterlerine” uyum konusunda sağladığı gelişmeleri yıllık olarak değerlendiren raporlar, 2016 yılına kadar “İlerleme Raporu,” daha sonra “Ülke Raporu” adıyla yayınlanmaktadır. Ülke raporları, Komisyon’unun görüş ve değerlendirmelerini yansıtan önemli belgelerdir.
Avrupa Birliği Komisyonu, 2023 yılı Genişleme Strateji Belgesi ile Türkiye dahil tüm aday ve potansiyel aday ülkeler için hazırlanan Ülke Raporları’nı 8 Kasım’da açıklamıştır. Türkiye Raporu, Komisyon tarafından hazırlanan 25’nci Rapor olup, AB’nin Türkiye’ye yönelik önyargılı yaklaşımının devam ettiğini göstermektedir. Komisyon, geçen yıl genişleme sürecindeki ülkelerin başta Kopenhag Kriterleri ve AB müktesebatına uyumunu gösteren ülke raporunda, Türkiye’nin demokratik kurumlarının işleyişinde ciddi eksiklikler olduğunu, “demokrasi ve insan hakları alanlarında gerilemenin devam ettiğini” açıklamıştır.
Türkiye ile Avrupa Birliği ilişkileri, 1964 yılından bu yana yürürlükte olan “Ortaklık Anlaşması” (Ankara Anlaşması) kapsamında yürütülmektedir. Türkiye-AB arasında 1995 yılında Gümrük Birliği gerçekleşmiş, Aralık 1999 tarihli AB Zirvesi’nde Türkiye’ye “aday ülke” statüsü verilmiş, katılım müzakereleri Ekim 2005’te başlamıştır.
Bu sürede 16 başlık müzakereye açılmış, biri geçici olarak kapatılmıştır. Haziran 2019 tarihli AB Genel İşler Konseyi’nde mevcut koşullar altında, Türkiye ile yürütülen katılım müzakerelerinin fiilen durma noktasına geldiği, bundan sonra bir başlığın açılmasının ya da kapatılmasının mümkün görünmediği açıklanmıştır. Gümrük Birliği’nin güncellenmesine yönelik çalışmalar yapılmasının öngörülemediğine işaret eden Haziran 2018 tarihli Konsey Kararı’na da atıf yapılmıştır. Müzakere sürecinde çok önemli konu, sözde Ermeni soykırımının tanınmasıdır.
Avrupa Birliği, başta Avrupa Parlamentosu olmak üzere 1980’li yıllardan buyana 1915-1917 olaylarını Birleşmiş Milletler’in 9 Aralık 1948 tarihli kararındaki “soykırım” tanımına uygun görerek soykırım/genocide olarak kabul etmiştir. Bu ön kabul ile iletişim stratejisini inşa eden Avrupa Parlamentosu, Türkiye’nin kararı kabul etmesini istemiş ve sözde Ermeni soykırımını reddetmesinin Avrupa Birliği üyeliğinin engeli olduğunu açıklamıştır.
Türkiye’nin o zamanki ismiyle Avrupa Topluluğu’na üyelik başvurusundan hemen sonra, 1987’de Avrupa Parlamentosu’nda soykırımı iddialarını kabul ettiren Ermeni diasporası, bu yolu da zorlayarak amacına varmak istemektedir. (https://www.academia.edu/29189840/Avrupa_Birli%C4%9Fi_nin_Ermeni_Soyk%C4%B1r%C4%B1m%C4%B1_Sorunundaki_%C4%B0leti%C5%9Fim_Stratejisi_1987_Referans_AP_Karar%C4%B1_%C3%96rne%C4%9Fi?email_work_card=title)
Türkiye ile Avrupa Birliği ilişkileri, 1964 yılından bu yana yürürlükte olan “Ortaklık Anlaşması” (Ankara Anlaşması) kapsamında yürütülmektedir. Türkiye-AB arasında 1995 yılında Gümrük Birliği gerçekleşmiş, Aralık 1999 tarihli AB Zirvesi’nde Türkiye’ye “aday ülke” statüsü verilmiş, katılım müzakereleri Ekim 2005’te başlamıştır.
Müzakereler kapsamında 16 başlık müzakereye açılmış, biri geçici olarak kapatılmıştır. Haziran 2019 tarihli AB Genel İşler Konseyi’nde mevcut koşullar altında, Türkiye ile yürütülen katılım müzakerelerinin fiilen durma noktasına geldiği, bundan sonra bir başlığın açılmasının ya da kapatılmasının mümkün görünmediği açıklanmıştı. Gümrük Birliği’nin güncellenmesine yönelik çalışmalar yapılmasının öngörülemediğine işaret eden Haziran 2018 tarihli Konsey Kararı’na da atıf yapılmıştır.
Sözde soykırımının tanınmasının yanında AB’nin, demokrasi, hukukun üstünlüğü, temel haklar ve yargının bağımsızlığının sürekli kötüye gitmesi konusunda duyduğu endişeler giderilememiş, birçok alanda ilerleme yerine gerileme olmuştur.
Geçen yıl gündeme gelen demokrasi, temel haklar, yargı gibi konulardaki eleştiriler bu yıl da yer almıştır. Geçen yıl, 18 Mart 2016 tarihli AB-Türkiye mutabakatının sonuç verdiği, Türkiye’nin göç akışını etkin biçimde yönetmekte kilit rol oynamayı sürdürdüğü açıklanmış, 18 Mart Mutabakatı’nda AB’nin üzerine düşen yükümlülükler hakkında bir değerlendirme yapılmamıştır.
Geçen yıl, Türkiye’nin demokratik kurumlarının işleyişinde ciddi eksiklikler olduğu, raporlama döneminde demokratik gerileme ve derin siyasi kutuplaşmanın devam ettiği, sivil toplumun sürekli bir baskıyla karşı karşıya kaldığına dikkat çekilmişti. Türkiye’nin AB -Türkiye Gümrük Birliği kapsamındaki yükümlülüklerinden sapmaları olduğu açıklanan raporda, ülkenin jeopolitik risklere ve küresel finansman koşullarındaki değişikliklere maruz kaldığına değinilmiş, AB müktesebatına uyum konusunda ilerleme göstermekten uzak olduğu da kayda geçirilmiştir.
Başlıkta yer aldığı gibi Türkiye AB gündeminden düşmüştür.
Çünkü “sözde” aday bir ülke olan Türkiye’de Avrupa Birliği Bakanlığı kapatılmıştır. Şimdiye kadar hiçbir aday ülkede AB Bakanlığı kapatılmamıştı. Bunun anlamı açıktır: Hükümet artık üyeliğin gerçekleşmeyeceğini anlamıştır. Tarafımdan 1982 yılında DPT’da rahmetli Turgut Özal’ın talimatı ile “AET Dairesi” kurulmuş, bu Daire’nin kurulmasından sonra bürokraside AB ile ilgili bir yapılanma olmuştur. DPT AET Dairesi daha sonra Genel Müdürlük olmuştur. Son Genel Müdürü Cumhurbaşkanı Yardımcısı sayın Cevdet Yılmaz’dır.
AB Komisyonu, zaman içinde Türkiye’yi “Ortadoğu ve Kuzey Afrika” birimine kaydırmıştır. Türkiye, Avrupa Birliği Komisyonu’nun “Komşuluk ve Genişleme Müzakereleri Genel Direktörlüğü” (NEAR) bölümünde, Ortadoğu ve Kuzey Afrika biriminde yer almıştır. Komşuluk ve Genişleme Müzakereleri Genel Direktörlüğü’nde yeni bir yapılanmaya giden Komisyon, Türkiye’yi de içine aldığı, daha önce Ortadoğu ve Kuzey Afrika olan birimin adını “Güney Komşuları ve Türkiye” olarak değiştirmiştir. AB’den bir kaynak “Bu tür iç yapılanmaların tamamen AB’nin kendisini ilgilendiren şeyler olduğunu ve dışarıya karşı herhangi bir açıklama veya izahat gerektirmediğini” açıklamıştır. Türkiye artık AB’ye göre Avrupalı değil, Ortadoğu’lu ve Kuzey Afrika’lı bir ülke olmuştur.
Bu alanda çok sayıda kitap ve çalışmaya imza atan biri olarak son Rapor, Türkiye AB ilişkilerinin artık devam eden üyelik süreci dışında yeniden düzenlenmesi gerektiğini ortaya koymuştur. Çünkü, açılan yeni birim ve alt masaları şöyledir: “B – Komşuluk Güney ve Türkiye Birimi B.1 Ortadoğu B.2 Güney Bölgesel Komşuluk İşbirliği ve Ekonomik Yatırım, B.3 Kuzey Afrika, B.4 Türkiye.”
İspanya’nın AB nezdindeki Büyükelçisi Manuel de la Cámara’nın Eylül 2021 tarihli yazısının son paragrafındaki tespit çok önemlidir: “ AKP ve Erdoğan’ın artan otoriter eğilimleri, Türkiye’nin Batı ile ilişkilerine zarar veriyor ve modernleşme sürecini yavaşlatıyor. Aynı zamanda Türkiye’nin imajına da zarar veriyorlar ve uluslararası etkisini azaltıyorlar.”
Avrupa Birliği’nin ve Batı’nın Türkiye’ye karşı uyguladığı çifte standartlara ben “BOBON KRİTERLERİ” diyorum. Bu kriterler Avrupa Birliği’nde Türkiye’ye yönelik yapılan ayırımcılığı belirtmek üzere tarafımdan kullanılan ve Türkçe literatüre giren bir kavramdır. BOBON kriterlerinin açılımı şöyledir: BO: Bizden Olanlar, BON: Bizden OlmayaNlar. Türkiye, AB tarafından BON kapsamında algılandığı için daima önüne engel çıkarılan ülke olmuştur. Dönemin Avrupa Birliği BakanıEgemen Bağış, ziyaret ettiği Malta´da Türkiye´nin AB´ye entegrasyon sürecinin yüzde 60´nın tamamladığını, siyasi engeller olmazsa 2-3 yıl içinde kolayca üye olabileceğini vurgulamıştır ama bu hayal gerçekleşmemiştir. Malta ziyareti sırasında Times of Malta gazetesine mülakat veren Egemen Bağış, “Müzakere sürecinde siyasi blokaj olmasa iki üç yıl içinde kolayca üye olabilirdik” açıklamasında bulunmuştur. Bu, gerçek dışı, tamamen siyasi bir demeçtir: “If they want Malta to support Turkey’s bid to join the EU they should first hold a referendum to see what the Maltese think about it. I am sure that at least three-quarters of the population are against.”“Eğer Malta’nın Türkiye’nin AB’ye katılım hedefini desteklemesini istiyorlarsa, önce bir referandum yaparak Maltalıların bu konuda ne düşündüğünü öğrenmeliler. Nüfusun en az dörtte üçünün karşı olduğuna eminim.”
“Başbakan ve Malta’nın yeni Türkiye Büyükelçisi, Malta’nın Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne katılım hedefini desteklediğini söylemekten vazgeçmelidir. Eğer bu onların kişisel görüşüyse, onların da kendi fikrine hakkı var ama bunu Maltalı yapmamalılar…”
Eski Başbakan Tansu Çiller’in 7 Mayıs 1995 tarihli Hürriyet Gazetesi’ne verdiği “En geç 1998’de Avrupa Birliği’ne üyeyiz” demeci, günümüz için ne kadar geçerli olduğunu sayın Çillere sormak gerekir. Bir siyasetçi ağzından çıkan her sözcüğün sorumluluğunu taşımadığı sürece, halk tarafından bir süre sonra terk edilir. (S. Rıdvan Karluk, Avrupa Birliği ve Türkiye, Beta Basım, 9. Baskı, 2007, s. 693.)
Aradan onlarca yıl geçmiş ama sadece bir başlık geçici olarak kapatılmıştır. Bu durum, AB’ye sonradan üye olan ülkeler arasında bir rekor olup, bu, işin bittiğinin kanıtıdır.
Cumhurbaşkanı sayın Erdoğan 17 Haziran 2021 tarihinde “AB’ye tam üyelik mücadelemizin artık neticelenmesini istiyoruz” demiştir ama bu açıklama da Başbakan Çiller’in açıklaması gibi “suya yazılan yazı” olmaktan öteye geçememiştir. Cumhurbaşkanı, Antalya’da Güneydoğu Avrupa Ülkeleri Zirvesi’nde “Türkiye’nin tam üye olarak yer almadığı bir AB’nin çekim ve güç merkezi olma hedefine ulaşması mümkün değildir” söylemine AB cevap vermemiştir.
Başbakan Erdoğan, 18 Temmuz 2012 tarihinde Rusya ziyaretine atıfta bulunarak, Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’e “Zaman zaman bize takılıyorsun. AB’de ne işin var diyorsun. O zaman ben de şimdi size takılayım. Hadi gelin bizi Şangay Beşlisi’ne dahil edin, biz de AB’yi gözden geçirelim” demiştir. Kanal 24’te gazetecilerin sorularını cevaplandıran Erdoğan şunları söylemiştir:
”Hükümetinize yönelik devamlı olarak eleştiriler var. Bunlardan bir tanesi, ‘AK Parti kurulduğu yıllarda AB hedefine kilitlenmişti ama son dönemde bu hedefi biraz boşlar gibi oldu’ eleştirisi. Siz bu değerlendirmelere ne diyorsunuz” sorusunu, “Bu mümkün mü? Bunun en güzel örneği ilk defa bizim hükümetimizde salt görevi AB olan bir bakanlık kuruldu ve bu bakanımın tek görevi var, AB üyesi ülkeleri fellik fellik dolaşacak ve bu işin sürekli propagandasını yapacak.”
“2023’e Avrupa kalır mı sizce” sorusu yöneltilen Erdoğan, ”Kalır, kalmaz ama AB’nin hali ortada şu anda. Maastricht kriterlerini karşılayamıyorlar. Biz evelallah karşılıyoruz” açıklamasında bulunmuştur ama bugünkü gerçekler Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı doğrulamamaktadır. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ”… bizim hükümetimizde salt görevi AB olan bir bakanlık kuruldu” açıklaması yerindedir ama şu soruyu sormanın tam zamanıdır: “AB Bakanlığı şimdi nerede?” Bilen var mı? Müzakere sürecinde hiçbir aday ülke AB Bakanlığını kapatmamıştır. Dışişleri Bakanlığı bu yükün altından kalkamaz.
Bunun için rahmetli Özal “DPT AET Dairesi”ni ülke demokrasiye geçer geçmez kurdurmuştu. Bu Daire zamanla Genel Müdürlük olmuş, ayrıca bir de AB Bakanlığı kurulmuştu. “DPT AET Dairesi” kaldırılınca bu Daire’yi kuran ve ilk Başkanı olarak bunun doğru bir karar olmadığını açıklamıştım. Ne kadar haklı olduğum zaman içinde görülmüştür.
Rapor’da yer alan siyasi kriterler ile Yargı ve Temel Haklar faslındaki mesnetsiz iddialar ve haksız eleştiriler Türkiye’ye yönelik çifte standarttır. 23. Yargı ve Temel Haklar ile 24. Adalet, Özgürlük ve Güvenlik fasılları 2009 yılından sonra bir üye ülkenin siyasi engeli yüzünden açılamamışken, üye ülkeler bakımından kendi aralarında bile tartışmalı temel haklar alanındaki pek çok konuda Türkiye’ye yönelik haksız iddialarda bulunulması, AB’nin samimiyetsiz ve çifte standartlı yaklaşımının bir göstergesidir.
Aday ülke Türkiye ile dış politika, bölgesel gelişmeler, güvenlik, savunma ve sektörel konularda mevcut üst düzey diyalog ve işbirliği mekanizmaları engellenirken, bu kritik alanlarda AB politikalarına uyumumuzun azaldığını ileri sürmek bir çifte standarttır. Türkiye’nin Gümrük Birliği yükümlülüklerini yerine getirmemesinin ikili ticari ilişkilerin önünde bir engel olduğu iddia edilirken, güncelleme müzakerelerinin engellenmesi kabul edilemez.
Rapor’un Doğu Akdeniz, Ege ve Kıbrıs konularındaki bölümlerinin hukuk ve gerçek dışı Rum/Yunan tezlerini yansıtması, KKTC’nin haklı politikalarını görmezden gelen dışlayıcı tutumun sürdürülmesi, AB’nin dayanışma kisvesi altında taraflı ve haksız tutumunu gözler önüne sermektedir.
Bu haksızlık ve çifte standartlara ben “BOBON Kriterleri” diyorum. Bu kriterler Avrupa Birliği’nde Türkiye’ye yapılan ayırımcılığı belirtmek üzere ilk defa tarafımdan kullanılan ve Türkçe literatüre giren bir kavramdır. BOBON kriterlerinin açılımı söyledir: BO: Bizden Olanlar, BON: Bizden OlmayaNlar. Türkiye, bazı AB liderleri (geçmişte Merkel ve Sarkozy) ve Avrupalılar tarafından BON kapsamında algılandığı için daima önüne engel çıkarılan ülke olmuş, Ankara ve Brüksel’deki terör olaylarını kınama konusundaki farklı tutumlar buna örnek oluşturmuştur.
AB’nin Kıbrıs’ta olası bir çözüme ilişkin Rum tezlerini kayıtsız şartsız savunması, çözüm sürecine zarar vermektedir. Adaylığımızı, kuru bir cümle olarak değil, AB’nin eylem ve söylemlerinde, somut adımlarında görmek istemek Türkiye’nin hakkıdır. AB, Türkiye’nin katılım sürecinin önündeki engelleri kaldırmadığı ve ahde vefa ilkesinin gereklerini yerine getirmediği sürece AB ile ilişkilerin yeniden düzenlenmesinde yarar vardır. Hükümet, AB Bakanlığını kaparak bu konuda adım atmıştır ama arkası gelmemiştir. Türkiye AB üyesi olamayacaksa, ilişkilerin karşılıklı menfaate dayalı bir modelde yeniden düzenlemesi gerekir. Bunun en sağlıklı yolu, Gümrük Birliği’nin genişletilerek, emeğin serbest dolaşımının da sağlanmasında yatar.
*****
Japonlar Ermeni Soykırımını Tanımayı Reddetti
Japonya’nın en büyük TV medyası NHK’nin World Kanalı haberine göre; 24 Nisan sözde Ermeni soykırımı için Ermeni diasporasının Japon devletine “Gelin bu yıl soykırımı siz de tanıyın” teklifine Japonlar olumsuz cevap vermiş ve her yıl aynı teklifi getirmemeleri ricasında bulunulmuştur. Bunun üzerine Ermeni diasporası ikinci bir teklifte bulunarak Japonya’ya; “Peki şimdilik soykırımı tanımayın ama gelin Türkler’in yaptığı katliam için diktiğimiz soykırım anıtına çiçek bırakın, bakın dün Türklerle aynı dine inanan (İslam) ve Türkler’in ümmet dedikleri Arap dünyası Ermeni Soykırımını tanıyarak, soykırım anıtını ziyaret etti ve Türk kamuoyunda haber bile olmadı, siz Japonların endişelenmesine hiç gerek yok” teklifine karşılık; Japonların; “Bizim ülke dinamiklerimiz ve Türklere bakış açımız farklı” diyerek ikinci teklifi de reddetmişlerdir.
Sözde Ermeni soykırımını tanımayan bazı ülkeler şunlardır: Azerbaycan, Birleşik Krallık, Danimarka, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti, Özbekistan, Arnavutluk, Bosna-Hersek, Kosova, Pakistan, İsveç, İspanya, Norveç. Fakat, Avrupa Konseyi ve Avrupa Parlamentosu sözde Ermeni Soykırımını tanımıştır. ABD, Büyük Britanya, Brezilya, İspanya, Avustralya ve Bulgaristan’da soykırım resmi devlet duruşu olarak kabul edilmezken, bazı eyalet ve bölgelerde soykırım tanınmıştır.
Avrupa Parlamentosu, Türkiye’nin bu kararları kabul etmesini istemiş ve Ermeni soykırımını reddetmesinin Avrupa Birliği üyeliğinin kesin engeli olduğunu açıklamıştır. Türkiye’nin Avrupa Topluluğu’na tam üyelik başvurusundan hemen sonra, 1987’de Avrupa Parlamentosu’nda soykırımı iddialarını kabul ettiren Ermeni diasporası ve lobileri, hedeflerine bu yolu da zorlayarak varmak istemektedirler.
Avrupa Birliği başta Avrupa Parlamentosu olmak üzere 1980’li yıllardan bu yana 1915-1917 olaylarını Birleşmiş Milletler’in 9 Aralık 1948 tarihli kararındaki “soykırım” tanımına uygun görerek soykırım/genocide olarak ilan etmiştir. Avrupa Parlamentosu, Türkiye’nin de bu kararları kabul etmesini istemiş ve Ermeni soykırımını reddetmesinin Avrupa Birliği üyeliğinin kesin engeli olduğunu açıklamıştır. Avrupa Parlamentosu 1987, (https://www.armenian-genocide.org/Affirmation.152/current_category.7/affirmation_detail.html) 2000, 2002, 2005 ve 2015 yıllarında (https://www.armenian-genocide.org/Affirmation.341/current_category.7/affirmation_detail.html) Ermeni tehcirini soykırım olarak tanımıştır.
Avrupa Parlamentosu’nda soykırımı iddialarını kabul ettiren Ermeni diasporası (September, 28, 2005) Türkiye’nin AB üyelik sürecini baltalayarak hedeflerine ulaşmak istemektedirler. .(mia.edu/29189840/Avrupa_Birliği_nin_Ermeni_Soykırımı_Sorunundaki_İletişim_Stratejisi_1987_Referans_AP_Kararı_Örneği?email_work_card=view-paper) Buna karşılık Türkiye daima savunmada kalmakta, Ermeni tehcirinin bir soykırım olmadığına ilişkin olarak Büyükelçiliklerinde Ermenistan’ın yaptığı gibi ayrı bir sayfa açmamakta, Ermeni terör örgütü ASALA tarafından şehit edilen Türk diplomatlarına yer vermemektedir. Bu konuyu birkaç defa Turkish Forum’da (ABD) gündeme getirmeme rağmen, önerim görmezden gelinmiştir.
*****
Bir yanıt yazın