Cumhuriyet’in ‘eğitilmiş insan’larla yaşayabileceğini söylemiştik.
Cumhuriyet okulu sever (ve onurlandırır –l’honore); Demokrasi ise ona kuşkuyla bakar (ve savsaklar-néglige) diyor Régis Debray.
Ancak her ikisi de okulda ‘felsefe’den kaçınır diye ekliyor.
Çünkü, Montesquieu, “Cumhuriyet hükûmeti, eğitimin tüm gücüne gereksinme duymaktadır” diyerek bir yandan ‘eğitimin gücü’ ve ondan kendince ‘yararlanmak’ isteğinin hem Cumhuriyet ve hem de Demokrasi için nasıl yaşamsal olduğunu dillendirmiş olmaktadır.
Bununla birlikte, okuma yazma bilmeyenlerin çoğunlukta olduğu bir Cumhuriyet ya da Demokrasi’nin bir ‘Cercle-carré’den başka bir şey olmayacağı söylenebilir.
Daha çok ‘estetik’ yayınların kapağında gördüğümüz (çember-kare) sembolü, aslında matematik ve geometride bilinen bir ‘çözümsüz sorun’a işaret etmektedir.
Yani, önceden çözümsüz olduğunu bildiğimiz bir ‘problem’i yansıtan çember içindeki kare, bir yandan bir ‘sorun’a işaret ederken öte yandan onun ‘çözümsüz’ olduğunu daha baştan biliyor olmamız demektir.
Çünkü, ussal olmayan Pi sayısının doğası gereği, cebirsel olmayan anlamda ‘aşkın’ ve ‘oluşturulamaz’dır.
Eğer ‘sorun’ nerde ise ‘felsefe’ oradadır denilecek olursa; çember-kare felsefenin de üzerine eğildiği bir konu olacaktır.
Nitekim, Benoît Schneckenburger, “Halkın, halk için ve halk tarafından yönetimi” formülünün Demokrasi için Regis Debray ise Cumhuriyet için birer ‘çember-kare’ sorunu olduğuna işaret etmektedirler. (1)
Gerçekten de, Demokrasi ve Cumhuriyet, nasıl hem kuran ve hem de kurulan, hem yöneten ve hem de yönetilen olabilmektedirler?
Halk, hem ‘iktidarda’ olacak ve hem de ‘iktidara karşı’ olmayacak mıdır?
‘Eğitim sorunu’na dönülecek olursa; eğitim ve öğretimi biri birlerinden ayırmak gerekecektir. Çünkü Debray Cumhuriyet için eğitim ve öğretimin önemine işaret ederken, Demokrasi için öğretimin pek önemli olmayabileceğini ileri sürmektedir.
Ya da Demokrasi için bilgili insanlara gereksinme duyulmayabilecektir.
Nitekim, Türkiye’de, Demokrasi’ye geçişi çok partili yaşama geçişe bağlayan bir galatı meşhur vardır.
Ancak, eğer bilinçli olmayan seçmenlere dayanan bir çoğunluk tarafından ‘iktidar’ değişimine Demokrasi deniliyorsa, doğrudur; ve yine Cumhuriyet’ten uzaklaşma bakımından da bir gerçekliktir.
Yok eğer, halkın bilinçlendiği ya da Türkçesiyle ‘gözünün açıldığı’ için Demokrasi’ye geçildiği ileri sürülüyorsa, bu tamamen yanlıştır.
Nitekim aynı yanlış son dönem ‘iktidar’ı için de ileri sürülebilir.
AKP’nin ilk dönemlerinde Demokrat olduğu ama son dönemlerinde Demokrasi’den uzaklaştığı tezleri de bu anlamda doğru değildir.
AKP, Cumhuriyet yıkmak üzere iktidara getirilmiş ve gereğini yapmıştır.
Tansu Çiller’in ‘son sosyalist Devleti yıkıyoruz’ sözü bile Cumhuriyet’ten bir tuğla daha çekmek anlamında kullanılmış olup, daha sonraki tuğlaları çekmek ‘onur’u ise AKP’ye kalmıştır.
Bu kısa Türkiye parantezini kapatarak, Debray’in ‘Halkın yarıdan fazlasının okur-yazar olmaması Demokrasi için sorun değildir’ sözünün hakkını teslim etmek durumundayız diyelim.
Oysa bu sorun, çember-kare paradoksu bağlamında Cumhuriyet’in çözmek için çaba harcadığı bir alan olmaktadır.
Burada durup, Cumhuriyet’in olduğu kadar Demokrasi’nin de ‘hayal ötesi’ (-impensable) kavramlar olarak düşülmesi gerektiğini söyleyeceğiz.
Yani, herhangi bir yanlış anlaşılmaya yer vermemek için, her ikisinin de ‘idealize’ edilmesi gerektiğini düşünenlerden olduğumuzu belirtmemiz gerekebilir.
Bununla birlikte, bir ‘durum saptaması’ bağlamında yaşanmış tüm olumsuzlukları da anlatmak durumundayız.
(Sürecek)
(1) Benoît Schneckenburger, “D’un « cercle-carré » : La « démo-cratie »”, Dans Le Philosophoire 2009/2 (n° 32), pages 97 à 108, Cairn.info