SOL/SOSYAL DEMOKRASİ/SOSYALİZM (6)

              Sosyalizmin, ‘şeylerin devinimi’ne uygun ‘düşünce devinimi’ (mouvements des idées) ve yaşamsal sezgilerle gerçeğin aranmasına yönelik bir ‘felsefî pratik’ olduğu söylenecek olursa, bunun bir ‘bilimsel pratik’ olacağı da söylenemez mi?

          İşte sosyalizmin daha önceki tanım ve yorumlarının ötesinde ‘bilimsel sosyalizm’ olarak tanımlanması bu bakış açısıyla olmuştur. Böylece, “Filozoflar, bugüne değin, dünyayı yorumlamakla yetinmişlerdir, oysa asıl olan onu dönüştürmektir” denmiştir.

          Öte yandan, ‘sosyal bilim’ olarak ‘sosyoloji’nin kuruculuğu, yazarının keyfine göre şu ya da bu kişiye atfedilegelmiştir. Ancak Charles Andler, marksist olmadığı halde, gerek Fransa’nın Alsas (Alman) bölgesinde doğup büyüdüğü için Almancayı çok iyi bilmesi ve gerekse Almanya’yı yakından incelemesi nedeniyle, Marx ve Engels’in Manifesto’sunu Fransızca’ya en iyi çevirenler arasında görülebilir. İşte Andler, Manifesto’nun çevirisine yazdığı önsözde, Marx ve Engels’in ‘katkı’ları ile ‘tarihsel materyalizm’in bir ‘ortak yapıt’ (création collective) olarak değerlendirilebileceğini ileri sürmektedir (1).

          Çünkü, Manifesto ve ‘tarihsel materyalizm’in kaynakları olarak; Sürgünler ve Adalet Ligi’nden başlayarak, Alman ekonomist Friedrich List (2), özellikle Fransız Jakoben cumhuriyetçileri, o arada Gracchus Babeuf (1760-1797), Saint-Simon (1760-1825), Charles Fourier (1772-1837), Louis Blanc (1811-1888), Perre-Joseph Proudhon (1809-1865), François Guizot (1787-1874), Auguste Blanqui (1805-1881) ve Adolphe Blanqui (1798-1954) gibi tüm ekonomist ve devrimcilerinin görüşleri sayılabilir diyor.

          Daha sonra, tarihsel materyalizmin, ‘Üç Kaynak Kuramı’ denilen ve İngiliz ekonomistleri, Alman Filozofları ve burada sayılmayan tüm Fransız Devrimcileri’nin görüşlerinin ‘sentezi’ olduğu da ileri sürülecektir (3).

          Burada işlemekte olduğumuz Cumhuriyet ve Sosyalizm kavramları bağlamında, ‘bilimsel sosyalist’lerin, Jaurès’in deyimiyle ‘Cumhuriyetçi Demokrasi’ ya da burjuva ‘Demokratik Cumhuriyet’inin salt ‘burjuva’ karakterinin olmadığı ve ‘sosyalizm’in de temeli olduğunu kabul ettiklerini belirtelim.

          Nitekim, Marx ve Engels’in Alman Sosyal Demokratlarının Gotha (1875) ve Erfurt (1891) programlarında ‘Cumhuriyet’ kavramına gönderme yapmamalarını şiddetle eleştirdiğini biliyoruz.

          Parti programında, bütün bunların “ancak demokratik cumhuriyet içinde bir anlamı olacaktır” tümcesinin sadece bir ‘aldatmaca’ (superchérie) olduğunu ileri süreceklerdir (4).

          Bütün sorun, Cumhuriyet’in Alman ve Fransızlar bakımdan farklı anlaşılmasının tarihsel bir temeli olmasından kaynaklanmaktadır.

          Res Publica ve Reich

          Alman ‘sosyal demokrasi’si ile Fransız ‘sosyalizm’i arasındaki farkın XIXncu yüzyılın başından itibaren, felsefi, bilimsel ve politik olarak tartışıldığını söyleyerek başlayalım.

          Hegel, 1799-1801 yıllarında yazmış olmasına karşın, 1813’te basılan kitabında, Alman toplumunun Latince Res Publica denilen Cumhuriyet’e kapalı olmasının tarihsel bir kökene dayandığını ileri sürmektedir.

          Çünkü diyor Hegel, daha Orta-Çağ Cermen toplulukları ‘özel hukuk’ ilkelerini bilmelerine karşın  Res Publica’nın öngördüğü ‘kamu hukuku’nu tanımıyorlardı.

          Devlet, onlar için tüm halkın ‘ortaklık’ı (bien commun) değil ama bir ‘özel mülk’ (propiété privée) olarak anlaşılıyordu.

          ‘Her şey millet için’ (Alles für die Nation) değil, tersine alınacak  ‘Ne varsa millette millette var’ (Alles von der Nation) biçiminde anlaşılıyordu.

          Burada, çocuğunu askerlik görevi için isteyen Osmanlı paşasına ‘Padişaha söyle benim uçkuruma güvenerek savaş açmasın!’ sözü anımsanabilir.

          Osmanlı toplumunda buna benzer söylencelerin olduğu gözönüne alınırsa, kabaca da olsa Osmanlı yönetiminin de ‘Devlet millet için değil, millet devlet içindir’ anlayışına sahip olduğunu söyleyebiliriz.

          Hatta, ne kadar değiştirilmek istenirse istensin, günümüzde bile ‘Adalet, devleti ele geçirenlerin mülkiyetinin temeli’ olmanın ötesine geçirilememiştir.

          O nedenle, Cumhuriyet’in kuruluşunun yüzüncü yılının kutlandığı şu günlerde, Cumhuriyet şöyle güzel böyle iyi, şöyle adil böyle halkçı türü hamasi söylevlerin ötesinde, aradan yüzyıl geçmiş olmasına karşın, Türk halkının Cumhuriyet’i içselleştirememiş olmasının kökeninde bu ‘tarihsel kalıt’ın olduğunu söyleyeceğiz.

          Alman toplumundaki Reich anlayışının bugün bile aşılamamış olduğunu söylerken, Türk toplumunun da ‘Reis’ anlayışından kurtalamamış olmasını görmezden gelemeyiz.

          Yineleyelim ki, bu yazı dizimizde biz, genel olarak Avrupa’daki düşünsel gelişmeleri özetlerken, asıl olarak Türkiye’de ‘düşüncenin gelişmesi’ne katkı vermeyi amaçlamaktayız.

          Deyim yerinde ise, ‘karşılaştırma’yı okuyucuya bırakan bir çözümleme yapmayı denemekteyiz.

          (Sürecek)

(1) Chales Andler, Le Manifeste communiste de Marx et Engels, I. Traduction nouvelle, II. Introduction historique et commentaire, Paris, Société Nouvelle de Librairie et Edition, 1901. Anan, Lucien Calvié, a.g.m., p.34

(2) Friedrich List (1789-1846), Adam Smith’i eleştirip, gümrük birliği ve ‘korumacılık’ önlemleriyle Almanya’nın birliğinin sağlayabileceğini ileri süren ve kitaplarının Bismarck’ın başucu kitabı olduğu söylenen Alman ekonomist.

(3) ‘Üç Kaynak Kuramı’ üzerine olan makalemize bakılabilir.

(4) Karl Marx-Friedrich Engels, Programme socialiste, Critique des projets de programme de Gotha et Erfurt, Spartacus, Paris, 1948, p.35, Idem

              Sosyalizmin, ‘şeylerin devinimi’ne uygun ‘düşünce devinimi’ (mouvements des idées) ve yaşamsal sezgilerle gerçeğin aranmasına yönelik bir ‘felsefî pratik’ olduğu söylenecek olursa, bunun bir ‘bilimsel pratik’ olacağı da söylenemez mi? - osmanlida millet devler icindir

Yorumlar

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir