Peki ama, demiştik, belli bir döneme ilişkin düşüncelerin, tutarlı bir bütünlük içinde olmaları ile zaman içinde değişim ve dönüşüm göstermelerini nasıl anlayabilir ve açıklayabiliriz?
Bunun için Rhin’in batı yakasına geçip, Alman (entelektüelleri) ve Almanya’nın Fransa’dan nasıl görüldüğüne bakmamız gerekmektedir.
Bu konuda, Fransa’da da ağırlıkları olan iki filozoftan biri Charles Philippe Théodore Andler (1866-1933) diğeri ise Jean Jaurès (1859-1914)tir.
Andler’in tezi ‘Almanya’da Devlet Sosyalizminin Kaynakları’ üzerine iken, Jaurès’inki ‘Alman Sosyalizminin Kökenleri’dir.
İlk bakışta Andler’in ‘Alman Sosyalizmi’ndeki ‘Devlet’in varlığının, sosyalizm idealinden bir sapma, bir anormallik ya da eksiklik olduğuna işeret ettiği apaçıktır.
Nitekim,1912’de ‘Günümüz Almanyasında emperyalist sosyalizm’ olduğunu ileri sürecektir.
Peki ama Andler’in bu kanıya vardıran kendi ‘sosyalizm anlayışı’ nedir diye sorulacak olursa, onun Fransız sosyalizmine bakışını kendi kaleminden okuyabiliriz:
“Benim sosyalizmim, diyor Charles Andler, onu kendime yakın ve sempatik bulmamın yanısıra, özellikle Fichte ve Proudhon okumalarım; Marx’tan önce Lassalle, Bebel ve Liebkneth okumalarım, büyük Fransız sosyalistleri Saint-Simon, Bazard, Fourier ve Cabet hakkında kimi bilgilere sahip olmamın yanısıra Lucien Herr’in sağladığı olağanüstü kaynaklara dayanmaktadır”.
Dikkat edilirse Andler’in, çoğu yazarın çekinmeden söyledikleri gibi bir ‘usta’sı yoktur. Dahası, Marx’ı okuduktan sonra onun ‘değer yasasındaki yanlışlar’ını bile gördüğünü söyleyecektir.
Bununla birlikte Jules Guesde’in Marx’ı anlayamadığını ve tiran gibi davrandığını da söyleyecektir.
Sadece şu paragraflarda adı geçen ‘sosyalist’lerin, deyim yerinde ‘büyük’ ve hatta ‘kurucu’ niteliklerinin yanısıra biribirileriyle ne çok ‘çelişik’ olduklarının altını çizmekte yarar var. Ki, yeri geldikçe, her birine ayrıca değineceğiz.
Ancak, konumuz açısından, şu kadarını belirtmeden geçmek olmaz: Charles Andler, her ne kadar ‘Alman sosyalizmi’ diyorsa da, özde ‘Alman sosyal-demokrasisi’ demek istemekte ve giderek onun da ‘panjermanizm’e ya da ‘panjermanist nasyonalizm’e kaydığını ileri sürmektedir.
Jean Jaurès’e gelince, öncelikle onun da kendine özgü bir ‘sosyalizm’ anlayışının olduğunu ama düşüncesinin temelinin ‘yurtseverlik’ (patriotisme) olduğunu belirterek başlayalım (1).
Jaurès, 1911 yılında yazdığı Yeni Ordu kitabında, Anatole France’ın Jeanne d’Arc’ın yurtseverliğini ‘toprak ağaları’nın ‘yurt sevgisi’ne dayandırmasını eleştirirken; 1789 Devrimi’nin, başlarını sokacakları bir kulübe bile bulamayanlara toprak değil ama ‘kendi saygınlık ve güçlerinin bilinci’ni vermesinin çok daha önemli olduğunu yazacaktır.
Kaldı ki ‘kamulaştırma’ ile onlara tüm ülke toprakları üzerinde bir ‘hak’kın yanısıra toprak da vermişti diye ekliyor.
Ülke topraklarının bütünü üzerinde ‘hak’kı olmak, toprakları ‘sosyal varlık-patrimoine’ olarak görmek ‘demokrasi’nin ötesinde, gerçek anlamda ‘yurt’ (ya da vatan) düşüncesinin doğması, ‘yurtseverlik’in gerçek anlamına kavuşturulması demekti.
Bizdeki ‘adalet mülkün temeli’dir sözündeki mülk’ün tam karşılığının da ‘ulusal/sosyal varlıkların tümü, yani (dağı, taşı, denizi, akarsuyu ve ormanlarıyla- patrimoine) tüm malvarlığı olduğunu, geçerken belirtmiş olalım (2).
Jaurès’e göre, vatan ‘ekonomik bir kategori’ olmayıp, dar sınıfsal mülkiyet çerçevesine de sokulamaz. O, kökenlerini insan yaşamından ve denilebilirse eğer, insan psikolojisinden gelen organik bir derinliğinin yanısıra ‘ideal’ bir yüceliğinden almaktadır.
Ve hemen ekleyecektir; bu insanlar hem kan ve hem de ecdad ilişkilerini aşacak bu ‘ideal’i bulmaya muktedirler.
Böylece, Jaurès’in yurtseverlik anlayışının hiçbir koşulda ‘nasyonalizm’le sınırlanmadığı ve asla ‘pan-nasyonalizm’e yol vermediği de ortaya çıkmış olmaktadır.
Sosyalizmine gelince, ‘sosyalizm ne insan yaşamından ve ne de ulustan ayrılamaz’ diyor Jaurès. Sosyalizm, anlam bakımından ‘vatanı çölleştirmez’ tersine büyütmek (ve hatta yüceltmek) için dönüştürülmesine hizmet eder.
Ancak soyut ve anarşik bir enternasyonalizm de kabul edilemez.
Jaures’in şu sözleri bir uzsöz olarak zihinlere kazınmıştır: “Az enternasyonalizm yurttan uzaklaştırır, çok enternasyonalizm ise yurtseverliği artırır. Az yurtseverlik enternasyonalizmden uzaklaştırır, çok yurtseverlik ise enternasyonalizmi artırır”.
Çevirisi zor ise de ‘meal’i şöyle: bilmeden enternasyonalizmi savunanların yurt sevgileri zayıftır, oysa enternasyonalizmi gereği gibi bilenler aynı zamanda iyi yurtseverlerdirler. Yurtseverliğin bilincinde olmayanlar enternayonalizmden korkarlar, oysa gerçek yurtseverler aynı zamanda enternasyonalizmin gelişmesine de yardımcı olacaklardır.
(Sürecek)
(1) Jaurès’in kimi felsefî ve sosyal görüşlerine benim Fransız Basınında Genç-Türk Devrimi başlıklı çalışmamın ekinde geniş yer verilmiştir.
(2) Kimi aymaz ekonomistler bir ülkenin batmayacağını, çünkü patrimoine değerlerin dış borçlardan kat kat büyük olduğunu söylemekten utanmamaktadırlar. Zerre ‘ulusal bilinç’ taşımayan bu aymazlar, tam da bu nedenle ‘sosyal varlık’ ne demektir ve ona gelecek olan zararın gerçekte ‘ulusallık’tan verilecek bir ödünsel ‘değer’ olduğunu anlatmak gerekmektedir. Ki bütün çabamızın bu olduğunu bir kez daha yinelemiş olalım. Hatta bütün sol/sosyal demokrasi/sosyalizm kavramlarının ‘mihenk taşı’ tam da budur denilse abartı olmaz.