B ) KREDİ ve KONJONKTÜR
Marx, sıklıkla, sığ paracıların ‘sığ konjonktürcü’ olup olmadıklarını sorgulamaktadır; “Genel denge kuramına marksist yaklaşım, dengenin neden bozulduğu değil ama kapitalizmin gelişme biçimindeki çevriminin (cycle) neden yetersiz kaldığıdır” (1).
Tartışmasız, H. Bartoli’nin dediği gibi, Marx’ın bir çevrim (cycle) kuramı kurmadığı ama nedense Kapital’den kimi pasajlarına dayanarak çeşitli marksist çevrim kuramları türetilmektedir.
Bununla birlikte, Marx’ın konjonktürel dengesizliklere işaret etmesi, bunların düzenli dalgalanmalar olmayıp, Bartoli’nin kısmî kazalar dediği, kapitalist yapıların işleyiş biçiminden doğdukları ve ekonomik, finansal ve politik gibi farklı yapıların global düzenleyici koşullardan kaynaklandıklarıdır.
Kapitalist finansman yapısını tamamlayan bu finansal konjonktür incelemesine geçmeden önce kimi göstergelere yakından bakmak gerekebilir:
a)Tamamen kendisine dışsal bir finansal konjonktürden söz edilebilir; ki kapitalist yeniden üretimin finansmanına uygun finansal çevrimlerin basit eklemlenmesi ve kredi sisteminin özgün devinimiyle başlayıp tamamen kendi üzerlerine kapanmaları
b) Genel krizin parasal bir olgu olmamasına karşın, finansal kriz global bir konjonktür rolü oynamakta ama onun eylemi özde finansal düzende kalmakta ve kredi sistemini geçici olarak hizmet dışı bırakabilmektedir. Ancak finansal kriz, kapitalist yeniden-üretimin finansmanına yeniden hizmet etmeye dönebilmektedir.
c) Parasal politikaların konjonktürel ve finansal kriz olmak üzere ikili bir özelliği vardır. Eğer finansal sistem sadece işlevsel olsa ve ekonominin finansmanına uyarlı olsaydı, üretim biçimindeki dönüşüm bir başına finansal krizler üzerine etki yapabilecekti; yok eğer sadece kendi üzerine kapanacak olsaydı ekonomi politikalarının ekonomi üzerinde herhangi bir etkisi olmayacaktı (2).
Marx’ın Kapital’deki (tome II, livre troisième) çeşitli finansal konjonktür betimlemeleri düzensiz bir biçimde yer almalarına karşın, parasal kuram ve finansal yapılar kuramıyla çelişmemektedir.
Tersine, krizlerin rolü ve konjonktürden yapılara geçişleri iyi anlamamıza yardımcı olmaktadırlar.
Örneğin, aşağıdaki alıntı, ticari sermayenin kısmen finansal sermayeden oluştuğunu söylemesi, kredinin konjonktürel incelemesine en iyi örneklerden birini oluşturmaktadır:
“Ticari sermayenin dolanımı ne kadar özerk olursa olsun, dolanım alanında sanayi sermayesinin deviniminden başka bir şey değildir. Ancak bu özerkliği sayesinde, üretim sürecinin kendi sınırlarını aşmaya yönelik olarak yükselttiği engellerden bağımsız olarak belli sınırlar içinde kalmaktadır. Kendi içine bağımlılık ve dışarıya karşı özerklik öylesine bir hal alabilir ki, içsel bağ ancak şiddet, yani krizle çözülebilir. Bu da şunu göstermektedir: krizler doğrudan tüketicilere bağlı olan perakende ticarette değil, sosyal para-sermayeyi ellerinde bulunduran toptan ticaret ve bankalar alanında patlamaktadır” (3).
a) Finansal konjonktür
Finansal devinimler, öncelikle parasal dolanım devinimlerinde görülmektedirler, ki, o da mal ve sermaye dolanımına bağımlı olup, parasal sistem temelinde gelişmektedir. Yani, para dolanımı öncelikle ‘para ticareti’nin bir verisidir” (1).
Demek ki, finansal konjonktür, esas olarak sanayi kapitalistleri ile tüccarların ‘işlem parası’ talebine bağlı bulunmaktadır. Üretim ve gelirler arttıkça, artan gelirlere bağlı olarak dolanımdaki para miktarı da artacak; aynı zamanda kapitalistler arasındaki işlemeler de, disponibilite talebini artırmaksızın ticari kredi aracına dönüşecektir.
Oysa, daralma dönemlerinde, gelir harcamalarına yönelik para talebi azalırken kapitalistlerin ödeme araç talebi artacaktır.
“Gönenç günlerinde tüketiciler ve tüccarlar arasındaki dolanım aracı talebi baskın iken, gerileme döneminde kapitalistler arasındaki ödeme araç talebi baskın gelmektedir” (5).
Burada özel olarak finansal konjonktürden değil ama, para dolanımındaki devinimin, genel konjonktürün işlevine bağlı olarak değişen hacimden çok, sadece dolanım araçları talebine uygunluğundan söz edilmektedir.
Bir finansal konjonktür, dolanım araçları talebinin değil ama talep ile kredi arzı arasındaki ilişkinin ortaya çıkış biçiminde görülebilir.
“Gönenç ve yavaşlama dönemlerini ayıran, kesinlikle, güçlü ödünç talebi değil, ama bu talebe, yavaşlama dönemlerindeki zorluğa karşın gönenç dönemlerinde daha kolay ulaşılabilmesidir. Bu da, gönenç dönemlerinde kredi sisteminin aşırı gelişmesinin ve dolayısıyla ödünç sermaye talebindeki artışın, yavaşlama dönemleri boyunca kısılmaya varan bol kepçe kredi arzından kaynaklanmaktadır” (6).
(Sürecek)
(1) H. BARTOLI : La doctrine économique et sociale de Marx, 1950, p. 221.Aynı yazarın, ayrıca l’exposé des théories marxistes des crises, dans Fluctuations économiques, Domat-Monchrestien, 1954 (ouvrage collectif)
(2) Marks’ın çözümlemelerinde yanlış anlaşılan noktalardan biri de ‘işlevsel biçimler’ ile ‘durağan biçimler’ arasında ayırım yapmamaktır. Örneğin bir ekonomik büyüme sürecinde, sermayenin temel süreç ya da ritminin düzenli olarak işlediğini varsayalım. Kriz demek, bu ritmin bozulması ya da ‘arythmik’ olması demektir. Oysa bu ‘aritmik’ oluş, temel ekonomik ritmin konjonktürel otomatikliğinden başka bir şey değildir. Bir başka deyişle, krizin temeli her koşulda aynı olmayıp, marksist kriz anlayışı da teknedenliliğe (monocausal) indirgenemez. Nitekim, 1929 krizi, değerin gerçekleşme ritminde bir hız kesiş, 1970 krizleri değerin değerleme ritmindeki bir hız kesiş ve 2008 krizi de kâr oranları ritmindeki bir hız kesiş sonucu olmuştur denilebilir. Bkz Tombazos, a.g.m., p.85 ve özellikle işlevsellik bakımından pp:81-82
(3) Le Capital, ouv. cité, livre troi sième, tome 1, p. 314.
(4) Ibid., p. 330
(5) Ibid., tome II, p. 115.
(6) Ibid .
Bir yanıt yazın