Çocukluk ve gençlik yıllarımda şiire düşkün olduğumu hatırlarım. Daha ilk okulda iken ezberim iyi olduğundan mı nedir, bilmem 23 nisan çocuk bayramında , 29 ekim Cumhuriyet bayramında kürsüden okunacak şiirleri bana okuturlardı. Bende çok severdim şiir okumayı. Hatta Çanakkale şehitleri için Mehmet Akif Ersoy’un kaleme aldığı şiiri okumak, bende çok derin duyguları tetiklerdi. Çanakkale ye gidip muharebenin yaşandığı yerlerde dolaşırken kulaklarımda, gençlik yıllarımda okuduğum bu şiirin her satırını duydum. Bilhassa Anzak Koyuna bakan tepelerde kazılan siperlerin içine bakarken, şiirin anlattığı ‘ Dur Yolcu Bilmeden Bastığın Bu Toprak, Bir Devrin Battığı Yerdir, Eğil de Kulak Ver, Bu sessiz Yığın Bir Vatan Kalbinin Attığı Yerdir.’ Bastığın yerleri toprak diyerek geçme, tanı, Düşün altındaki binlerce kefensiz yatanı. ‘
Bir tarihin yazıldığı bu kahramanlık destanında, ‘Yaralanmış tertemiz alnından uzanmış yatıyor, bir hilâl uğruna yâ Rab , ne güneşler batıyor‘ diye ifade etmekte şair. Bu şiiri alıp yanınıza gidin Çanakkale’ye. Bir rehberle dolaşın bu siperleri . Dolaşırken okuyun bu şiiri, ve bu vatan için canını veren o muhteşem insanları anın. İşte o zaman ülkemiz için neler düşüneceğinizi merak etmekteyim. Cumhuriyet pek o kadar kolay kurulmamış ülkemizde . İki ayyaşın kaleme aldığı bir anayasa değil ortaya konulan. Yılların tecrübesi ile Afrika, Asya ve Avrupa ülkelerinde görüp, hayatı boyunca 4000 den fazla kitap okuyarak, birkaç lisan öğrenerek, birkaç kitap yazan bir Mustafa Kemal’in bağımsızlık öyküsüdür ‘Türkiye Cumhuriyeti Devleti.’
Cumhuriyetimizin kuruluşunda Türkiye Büyük Millet Meclisi, o tarihteki tecrübe ile yazılan bir Ana Yasa koymuş ortaya. Bu anayasa, ülkemizin kilit taşlarından biri olduğuna inanmaktayım. Anayasamızın ilk dört maddesi konusunda Ata rahmetli, değiştirilmesi teklif bile edilemez diye damgasını koymuş bu Ana Yasamıza. Geçtiğimiz son 20 sene de bu ilk dört maddesini kaşıyan bolca siyasiyi, ve cemaat liderlerini ekranlardan dinledik. Türkiye Cumhuriyeti’nin ‘Şeriatla’ yönetilmesini isteyen meczupların varlığını unutmamamız gerekir. Bu sapkınların mutlak bir yerlerden kuvvet aldıkları hepimizce malumdur.
Anayasamızın 1 inci Maddesi Devlet şeklinin Cumhuriyet olduğunu ifade eder. 2 inci maddesi de, Cumhuriyetin niteliklerinden bahseder. Bu ifadeleri belki unutmuşuz diye burada tekrar ifade etmek isterim.
Madde 2:‘ Türkiye Cumhuriyeti , toplumun huzuru , milli dayanışma ve adalet anlayışı içinde , insan haklarına saygılı , Atatürk milliyetçiliğine bağlı , başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan, DEMOKRATİK, LAİK ve SOSYAL bir HUKUK Devletidir’. Bu madde konusunda hiçbir tereddüdüm bulunmamaktadır. Üçüncü maddesi ise aynen şunu ifade etmektedir.
Madde 3: Türkiye Devleti , Ülkesi ve Milletiyle bölünmez bir bütündür. Dili Türkçe dir. Bayrağı , şekli kanunda belirtilen beyaz ay yıldızlı, al bayraktır. Milli Marşı, İstiklal Marşıdır. Başkenti Ankara’dır.
Madde dört de ise,
Madde 4: Anayasanın 1 inci maddesindeki Devletin şeklinin Cumhuriyet olduğu hakkındaki hüküm ile, 2 maddesindeki Cumhuriyetin nitelikleri ve 3 üncü madde hükümleri değiştirilemez, değiştirilmesi teklif bile edilemez.’
Bu ifadelerden kim veya kimler rahatsız olur anlamakta güçlük çekmekteyim. Ancak Anayasamızda öyle bir cümle var ki, bazı insanların bunu çok dikkatli okuması gerektiğine de inanmaktayım:
‘Hiçbir kimse veya organ, kaynağını Anayasa dan almayan Devlet yetkisi kullanamaz.’
Bu cümle ile Anayasa, ülkeyi idare edenlerin dikkatini bu cümleye çekmekte. Atatürk bu cümleyi neden anayasanın içine koydurduğunu bu günlerde çok iyi anladığımızı düşünmekteyim. Hani Gençliğe Hitabesinde kullandığı bazı ifadelerinde Atatürk, ileriyi nasıl da görmüş diye hayret ediyoruz ya, işte öyle bir durum. ‘Memleketin dahilinde iktidara sahip olanlar, gaflet ve dalalet ve hatta hıyanet içinde bulunabilirler.’
Atatürk, Osmanlı Devleti tarihini çok iyi incelemiş olduğuna inanıyorum. Osmanlı’nın neden çürüyüp yok olma noktasına gelişinin nedenlerini araştırmış olduğu muhakkak. Bu nedenle Cumhuriyet tarihimizin ilk yıllarında çıkan kanunların biride 3 Mart 1924 tarihinde 430 kanun numarası ile kabul edilen ve ülkedeki eğitim kurumlarının bütününü Maarif Vekaletine bağlanmasını öngörmekte. Bir başka tarifle Tevhidi Tedrisat Kanunu olarak bilinen bu kanunda, Tekke ve Zaviyelerin kapatılmasının alt yapısını oluşturur. Ne kadar da doğru bir karar. Osmanlı Devletini çürüten de Cemaatler, Tarikatlar, Tekkeler ve Zaviyeler değil miydi? Yavuz Sultan Selimin Şam seferinden dönüşünde, Şam da bulunan Tarikat ve Tekkelerin şubelerinin İstanbul’da açılmasına icazet vermesi ile Tophane, ve Fatih semtlerinde daha sonraları Üsküdar’da bu tekkelere izin verilmişti. Sadece İstanbul’da 445 tekke faaliyette olduğu bilinmekte.
Genç idealist bir Kaymakam Miraç Akbulut. Ordu ilinin Korgan kasabasının Kaymakamı. Atatürk’ün devrimlerine sımsıkı bağlı, gururlu, bayrağına saygılı. Sözünü sakınmayan, düşüncelerini toplum önünde çekinmeden ifade eden idealist. 29 Ekim 2021 tarihinde çok güzel bir konuşma ile Atatürk ve silah arkadaşlarının getirdiği devrimlerden ve bilhassa Tevhid-i Tedrisat kanununu överek yaptığı konuşmada,‘ Ey Millet İyi biliniz ki Türkiye Cumhuriyeti Şeyhler, Dervişler, Müritler Meczuplar memleketi olamaz. En doğru, en gerçek tarikat medeniyet tarikatıdır.‘ Diye ifadede bulunmuş. Bunun neresi yalan veya yanlış? Topluma yaptığı bu konuşmada, sizce, görevinin sorumluluğu yok mu ? Bu genç Kaymakam’ı Kubilay’a benzetmekteyim. Cumhuriyete sıkıca sarılmış bir bürokrat. Ne yazık ki Ordu’da bulunan tarikatın baskısı ile Vali, bu genç Kaymakamı görevden uzaklaştırmış.
Kubilay’ları yıldıramadınız, cepkeninize sığmadı. Miraç’ları mı susturacaksınız diye bir sözüm geldi söyledim hem nalına hem mıhına.
Bir yanıt yazın