Birleşmiş Milletler 78. Genel Kurulu görüşmelerine katılmak için New York’a gitmeden önce Cumhurbaşkanı Erdoğan: ”AB ile yolları ayırabiliriz” diyerek önemli bir açıklamada bulunmuştur: ”Avrupa Birliği, Türkiye’den kopmanın gayreti içerisinde. AB’nin Türkiye’den kopuş hamleleri yaptığı bu dönem içerisinde değerlendirmelerimizi yaparız. Bu değerlendirmelerden sonra gerekirse AB ile yolları ayırabiliriz.”
Cumhurbaşkanı Erdoğan, geçen yıl 8 Ağustos tarihinde 13. Büyükelçiler Konferansı’nda açıklamalarda bulunurken Avrupa Birliği sürecine ilişkin olarak da hedeflerden bahsetmiş, ”Karşılaştığımız çifte standartlara rağmen Avrupa Birliği hedefimizden vazgeçmedik” ifadelerini kullanmıştı. Erdoğan’ın ”AB ile yolları ayırabiliriz” açıklamasının rapordan üç gün sonra yapılması dikkat çekicidir.
ABD merkezli CNN Yunanistan, “Erdoğan Brüksel’i uyardı: Yollarımızı ayırabiliriz” başlığıyla verdiği haberde, “Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Avrupa Parlamentosu’nun Türkiye hakkındaki raporunun ardından rahatsızlığını dile getirerek Brüksel’e uyarıda bulundu. Ankara’nın gerekli görülmesi halinde Avrupa Birliği’nden farklı bir yol izleyebileceğini vurguladı” ifadeleri yer almıştır. Erdoğan’ın açıklaması Batı basınında manşet olmuştur.
Büyük Birlik Partisi (BBP) Başkanı Mustafa Destici Eskişehir’de Avrupa Parlamentosu’nun raporuyla ilgili olarak “Türkiye’nin Avrupa Birliği üyeliğinden kendi isteğiyle talebini geri çekmesini, Avrupa’yla ilişkilerini üst düzeyde, mütekabiliyet esaslarına bağlı olarak sürdürmesini arzu ediyorum. Bizim kanaatimiz almayacaklar. Bu hayal tünelinin içinde beklemenin Türkiye’ye bir faydası yoktur. Türkiye, Avrupa Birliği’ne başvurusunu geri çekmelidir ve Avrupa ülkeleriyle mütekabiliyet esasları çerçevesinde ekonomik, siyasi, kültürel, askeri ilişkilerini sürdürmelidir” demiştir.
Avrupa Parlamentosu’nun (AP) tavsiye niteliğindeki 2022 Türkiye Raporu, 12 Eylül 2023 tarihinde Genel Kurul’da kabul edilmiştir. Türkiye karşıtı çevrelerin dezenformasyona dayalı asılsız iddia ve önyargılarının bir derlemesi olan Rapor, AP’nin sadece Türkiye-AB ilişkilerine değil, AB’nin geleceğine yönelik de bilinen sığ ve vizyonsuz yaklaşımının bir yansımasıdır. Bu rapor ne yazık ki AP üyelerinin popülist günlük siyasetin tutsağı olduklarını, hem AB’ye hem de bölgemize doğru stratejik yaklaşım geliştirmekten uzak olduklarını gösteriyor.
Avrupa Parlamentosu (AP), İspanyol raportör Nacho Sanchez Amor tarafından hazırlanan “2022 Türkiye Raporu”nu 12 Eylül’de kabul etmiştir. Parlamentodaki 434 milletvekili raporun kabulü yönünde oy kullanırken,18 milletvekili ret oyu vermiş, 152 üye de çekimser kalmıştır. Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne katılım sürecinin mevcut koşullar içinde yeniden başlatılamayacağı belirtilen raporda, ilişkilerin geleceği için karşılıklı çıkarları kapsayan “paralel ve gerçekçi” bir çerçeve bulmaya yönelik sürecin başlatılması tavsiye edilmiştir.
Avrupa Parlamentosu’nun sandalye sayısı 705’ten 720’ye çıkarılmıştır. (S. Rıdvan Karluk, Avrupa Birliği: Kuruluşu, Gelişmesi, Genişlemesi, Kurumları, Beta Yayın, 11. Baskı, s. 357 – 400) AP Genel Kurulu’nda yapılan oylamada, Avrupa Birliği Konseyi’nin 2019’daki son seçimden bu yana yaşanan demografik değişimler nedeniyle AP’deki milletvekili sayısı 705’ten 720’ye ulaşmıştır. Buna göre, 27 AB ülkesinden 12’sinin milletvekili sayısı artırılmıştır. Fransa, İspanya ve Hollanda fazladan ikişer; Avusturya, Belçika, Polonya, Slovenya, Slovakya, Finlandiya, Letonya, İrlanda ve Danimarka birer milletvekilini AP’ye gönderecektir. AP’nin 5 yıllık dönemi için seçimler, 6-9 Haziran 2024’te yapılacaktır. Avrupa Parlamentosu 21 Nisan’da AP Dış İlişkiler Komisyon’unda kabul edilen Türkiye Raporu’nu 467 kabul, 62 karşı ve 61 çekimser oyla kabul etmiştir. Rapor’un öncekilerden farkı sözde Ermeni soykırımının Rapor’da yer almamasıdır. S. Rıdvan Karluk, Avrupa Birliği’ne Evet mi Hayır mı?, Beta Yayınevi, İstanbul, 2008, s. 313)
Türkiye Raporu’nda Türkiye’den, İsveç’in NATO üyeliğini en kısa sürede onaylaması istenmiş, Türk Hükümeti tarafından köklü bir rota değişikliği yapılmadığı takdirde Türkiye’nin katılım sürecinin devam edemeyeceği açıklanmıştır. Türkiye’deki demokratik gerilemeye dikkati çeken Parlamento, kadın hakları, cinsiyete dayalı şiddet, kadın cinayetlerinin artması, LGBTİ+ topluluğuna yönelik yaygın nefret söylemi ve ayrımcılık nedeniyle kaygılı olduğu vurgulanmıştır.
Rapor’da; Türkiye, Avrupa Birliği ve üye ülkeler, mevcut çıkmazdan kurtularak, daha yakın işbirliği kurmaya çağrılmıştır: “AB-Türkiye ilişkileri için alternatif ve gerçekçi bir çerçeve oluşturulması” önerilen raporda, Türkiye’nin AB’nin Ortak Dış ve Güvenlik Politikasına bağlılığının tüm zamanların en düşük seviyesine gerilediği şöyle vurgulanmıştır:
“Türkiye’nin bağlılığı, eşzamanlı kararların yüzde 7’si gibi rekor düşük bir oranla tüm aday ülkeler arasında açık ara en düşük seviyeye ulaştı. Türkiye’nin AB üyeliği, jeopolitik pazarlıklar sonucu değil, Türk yetkilileri ülkedeki temel özgürlükler ve hukukun üstünlüğündeki gerilemeye son verilmesi için gerçek bir çaba içine girdiğinde gerçekleşecektir.”
Türkiye’deki Cumhurbaşkanlığı ve milletvekili genel seçimlerinde “tarafların eşit şartlar altında yarışmadığı” açıklanarak iktidarın haksız bir avantajla seçim sürecini yürüttüğüne dikkat çekilmiş, “Sert, kışkırtıcı ve ayrımcı söylemler ile bazı muhalefet partilerinin destekçilerine yönelik sindirme ve tacizin yanı sıra iktidar partilerinin muhalefeti terörizmle ilişkilendirmesinin süreci baltaladığı” savunulmuştur. AB ile Türkiye’nin dış politikalarının temel farklılıklarına vurgu yapılırken; demokrasi, yargı ve medyanın bağımsızlığı ile ilgili eleştirilere de yer verilmiştir.
Dışişleri Bakanlığı’ndan Rapor ile ilgili olarak yapılan açıklamada Rapor’un, Türkiye karşıtı çevrelerin dezenformasyonuna dayalı haksız, itham ve önyargılarla dolu olduğu belirtilmiştir: “Maalesef AP üyelerinin gündelik popülist siyasetin esiri olduklarını, hem AB’ye hem bölgemize yönelik doğru stratejik yaklaşım geliştirmekten ne kadar uzak kaldıklarını da göstermektedir. Önümüzdeki süreçte, Gümrük Birliği’nin güncellenmesi ile ülkemizin vize serbestisi diyaloğunun hızla tamamlanması AB ile ortak hedefimizdir.”
Avrupa Birliği’nin Türkiye’ye karşı uyguladığr çifte standartlara ben “Bobon Kriterleri” diyorum. Bu kriterler Avrupa Birliği’nde Türkiye’ye yapılan ayırımcılığı belirtmek üzere ilk defa tarafımdan kullanılan ve Türkçe literatüre giren bir kavramdır. BOBON kriterlerinin açılımı söyledir: BO: Bizden Olanlar, BON: Bizden OlmayaNlar. Türkiye, bazı AB liderleri ve Avrupalılar tarafından BON kapsamında algılandığı için daima önüne engel çıkarılan ülke olmuştur.
Biz Türkler olarak AB’yi ve üyelerini eleştirmekte haklı olabiliriz. Fakat madalyonun bir diğer yüzü de vardır. AB üyesi hiçbiri üyelik sürecinde Avrupa Birliği Bakanlığını kapatmamıştır. Avrupa Birliği Bakanlığı, 2011’de kurulan ve ilk olarak 61’nci hükümette yer alan bakanlıktır. Bakanlık, 2018 yılında 703 sayılı KHK ile kaldırılmış, yetkileri Dışişleri Bakanlığı’na devredilerek “Türkiye Cumhuriyeti Avrupa Birliği Başkanlığı” oluşturulmuştur. Egemen Bağış, Mevlüt Çavuşoğlu, Volkan Bozkır ve Ömer Çelik AKP’den olan AB bakanlardır.
Dışişleri Bakanlığı AB Başkanlığı’nın “Önümüzdeki süreçte, Gümrük Birliği’nin güncellenmesi ile ülkemizin vize serbestisi diyaloğunun hızla tamamlanması AB ile ortak hedefimizdir. Bu konularda atacağımız karşılıklı adımlar, Türkiye-AB ilişkilerini ve katılım sürecimizi yeni ve dinamik bir düzleme taşıyacaktır. Önümüzdeki süreçte, Gümrük Birliği’nin güncellenmesi ile ülkemizin vize serbestisi diyaloğunun hızla tamamlanması AB ile ortak hedefimizdir. Bu konularda atacağımız karşılıklı adımlar, Türkiye-AB ilişkilerini ve katılım sürecimizi yeni ve dinamik bir düzleme taşıyacaktır” açıklaması bence gerçekçi değildir.
Bu süreçte Cumhurbaşkanı Erdoğan’dan Putin’e: “Bizi Şangay Beşlisi’ne alın, biz de AB’yi gözden geçirelim” açıklamasını yok sayamayız. Bunu Türk okurlar bildiği gibi Ankara’daki AB ülkelerinin Büyükelçileri de bilmektedir. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, 18 Temmuz 2022 tarihinde gerçekleştirdiği Rusya ziyaretine atıfta bulunarak, Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’e “Zaman zaman bize takılıyorsun. AB’de ne işin var diyorsun. O zaman ben de şimdi size takılayım. Hadi gelin bizi Şangay Beşlisi’ne dahil edin, biz de AB’yi gözden geçirelim” demiştir.
Kanal 24’te gazetecilerin sorularını cevaplayan Erdoğan, “Hükümetinize yönelik devamlı olarak eleştiriler var. Bunlardan biri, ‘AK Parti kurulduğu yıllarda AB hedefine kilitlenmişti ama son dönemde bu hedefi biraz boşlar gibi oldu’ eleştirisi. Siz bu değerlendirmelere ne diyorsunuz” sorusunu, “Bu mümkün mü? Bunun en güzel örneği ilk defa bizim hükümetimizde salt görevi AB olan bir bakanlık kuruldu ve bu bakanımın tek görevi var, AB üyesi ülkeleri fellik fellik dolaşacak ve bu işin sürekli propagandasını yapacak” demiştir.
Ama geçen sürede “AB üyesi ülkeleri fellik fellik dolaşacak” açıklaması ne yazık ki gerçekleşmemiştir. Çünkü AB üyesi olmak için gerekli şartlar arasında “fellik fellik dolaşmak” (telaşlı bir biçimde, heyecan içinde, koşarak, koşuşturarak) şartı yoktur. AB’ye sonradan katılan ülkelerden de böyle bir şart istenmemiştir.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, o dönemde bir itirafta da bulunmuştur: Geçenlerde Rusya seyahatimde Putin’e şöyle bir latife yaptım. Dedim ki; “Zaman zaman bize takılıyorsun. AB’de ne işin var diyorsun. O zaman ben de şimdi size takılayım. Hadi gelin bizi Şangay Beşlisi’ne dahil edin, biz de AB’yi gözden geçirelim… Mesajı ben devamlı veriyorum oraya. Başka arayışlara bizi götüreceksiniz diyorum.”
Şangay İşbirliği Örgütü 2001 yılında Çin, Rusya, Kazakistan, Kırgızistan ve Tacikistan tarafından “bölgedeki radikal unsurlara son vermek ve sınır güvenliğini sağlamak” amacıyla kurulmuştur. (S. Rıdvan Karluk, Uluslararası Kuruluşlar, Beta Yayın, 7. Baskı, s.625-630) Şanghay Beşlisi olarak anılan ülkelere 2001’de Özbekistan’ın da katılmasıyla üye sayısı altıya çıkmış, Haziran 2017’de Hindistan ve Pakistan ŞİK üye olmuştur. Temmuz 2017’de İran örgüte katılmıştır. Son katılan ülke Tacikistan’dır.
Diyalog Partneri ülkeler; Ermenistan, Azerbaycan, Bahreyn, Kamboçya, Mısır, Kuveyt, Maldivler, Nepal, Katar, Suudi Arabistan, Sri Lanka, Birleşik Arap Emirliği ve Türkiye’dir.
Türkiye’nin söz konusu ülkeler ile birlikte Diyalog Ortaklığı içinde bulunması bana göre doğru bir tercih değildir. Türkiye’nin yeri hem coğrafi, hem de tarihsel bağlar bakımından Avrupa’dır. ŞİT’nın NATO etkisine karşı koymayı hedeflediği değerlendirmeleri de yapılmaktadır. Bir NATO ve OECD üyesi ülkenin bu örgütte yer alması, Batı dünyası ile tüm ekonomik ve siyasi ilişkilerini sonlandırılmasını gerektirir ki, bu da mümkün değildir. Bununla beraber Turgut Özal, hem İslam dünyası hem de Batı ülkeleriyle iyi ilişkiler kurarak Türkiye’nin Doğu ve Batı arasında gerçek bir köprü olması yönünde politikalar üretmiştir.
Büyük Birlik Partisi (BBP) Genel Başkanı Mustafa Destici’nin Eskişehir’de Avrupa Parlamentosu’nun Türkiye raporuyla ilgili olarak “Türkiye’nin Avrupa Birliği üyeliğinden kendi isteğiyle talebini geri çekmesini, Avrupa’yla ilişkilerini üst düzeyde, mütekabiliyet esaslarına bağlı olarak sürdürmesini arzu ediyorum.Bizim kanaatimiz almayacaklar. Bu hayal tünelinin içinde beklemenin Türkiye’ye bir faydası yoktur. Türkiye, Avrupa Birliği’ne başvurusunu geri çekmelidir ve Avrupa ülkeleriyle mütekabiliyet esasları çerçevesinde ekonomik, siyasi, kültürel, askeri ilişkilerini sürdürmelidir” açıklaması ise, eksik bilgilendirmeye dayanmaktadır.
Türkiye AB ilişkilerinde çok önemli bir sorun, sözde Ermeni soykırımı sorunudur. Avrupa Birliği, başta Avrupa Parlamentosu olmak üzere 1980’li yıllardan bu yana 1915-1917 olaylarını Birleşmiş Milletler’in 9 Aralık 1948 tarihli kararındaki “soykırım” tanımına uygun görerek soykırım/genocide olarak ilan etmiştir. Sözleşme, Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nun 260 A (III) sayılı kararıyla kabul edilmiş, 12 Ocak 1951 tarihinde yürürlüğe girmiştir. Türkiye, Sözleşme’ye katılma yoluyla taraf olmuştur. 23 Mart 1950 tarih ve 5630 sayılı Onay Kanunu ve resmi Türkçe çevirisi, 29 Mart 1950 tarih ve 7469 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanmıştır. Sözleşme, Türkiye bakımından 31 Temmuz 1951 tarihinde yürürlüğe girmiştir. (S. Rıdvan Karluk, Avrupa Birliği Türkiye İlişkileri: Bir Çıkmaz Sokak, Beta Yayınevi, İstanbul, s.563-595)
“Milli, ırki, dini, kütleleri kısmen veya tamamen imha suçunun ‘genocide’ önlenmesi ve cezalandırılması hakkındaki Sözleşme’ye Türkiye Cumhuriyeti’nin de katılmasının onanmasına dair Kanun No: 5630 Kabul tarihi: 23/3/1950 Madde 1-9 Aralık 1948 tarihinde Paris’te Birleşmiş Milletler Teşkilatı Genel Kurulunca kabul olunan Genocide’in önlenmesi ve cezalandırılması hakkındaki Sözleşme onanmıştır. Madde 2. Bu kanun yayımı tarihinde yürürlüğe girer . Madde 3. Bu kanunu Bakanlar Kurulu yürütür. 25/3/1950”
Avrupa Parlamentosu, Türkiye’nin sözde Ermeni soykırımını reddetmesinin Avrupa Birliği üyeliğinin kesin engeli olduğunu açıklamıştır. Türkiye’nin Avrupa Topluluğu’na üyelik başvurusundan hemen sonra, 1987’de Avrupa Parlamentosu’nda soykırımı iddialarını kabul ettiren Ermeni diasporası ve lobileri hedeflerine, bu yolu da zorlayarak varmak istemektedirler ama bu mümkün değildir. Bu nedenle ABD Başkanlarının her 24 Nisan’da soykırım (genocide) açıklamasının önüne geçmek gerekir. Ama bu konuda gerek hükümet ve gerekse kamuoyu gereken tepkiyi göstermemektedir.
24 Nisan 2024 tarihine 7 ay kalmıştır ama bu konuda hiçbir çalışma yapılmamaktadır. Sözde Ermeni soykırımı diye dünya kamuoyuna sunulan 1.5 milyon soykırıma uğrayan Ermeni’nin kemiklerinin nerde olduğu soruma şimdiye kadar bir cevap gelmemiştir. Daha önemlisi Türk Büyükelçiliklerinin sayfalarında sözde Ermeni soykırımı ile ilgili bir sayfa yoktur. Oysa Ermenistan tüm Büyükelçiliklerinde sözde Ermeni soykırımı ile ilgili gerçek dışı bilgiler verilmektedir. Bunu Dışişleri Bakanlığının görmemesi büyük bir handikaptır.
ABD’deki Ermenistan Büyükelçisi Lilit Makunts, 8 Eylül‘de Türkiye Büyük Millet Meclisi eski üyesi Ermeni siyasetçi Garo Paylan ile bir görüşme gerçekleştirmiştir. Muhataplar, Ermenistan ve Dağlık Karabağ çevresindeki güvenlik durumu, Ermenistan-Türkiye ilişkileri ve Güney Kafkasya bölgesinde devam eden gelişmelerle ilgili konuları ele almışlardır.
2 Nisan 1981 tarihinde Başkan Ronald Reagan Ermeni tehcirini Holokost’la karşılaştırarak ilk defa bunu “soykırım” olarak nitelendirmiştir. 24 Nisan 2021 Ermeni Soykırımı Anma Günü’nde Başkan Joe Biden, Beyaz Saray tarafından yayınlanan bir bildiride olaylardan “soykırım” olarak söz etmiştir. (https://usa.mfa.am/en/genocide/) Çok muhtemel Biden 24 Nisan 2024 tarihinde de soykırım (genocide) terimini kullanacaktır. Bunun için Türkiye geç kalmadan tedbir almalıdır. ABD ve AB ülkelerinin bu konuda Türkiye’ye sıcak bakmamalarının bence bir önemli sebebi, Türkiye’de demokratik yapı konusundaki eleştirilerdir. (S. Rıdvan Karluk, “Türkiye’de Demokratik Yapının Güçlenmesi Açısından İnsan Hakları ve Özgürlükler,” Avrupa Birliği Üzerine Yazılar, Seçkin Yayınevi, Ankara, 2017, s. 267-308)
Ermenistan’a göre Birinci Dünya Savaşı arifesinde Osmanlı İmparatorluğu’nda tahminen iki milyon Ermeni yaşıyordu. 1915 ile 1923 yılları arasında yaklaşık bir buçuk milyon Ermeni öldürüldü. Bir milyonu da yurt dışına sığındı veya Müslümanlaştı. Bu rakam çalıntı olup Naziler tarafından öldürülen 1.5 milyon Yahudi’nin anısına dikilen toplama kampının önüne dikilen mermer anıtta yazılıdır. 1.5 milyon rakamı, Paris’te “Sevres” (SEVR) Anlaşması’nın imzalandığı seramik müzesinin önüne dikilen heykelin altında da yazılıdır. Geçen yıl Paris’e gittiğimde müzenin önünde tadilat vardı ve heykel kaldırılmıştı, göremedim. Belgesi aşağıdadır.
Türk Büyükelçiliğinde Ermeni Terör Örgütü ASALA tarafından şehit edilen Türk diplomatlarına ilişkin bir sayfa yoktur. Bunun sebebi tarafımdan anlaşılamamıştır.
1985-1990 döneminde Paris OECD Daimi Temsilciliğimizde DPT Müşaviri olarak görev yaptım. O dönemde ASALA terör örgütünün en etkin olduğu ülke Fransa idi. Büyükelçilik, Fransa devletinde kayıtlı olan kendimizi korumamız için gereğini yapmıştı. Beş yıl boyunca kendimi ve ailemi bu şekilde güvence altına almıştım. ASALA’nın ikinci önemli eylemi Paris’te gerçekleşmişti. ASALA tarafından 24 Ekim 1975 tarihinde Türkiye’nin Paris Büyükelçisi İsmail Erez ile makam şoförü Talip Yener şehit edilmişti. Aşağıda Türk Büyükelçiliğinin ilk sayfası vardır.
Bu konuda YÖK’de gereğini yapmamış, belirlenen üniversitelerde “Ermeni Araştırmaları Enstitüleri” maalesef kurulmamıştır. Bu konuda YÖK’e yaptığım teklif ise dikkate alınmamış, bir cevap bile verilmemiştir.
Batı’nın ayırımcı tutumuna Aşık Veysel Şatıroğlu’nun iki dörtlüğü ile cevap vermek istiyorum.
Kürt’ü Türk’ü ne Çerkez’i
Hep Ademin oğlu kızı
Beraberce şehit gazi
Yanlış var mı ve neresi
Kuran’a bak İncil’e bak
Dört kitabın dördü de hak
Hakir görüp ırk ayırmak
Hakikatte yüz karası
Yazıları posta kutunda oku