Spinoza için “gerçek düşünce kendi nesnelerinden ayrı şeylerdir. Örneğin, çember bir şeydir, çember düşüncesi ayrı bir şey. Çünkü çember düşüncesi, bir merkezi ve çevresi olan bir şey değildir. Vücud düşüncesinin de vücudu yoktur”.
Burada ‘somut nesne’ ile ‘tanıma nesnesi’nin ayrıldığını görüyoruz.
Oysa Marx, “bütünsellik, kavramanın ve düşüncenin bir ürünüdür ama, somutun somut bütünselliği olduğu ölçüde doğrudur” diyecektir.
Yani, “düşünülmüş bütünsellik olarak somut bütünsellik, somutun mantıksal (mentale) tezahürü olarak, gerçekte düşüncenin, (yani) kavramanın ürünüdür”.
Marx, burada düşünülmüş somutun, reel somutu karşılama olasılığına vurgu yapmaktadır. Spinoza ise, bir ve tek özdeğe ilişkin iki ayrı atıf olduğunu ileri sürmektedir.
Bununla birlikte, sanılabileceğinin aksine, soyutlamanın, tekil insanın bir ürünü değil, ama belirli üretim ilişkilerinin bir işlevi olarak yeniden-üretilen bir toplumsal bütün (tout social) olduğunun altını çizelim.
Çünkü mantıksal soyutlama, bireysel pratiğin sonucu olarak yabancılaşmaya yol açabilir.
Oysa Roberto Finelli’nin tanımıyla, gerçek soyutlama ise, bir bütünleştirme (totalisation) kuramına dayanır, ki buradaki bütünleştirme tarihsel oluşumu betimlemek içindir. Yani bütünsellik varsayılmaz ama konur (pas présupposée mais posée). Dolayısıyla, keyfî olarak varsaymak ve onu verili bir sonuç olarak görmek yerine, gerçek olarak düşünmek sözkonusudur.
Nitekim Condillac ve Locke’un soyutlamaları da bir tür ampirizme örnektir.
Bachelard öznelliği garanti olarak koymakta, Canguilhem ise, sonuçta kavramla yaşamın doğal birlikteliğini (connaturalité) kabul etmektedir. Althusser ise kuramsal pratiği (pratique théorique) öngörmektedir.
Öte yandan, klasik ekonomistlerin, nüfus, ulus, devlet, işbölümü, para ve değer gibi ‘soyutlama’ları, toplumun soyut genel ilişkilerin çözümlenmesiyle elde edilmiş ya da üretilmişlerdir.
Ancak bir kez belirlendikten sonra, ayrık ögeler olarak öylece kalmamakta ve ‘ekonomik sistem’in kurucu ögeleri olmaktadırlar.
İşte ‘kapitalist sistem’ ya da ‘kapitalist toplum’un tanımı, kavramı, anlayışı, anlamı her ne denirse o olanın, hem bir ‘soyut düşünce’ ve hem de bir ‘somut gerçeklik’ olması demek tam da bu demektir.
Ancak ondan sonradır ki, o ‘toplumsal bütünlük’ün (tout social), kendisini oluşturan ögeler, ayrı ayrı ele alınabilecek, örneğin o ‘toplum’a özgü nüfus, ulus, devlet ve para, bireysel olarak yeniden tanımlanabilecek, kavramsallaştırılabilecek, anlamlandırılabilecektir.
Ve Marx ve daha sonra marksistler, nüfus, ulus, devlet, işbölümü, para ve değer gibi ‘soyutlama’ları, Etienne Balibar’ın deyişiyle, ‘entellektüalist’ bir yaklaşım ve bir başka soyutlama bakışıyla (une autre vision de l’abstraction) olarak ele almışlardır, ki buna ‘gerçek soyutlama’ denilmektedir.
Böylece ‘sistem içinde kalarak düşünmek’ ile sistemin dışına çıkarak ‘düşünmek’ arasındaki ayırımın ne olduğu da ortaya çıkmış olmaktadır.
Zizek’in, “kapitalizmde, düşünce, son çözümlemede düşünceye dışsal olacaktır” saptaması, demek ki, ‘gerçek soyutlama’nın ne anlama geldiğinin dile getirilmesinden başka bir şey değildir.
Örneğin ‘para’ için, kapitalist sistemin ‘kan’ıdır değerlendirmesi yapılmaktadır.
Bu durumda, ‘kan’ı incelemek için, içinde ne kadar alyuvar, akyuvar ya da plazma sayı ve oranını olduğuna bakmak veya salt işlevlerini ortaya koymak kadar ve belki de bütün bunlardan önce, ‘para bizi düşünüyor mu?’ (*) diye sormak gerekebilir.
(Sürecek)
(*)‘Alfred Sohn-Rethel’in La Pensée marchandise adlı çalışmasını çevirmenler « Para bizi düşünüyor mu ? » biçiminde çevirmişler (éd. du croquant, 2010). Önsözü yazan Anselm JAPPE ise, aynı başlığı kullanarak, bugün Sohn-Rethel’in görüşlerinin neden önemli olduğunu “L’argent nous pense-t-il ? Pourquoi lire Sohn-Rethel aujourd’hui ?” başlıklı makalesinde ele alıyor.
Bir yanıt yazın