Güncel yaşamımızda, her önüne gelenin ‘düşünce özgürlüğü’nden yana olduğuna ilişkin sözler duyarız.
İddia edelim, bu tür konuşmalar yapanların, hatta bilmem nereden doktoralı olsalar bile, ‘düşünce’ üzerine düşünmüş olabileceklerini kabul etmek zordur.
Düşünce üzerine düşünmek demek, ‘soyutlama gücü’nü kullanabilmek demektir.
Ne var ki, soyutlamanın ‘iyi kullanım’ı (bon usage) olduğu gibi ‘kötü kullanımı’ da (mauvais usage) olabilir.
Alberto Toscano’, “bugün bile davranışlarımızı soyutlamalar yönetiyor” (*) derken; Marx, Grundrisse’de, « En genel soyutlamalar, ancak, en zengin somutun gelişmesinden doğdukları zaman, çoğunluğun yani herkesin ortak malı olurlar. Bireyler, önceden birbirlerine bağlı olmalarına karşın, bundan böyle soyutlamaların egemenlikleri altına gireceklerdir» diyordu.
Bu durum bütün toplumlarda böyle miydi sorusu ayrı, ancak kapitalizme özgü bir özel karakteristik, bir özgül farklılık olduğu söylenebilir.
“Kapitalizmin temel karakteristiği, diyor Enzo Paci, soyut kategorileri somut kategoriler olarak yaratma eğiliminde yatmaktadır. Kategoriler, özne ve hatta sözcüğün Latince anlamında kişi (personne) olmaktadırlar (…) Bir ‘kapitalist’, maskeli bir insana, yani kapital üretip kapital tarafından hareket eden kapital kişisine dönüşmüş olmaktadır. (…) Soyutlama, kapitalist toplumda somut olarak işlemektedir” (**)
Marx’ın da benzer bir düşünceye varması, soyutlamanın yöntembilimsel kavrayışıyla, Feurbachçı duyumsallık (sensualisme) ve Hegelci mantıksallıktan (logicisme), yani başlangıçtaki (générique) humanist ve antropolojik kavrayıştan koparak, ‘gerçek soyutlama’ anlayışına gelmesiyle olmuştur, denilebilir.
Ancak ne genel olarak tarih ve ne de ‘düşünce’nin tarihi, olduğu yerde durmamaktadır.
Nitekim Marx’ın ‘gerçek soyutlama’sı, ‘epistemolojinin özgül tarihsel dönüşümü’ savıyla, Alfred Sohn-Rethel tarafından aşılmaya çalışılmıştır.
Mimari tekniklerin tarihinde ortaya çıktığı üzere, diyor Sohn-Rethel, yunan geometrisinde iple çember çizmeden önce onun uygulamasına dayanan Mısır ölçme sistemi, pür soyutlama biçimi olarak, yani réflexive düşünce tarafından ortaya atılmış ve kabul edilmiş olmalıydı.
Bu örnekten hareketle, “malların değerinin parasal ölçüsünün genelleştirilmesine içkin olanın, para basarken öngürülmüş olduğu” söylenebilir.
Paolo Virno ise “gerçek soyutlama, bir düşüncenin şeye dönüşmesidir” demektedir.
Sohn-Rethel’in tutumu ise daha köktencidir : “bir gerçek soyutlama, sonradan düşünce olacak hem bir ‘ilişki’ hem de bir ‘şey’dir”.
S.Zizek ise, Freudcü rüya yorumlarından hareketle; “çözümlemenin ortaya çıkarmak zorunda olduğu ‘giz’, biçimin (burada rüya biçimleri yerine meta biçimi) gerisindeki içerik değil, tersine ‘giz’in bir biçim olduğudur”. demektedir.
Şimdi bu farklı soyutlama anlayışları karşısında, ‘para’nın nasıl bir ‘soyutlama’ olduğu sorulacak olsa, örneğin okuyucunun ‘düşünce’si ne olabilir?
Öyle, aralarından birine ‘katılıyorum’ ya da ‘saygı duyuyorum ama katılmıyorum’ biçimindeki kaçamak bir yanıt yerine, gerçekten üzerinde düşündürebiliyorsak, ne âlâ diyelim.
Ne var ki, ister istemez ‘alaturka düşünenler’ diyebileceğimiz kesimlerin aslında kendilerine özgü ‘düşünce’leri olduğu yanılsamasından kurtulmalarının zor olduğunu söyleyeceğiz.
(Sürecek)
(*) Alberto Toscano, « The Culture of Abstraction », Theory, culture and society, 25/4, 2008, p. 57-75. Cite par Alberto Toscano, « Le fantasme de l’abstraction réelle », http://revueperiode.net/le-fantasme-de-labstraction-reelle
(**) E. Paci, Il filosofo e la citta`. Platone, Whitehead, Husserl, Marx, ed. S. Veca, Milan, il Saggiatore, 1979, p. 160-161 et 153. Cite par Alberto Toscano, a.g.m.