‘Fetişizm’i açıklamaya nereden başlamalı sorusunu kendi kendime sorarken,Yalçın Küçük’ün ‘bugüne değin yazılmış olan tüm iktisat kitpalarını yakmak gerekir’ sözünü anımsadım.
Demek ki, bugüne değin, öncelikle ‘ekonomi’ alanında, ‘bilim’ diye, ‘model’ diye, ‘plan ve program’ diye ileri sürülmüş ‘ne’ varsa, tümünü önce bir kenara koymamız gerekiyor.
‘Faiz’ diye ‘döviz’ diye ‘para’ diye ve ‘sermaye’ diye ne varsa, oturup yeniden tanımlamamız gerekiyor.
Örnek olsun, bilinen ya da çözümlemesi yapılan ‘ekonomik kriz’lerin 1850’lerden itibaren bir tarihi vardır.
Neredeyse ikiyüz yıla yaklaşan bir ‘tarih’ diyelim.
Ki, o arada ‘ekonomi bilimi’nde nice dehalar çıkıp nice ‘yeni kuramlar’ ortaya atılmış ve ‘bu kez tamam’ denilecek kerteye gelindiği olmuştur.
Ama örneğin, ne zamanki bir ‘kriz’ doğmuştur, öncelikle çok iyi bilindiği sanılan ‘1929 Krizi’yle, 1970’lerin ‘krizler’iyle 90’lar, 2000’ler ve Türkiye’ye ‘teğet geçtiği’ ileri sürülen 2008 kriziyle karşılaştırmalar yapılıp, nice saçma-sapan sonuçlar çıkarılmıştır.
Oysa herbirinin ‘nitelik’leri ayrı ve sonuçları başka başka olup, aynı ‘kavramlar’la açıklanması da olanaklı değildir.
Demek ki ekonominin de bir ‘tarih’i vardır ama bu tarih her kezinde farklı bir biçimde ‘tekerrür’ etmektedir.
Ve işte o bilir bilmez kullanılan ‘değişim’ teriminin de bu bağlamda bir anlamı olmaktadır.
Nitekim Tombazos, 1929 krizinin ‘değerin gerçekleşme ritmi’ndeki bir yavaşlama krizi olduğunu; 1970 krizlerinin ‘değerin değerlenme ritmi’ndeki bir yavaşlama krizi olduğunu ve 2008 krizinin ise seksenlerde azgınlaşan neo-liberal politikalar sonucu ‘kâr oranlarındaki ritmin’ yavaşlaması sonucunda ortaya çıktığını ileri sürmektedir.
Demek ki, Marx’ın ‘kâr oranlarındaki düşüşün krizlere yol açacağı’ tezini duymuş olmak, ‘değer kuramı’nı anlamış olmaya yetmemektedir.
Sonra ‘ekonomik gelişme’nin motoru ile ‘bunalıma sürüklenme’ tehlikesini hep aynı kavramlarla değerlendirmek de olanaklı değildir.
Kuşkusuz, yapısalcılık gibi “değişim sürecinde değişmeyen bir öz’ün varlığını kabul etmek” de, kimi yerde yetersiz kalabilir.
Peki ama, bizim kısaca ‘fetişizm’ diye tanımladığımız ve özellikle çağdaş ekonomilerde kimi zaman ‘gönenç ve mutluluk’ saçan ve kimi zaman da ‘felaket ve uğuzsuzluk’lara yol açan ‘Peri’si kim ya da nedir?
İşte tüm kapitalist süreçlerin olduğu gibi, günümüz ekonomilerindeki Fetişizmin Perisi yani ‘Fée’si ‘para’nın bizzat kendisidir.
‘Peri’dir, çünkü kimi zaman ‘para’ ve kimi zaman da ‘meta’ kılığına bürünerek karşımıza çıkar.
Biz ‘cüzdan’, ‘banka’ ya da ‘gizli kasa’mızda tutulu olduğunu sanarken, o sanki canlı bir varlıkmış gibi habire ‘değişir’.
Bir bakarsınız büyümüş ve bir bakarsınız ki ‘pul’ ya da ‘kül’ olmuştur.
‘Ekonomik yaşam’ denilen ortamda ise daha çok ‘meta’yla oynaşmaktadır.
‘Meta’ diyorum, çünkü burada ‘metafizik’e gönderme yapmak çok kolay olmaktadır.
Ancak Türkçe’de ona ‘Mal’ denilmektedir.
Öyle ki, kendisine sahip olanları ‘Mallaştırmak’ta üstüne yoktur.
Fransızlar ‘marchandisation’ diyorlar, bizim trene eskiden ‘marşandiz’ dediğimiz gibi.
Ve buradan, ‘para’ ile ‘mal’ ilişkisinden başka bir şey olmayan ‘ekonomik yaşam’a dönüldüğünde, denilebilir ki; gerçekte kapitalist ekonomi ya da kısaca marşandizasyon demek, marşandiz gibi ‘bir alemete binerek kıyamete gitmek’ demektir.
Makinist ise ‘fetişizmin fée’si yani ekonominin ‘Peri’sidir.
Ne elle tutabilirsiniz ve ne de ‘piyasa ekonomisi’nde yön verdirebilirsiniz.
Çünkü ona olan hayranlığınız, aslında sizi tutsak almıştır.
Tam anlamıyla ‘fetişizm’ işte bundan başkası değildir.
(Sürecek)
(*) Stavros Tombazos, “La reproduction capitaliste chez Marx”, in Actuel Marx: Reproduction Sociale, n°70, Paris, PUF, 2021, pp:77-95
Bir yanıt yazın