Bilinen anekdota göre “eğer şeylerin görünümleri ile özleri aynı olsaydı bilime gerek kalmazdı”.
Öyleyse ‘özcü’ (essencialiste) yaklaşım, şeylerin görünümlerinin gerisinde yatan ‘öz’ü yakalama çabasından başka bir şey olmayacaktır.
Oysa Aristo’dan buyana, felsefenin temel sorunu ‘varlık/yokluk sorunu’ olup, önce ‘insan’ın kendi kendisini sorgulamasıyla başlanmaktadır.
‘İnsan nedir?’ ya da ‘ben neyim’?
Ki, Descartes’le birlikte ‘Ben düşünebilenim’ (cogito ergo sum) aşamasına gelinmiştir.
İnsanlık ‘sosyal’ bir anlayışa eriştiğinde ise, ‘nedir?’ sorusundan önce ‘sosyal’in bir ‘varlık’ (être étant) olduğu kabul edilmiş ve tüm felsefî/bilimsel çözümlemeler bu ontolojik dayanıklılık’tan hareket etmişlerdir.
Ki, buna ‘sosyal ontoloji’ denilmektedir.
Yani, eğer zaman zaman ‘Türkiye sosyolojisi’ terimi kullanılyorsa, pek haksız sayılınmaz.
Çünkü böyle denirken, onun kendine özgü ‘örgütlenmesi’, ekonomik/sosyal/politik/ideolojik ‘yapı’ları, belirleyici ‘aktör’leri ve onların ‘işlev’lerinin ‘varlık’ından sözedilmektedir.
Şimdi ister kabul edilsin isterse edilmesin, ama Türkiye’de ‘Hukuk siyasetin köpeğidir’ ya da ‘eşşeğidir’ biçimindeki bir ‘somutluk’tan sözedilebilir.
Nitekim Evgueni Pasukanis (1895-1936) 1924 yılında yazdığı ‘Hukukun Genel Kuramı’ başlıklı çalışmasında; ‘Hukuk’ diyor, “kapitalist toplumun bağrında yatan sosyal çelişkileri fetişleştiren bir sosyalleşme ilişkisi olarak sosyalleşmenin ayrılmaz bir parçasını oluşturur (mütemmim cüz)”.
Sovyetler Birliği’nin 1936 Anayasası’nı hazırlayanlar arasından yer alıp, ‘Hukuk Kuramı’ üzerine olan çalışmaları 1970 yılında Amerika’da yayımlanan bu hukukçuya göre; genel olarak burjuva toplumunun, diğer tüm sosyal/felsefî/bilimsel kurumları gibi bir ‘burjuva hukuku’ olacaktır.
İşte başkası değil ama bu ‘hukuk’, o ‘siyaset’in eşeği de olabilir köpeği de…
Çünkü ‘hukuk’ olmaktan çıkmış ve sadece ‘fetişleştirme’ işlevi kalmıştır.
Öyle ki, örneğin ‘hak/hukuk/adalet’ diye yollara dökülüp uğruna ‘can feda’ edilecek kadar ‘fetişleştirilen’ kavramlara bir türlü erişilemeyeceği daha baştan bilinmektedir.
Ne var ki, ne Ersan Şen gibi ‘hukuçu’lar, ne YSK üyeleri ve ne de benzeri ‘Yüksek’ ya da ‘Alçak’ yargı mensuplarının bu durumu anlamalarını bekleyemeyiz.
Bununla birlikte, daha çok kendi alanımız saydığımız ‘ekonomi’ alanında, örneğin ‘meta fetişizmi’ konusuna değinmek istiyoruz.
Çünkü ona bağlı olarak ‘para’nın fetişleştirme işlevlerine gidebileceğiz.
Nitekim, ‘para’ üzünde nasıl bir ‘el kiri’ olduğu halde bugün en ‘değerli şey’ (!) konumuna yükseltilmiş ise, o saygın görünen ‘yargıç’ ya da ‘savcı’nın da özünde nasıl ‘aşağılık’ bir varlık olduğu ancak böylece anlaşılabilecektir.
Burada Foucault’un tanımına uygun olarak, “her gösterge, görünümünü sergilediği şeye karşılık gelmez, çünkü o da başka görünümü sergilenen şeylerden başka bir şey değildir” denilebilir.
Yani, örneğin Ersan Şen ve benzeri hukukçuların göstergesi oldukları ‘Hukukçuluk’, aslında ‘siyasetin köpeği’ olan hukukçuluktan başkası değildir.
O nedenle başka yazılarımızda, aslında ‘siyaset’in ‘hukukun köpeği’ olması gerektiğinden söztmiştik.
Ya da, olabiliyorsa, ki mutlaka bir gün olacaktır, ‘para’nın olduğu gibi ‘hukuk’un da ‘siyaset’in de fetişizmden arındırılıp ‘gerçek özü’ne kavuşturulması ‘olası’dır diyeceğiz.
Ki bunun da ancak üzerine yükseldikleri ‘temel’in değiştirilmesiyle ‘olanaklı’ olabileceği söylenebilir.