Buraya kadar, ‘Halk’ ve ‘Halkçılık’ diyerek geldik, peki ama, haklı olarak o üzerinde fırtınalar kopartılan ‘Ulus’(Millet) nerede kaldı diye sorulabilir.
İnsanların ‘zihninde’ diyeceğiz…
Çünkü ‘Ulus’, ‘Ulusal sınırlar’, ‘Ulusal değerler’, ‘Ulusal çıkarlar’ gibi kavramların tümü ‘ekonomi politik’in bir ‘bilim’ olarak ortaya çıktığı dönemde, klasik denilen ‘ekonomist’lerin bir ‘mantıksal öncelik’i olarak konulmuş ‘kavram’lardır.
Ne var ki, ‘öncelik’in mantıksal kanıtlanmasına çalışmak, öncelenen ‘şey’in ortadan kalkmasına yol açmaktadır.(*)
O nedenle, klasik ekonomistler ve genel olarak ekonomistlerin varlığına gönderme yaptıkları ‘Ulus’, mantıksal olarak o gün bu gündür bir ‘bulanık mantık’ ürünü olarak kalmıştır denilebilir.
Kimi zaman ‘tanımlanamaz’ olarak kaldığı gibi son dönemlerde de ‘aşılmış’ olarak görülecektir.
Dolayısıyla, ‘Ulus’un tanımının disiplinler-arası bir yaklaşıla ele alınmasının gerektiğini söyleyeceğiz.
Nitekim, salt etimolojik olarak kullandığımız ‘uluslararası ilişkiler’, özünde mallar, sermayeler, bilgiler, teknoloji ya da kültürel değerleri de kapsamaktadır.
Giderek sıradan ‘birey’ler ya da hukuksal herhangi bir değeri olmayan sıradışı grupların (groupes informels) ‘göç”lerini de kapasamış bulunmaktadır.
O zaman, Freud’cü bakışla, insanların başlangıçta boş olan ‘bilinçaltı’na, ana kucağı ya da ilk sığınılacak yer anlamında nevrotik bir ürün olarak yerleşen ‘Ulus’ kavramı nerede duracaktır diye sorulabilir.
Ya da, ‘Ulus’ kavramının mutlak evrensel bir kavram olmayacağı sonucuna varılabilir denilecektir.
Ya da insanın ‘bilinçatı’, ya tamamen ‘boş’ bırakılıp ya da ‘ulusalcılık’ gibi bir kavramla ‘şişirebilecektir’ denilebilir.
Öte yandan daha merkatil dönem ve Fizyokrat düşünceden itibaren ‘Devlet’in insanların bilinçaltını yapılandıracağı düşünülmüş olmasına karşın, Çokuluslu şirketler ve giderek GAFAM’ın( Google/Apple/Facebook/Amazon/Microsoft) ‘Devlet’leri parmağında oynattığı aşamaya gelinmiştir.
Bireylerin ‘bilinç’lerini olduğu kadar ‘bilinçaltı’nı da bu sonuncuların yapılandırabileceği düşünülecek olursa; diğer her türlü global stratejilerin ötesinde, uluslar-üstü ya da global herhangi bir ‘güç’ün karşısında bir ‘denge güç’ (balance des pouvoirs) oluşturması bakımından ‘Ulus’ kavramı bir ‘tercih yapı’ olarak korunabilir denilebilir.
İşte bu nevrotik kavram olarak ‘Ulus’un maddi temelinin ‘Halk’ olabileceği ama onun da bir ‘tanımlanma sorunu’ içinde olduğunu ve bu tanım sorununu aşmaya çalıştığımızı yineleyelim.
Bu konuda, Marx’ın hem sessiz ve hem de gizemli kaldığı söylenmektedir. Nitekim gönderme yapılan tek tümcesi, “Emekçilerin yurdu yoktur, (öyleyse) sahip olmadıkları şey onlardan geri alınamaz. Proletarya her şeyden önce politik iktidarı ele geçirmeli, ulusal sınıf olarak ortaya çıkmalı ve kendisinden bir ulus oluşturmalıdır”.
İşte bütün sorun ‘Halk’ın bir ‘Ulus’ olarak ortaya çıkması ve ‘kendisi’nden bir ‘Ulus’ oluşturup oluşturamamasındadır denilebilir.
Kuşkusuz bu tümceden olarak, ‘Halk’ın sadece ‘Proletarya’dan kalkarak tanımlanabileceği sonucuna varmak belli bir kolaycılık olacaktır.
Ki, çoğu sol/sosyalist/komünist partiler bu yolu seçtikleri için başarılı olamamışlardır denilebilir.
Bununla birlikte, ‘Halk’ın önemli ölçüde ‘emekçi kesimler’den oluştuğunu yadsımak da olanaklı değildir.
Büyük olsalıkla, bu konudaki ‘gizem’, emekçi kesimlerin bir ‘Halk’ oluşturup oluşturamamasında yatmaktadır.
Aksi halde, tarihin her döneminde ‘çoğunluk’ olan bu kesimlerin çoktan ‘İktidar’a gelip, ‘Devlet’i fethetmiş olmaları gerekirdi.
Ki, ancak ve sadece o durumda bir ‘Ulusal Devlet’ten sözedilebilecektir.
(Sürecek)
(*) Bu konuda, Jean Weiller-Guy Desroussilles-Dupuigrenet, Les cadres sociaux de la pensée économique, Presses Universitaires de France, 1974. Ki, altıncı bölümü benim Devlet-Ulus’un Sonu başlıklı kitabımda yeralmaktadır