Geçen bölümlerde, ‘Halk’ın birimi olan ‘insan’ın, Hristiyanlık ile birlikte bir ‘tüzel insan’ (homme moral) biçiminde anlaşılmasına geçildiğinden sözetmiştik.
Arapça’daki karşılığı ise ‘manevi şahsiyet’ terimidir.
İşte, tek tek ‘manevi şahsiyet’lerin genel toplamı olarak biraraya gelmeleri ve ‘kitlesel birlik’ ya da Michelet’nin deyimiyle bir ‘füzyon’ biçiminde ortaya çıkmaları, somutta olmasa bile soyut bir bütünlük oluşturmaktadır, ki buna genelde ‘Millet’ ya da ‘Ulus’ denilmektedir.
Öyle ki, genelde askeri bir terim olan ‘moral ve motivasyon’un en sofistike silahlar kadar etkin olmasına benzer bir biçimde, var olduğu söylenilen o ‘kitlesel birlik’ (kitle-i vahdet), Türkiye’de daha Lozan Antlaşması’nın imzalanmadığı ve Cumhuriyet’in kurulmadığı günlerde Mustafa Kemal tarafından ileri sürülmüş ve bir ‘Millet’in oluşturulmasına katkıda bulunmuştur denilebilir (*).
Dahası, Lozan Antlaşması tarafları olarak ‘dış güçler’e karşı olduğu kadar, en az onlar kadar tehlikeli oldukları bugün daha çok belirginleşen Cumhuriyet karşıtı ‘iç güçler’e karşı, bu en sofistike silahlar kadar etkin ‘moral ve motivasyon’ kaynağı olan şey, ‘sözcüklerin gücü’nden (la puissance des mots) başkası değildir.
O arada, yine kimi ‘siyasetçi’lerin, siyasal çıkarlar amacıyla Millet’in o ‘kitlesel birlik’ini bozmaya yönelik olarak, Zillet’ gibi, aptalca, sözcüklerin gücünden (la force des mots) yararlanmak istedikleri de sözkonusu olabilmektedir.
Salt bu iki örnekten hareketle, var olması düşünülen ‘kitlesel birlik’in kendi içinde bir ‘çelişki’, ‘çatışma’ veya ‘uzlaşmazlık’ taşıdığı söylenebilir.
Öyle ki, bu çelişki ve çatışmalar, başkaca anlamlı çelişkilerin yanısıra, örneğin Marx tarafından ‘halk artıkları’ (déchet des peuples) olarak adlandırılan kesimlerce ve anlamsız bir biçimde yüzyıllarca sürdürülebilmektedir.
Ne var ki, bu ‘sözcüklerin gücü’nün yanısıra, ‘ideolojik’, ‘parasal’ ya da ‘ilkesel’ ‘güç’lerden de sözedilebilir.
Ancak bunlardan hiçbirinin, bir genel kavramsallaştırma için ‘özsel’ ya da ‘temel’ diyebileceğimiz (ordre substantiel) nitelikler taşımadıklarını söyleyebiliriz.
Bir an için bu somut temele ulaştığımızı varsaysak bile, bu, yukarıda sözünü ettiğimiz ‘sözcüklerin gücü’nü savsaklayacağımız anlamına gelmez.
Tersine, ‘eylem’ ve ‘söylem’ birliği dediğimiz yeni bir bileşime ulaşmanın sadece başlangıcı olacaktır.
Öyleyse, bugüne değin ‘popülizm’ adıyla yaygınlaştırılan şey her ne ise, ilk adım olarak ‘Halkçılık’ terimini kullanmaya başlayarak en önemli adımlardan birini atmış olduğumuzu ileri süreceğiz.
Sonra, tarihsel olarak ilk önce sahne alan ‘Rus Halkçılığı’nın (Narodnizm) felsefi temelerinin Fransız Devrimi olduğu gerçeği ve Anglo-sakson anlayışının ‘French Theory’ olarak küçümsediği yaklaşımla ilişkisini sürdürdüğünün altını çizmemiz gerekiyor.
Dahası, köken olarak bir Prusya’lı (Alman) olan Anacharsisi Cloots (1755-1794)’un ‘İnsan soyunun sözcüsü’ (Orateur du Genre Humain) olarak ortaya çıkıp Fransız Devrimi’ni savunması ve Fransız Meclisi tarafından yurttaşlık almasına karşın, ‘devrimin kendi çocuklarını yemesi’ sonucu 1794’te giyotinden kaçamamasını anımsatmak gerekebilir.
Neden denirse; Michelet’nin de beğendiği şu sözünden dolayı diyelim: “Fransa (Devrimi)” İngiliz bireycilğine karşı “bireyleri sağaltmıştır”.
Burada, somut olarak Devrim’in bireylere sağladıklarından çok onun bireylere ‘Manevi’ olarak kazandırklarının önemine dikkat çekmemiz gerekiyor.
Ki, bu anlayış Max Weber’de bile belirleyici bir öge olarak görülecektir.
Ancak bu, ‘kitlesel birlik’e, ‘mistik’ bir anlam yükleneceği anlamına kesinlikle gelmez.
(Sürecek)
(*)Mustafa Kemal’in 15 Mart 1923 yılında Adana Lisesi’nde yaptığı konuşma:“Arkadaşlarımız ve milletin bütün efradı gibi, milli davamızda benim de mesaim sebketmiş ise de, bu mesaide kuvveti icraat ve muvaffakiyet varsa bunu şahsıma atfetmeyiniz. Ancak ve ancak bütün milletin şahsiyet-i maneviyesine atfediniz. Ben milletin bu âli, manevî şahsiyeti içinde bir ferdi naçiz olmakla bahtiyarım. Efendiler, millet heyet-i umumiyesiyle mânevî bir şahıs halinde ve bir kitle-i vahdet şeklinde tecelli eyledi ve bu vahdeti ulviyeyi muhafaza ederek ona düşman olanları bertaraf eyledi” (15 Mart 1923)
Yazıları posta kutunda oku