TADA/FEYM GRUBUNUN DEĞERLİ ÜYELERİ VE ÇALIŞMALARIMIZA DESTEK VEREN DEĞERLİ GÖZLEMCİLERİMİZ,
E. Büyükelçi Sn.M. Nuri Yıldırım vasıtasıyla Turkish Forum üyelerine ve Orhan Tan paşama intikal eden ve California’nın 24 Nisan’ı soykırım günü olarak kabul eden ve resmî tatil ilan eden kararı konusunda başta Sn. Ferruh Demirmen’in, Sn. Oya Bain’in ve Sn. Ergun Kırlıkovalı’nın gösterdiği tepkiler için müteşekkiriz. ABD Başkanının ve Senatosunun soykırım iddialarına ilişkin açıklama ve kararlarının ABD’nin kendi anayasasına ve uluslararası hukuka aykırı olduğu ve soykırım iddialarını ABD’nin resmi raporlarının da yalanlandığı hususu daha önce gönderilen yazı ve tepkilerle de dile getirilmişti.
Söz konusu tepkilerin gösterilmesi son derece değerlidir. Ancak California eyaletinin aldığı karara gösterilen bireysel tepkilerin ötesinde karara karşı hukuk zemininde çözüm aramak gerekmektedir. Bu konuda dava açma yetkisi söz konusu eyalette yaşayan Türk kökenli ABD vatandaşları ile ABD’deki Türk Dernekleri’ne ve Türkiye Cumhuriyeti’nin bu ülkede görev yapan dış temsilciliklerine aittir. Türkiye Cumhuriyeti Washington Büyükelçiliği bir dava açmasa bile Türk Dernekleri tarafından açılacak davalara müdahil olarak katılma hakkına sahiptir ve bu hakkı kullanmalıdır.
Diğer yandan California eyaletinin kararının bu eyaletle sınırlı olmadığı ve gerek ABD’deki diğer eyaletlerin gerekse diğer ülkelerin benzer kararlar alacakları değerlendirilmektedir.
Oysa alınan kararlar BM’nin nefret suçunun önlenmesi kararlarını ve daha önce uluslararası mahkemeler tarafından alınmış olan kararları açıkça ihlal etmektedir.
California eyaletinde alınan söz konusu kararlar Türklerin sahip olduğu vatanseverlik ve milliyetçilik duygularını baskı altında tutma ve sözde Ermeni soykırımı iddiaları yoluyla suçluluk duygusu yaratarak Türkleri Türklüklerinden utanır hâle getirmek suretiyle toplum içinde daha sessiz ve uyumlu bir grup haline dönüştürme çabasıdır.
Bu konuda daha önce Almanya’da yaşanan deneyimler ABD’de yaşanabilecek vahim gelişmeleri görebilmemiz ve tedbir almamız açısından yararlı olacaktır:
Soykırımı reddedenlere karşı uygulanan linç politikaları ilk önce Alman okullarında uygulanmıştır. Stuttgart’ta bir okulun 10. Sınıf öğrencisi Ezgi Ö.’nün derste öğretmen tarafından anlatılan Ermeni soykırım iddialarını reddetmesi sınıf arkadaşları tarafından “Türk nazisi” olarak yaftalanmasına neden olmuş ve öğrencinin okuldan uzaklaştırılmasında bahane olarak kullanılmıştır.
Almanya özellikle 1980’lerden itibaren Almanya’da yaşayan Türkleri asimile etme politikalarına yönelmiştir. Almanya’da yaşayan Türkler 18 yaşına geldikten sonra ya Alman ya da Türk vatandaşlığını seçmek zorunda bırakılmakta, Alman vatandaşlığını seçenler ise Türk vatandaşlığından çıkarılmaktadır. Bu suretle Almanya bu ülkede doğan 3. Kuşak Türkleri çok daha kolay asimile etme imkânlarına sahip olmaktadır. Alman vatandaşlığını seçen Türkler ise zaten yeterli bilgiye sahip olmadıkları Ermeni meselesi konusunda Alman eğitim sisteminde aldıkları bilgiyle yetinmekte ve Alman devletinin baskılarından da çekinerek Türkiye’nin Ermeni meselesi konusundaki tezlerini savunamamaktadır. Okullarda kendi aralarında bile Türkçe konuşmalarına izin verilmeyen Türk öğrenciler, birçok eyalette Türkçe derslerinin de kaldırılmasıyla Türklükten büyük ölçüde koparılmakta ve haksız şekilde sözde Ermeni soykırımıyla suçlanan Türk gençleri suçluluk ve aşağılık duygusu altında ezilerek soykırım suçlamalarını daha kolay kabul eder hâle getirilmektedir.
Almanya soykırım iddialarına çeşitli eyaletlerde okutulan ders kitaplarında da yer vermektedir. Almanya’da ilk kez 2002 yılında Brandenburg Eyaletinde eyaletin Eğitim Eski Bakanı Steffen Reiche tarafından okul kitaplarında sözde Ermeni soykırımı ders müfredatına konmuş ve takip eden süreçte diğer eyaletlerde de sözde Ermeni soykırımı ders müfredatına alınmıştır.
Berlin Göç ve Uyum Dairesi ise 13 Haziran’da sözde Ermeni soykırımını anlatan bir kitabın dağıtımına başlamıştır. 1,5 milyon Ermeni’nin sistematik bir şekilde yok edildiğini öne süren kitap yayın tarihinden yaklaşık iki ay önce basılmış, ancak Berlin Eyalet Başbakanı Wowereit’in Türkiye ziyareti nedeniyle kitabın dağıtımı ertelenmiştir. Berlin Senatosu’na bağlı Göç ve Uyum Dairesi tarafından Berlin’de yaşayan göçmen kültürlerini tanıtmak için hazırlanan “Ermeniler ve Berlin-Berlin’deki Ermeniler” adlı kitapta baştan sona kadar sözde soykırım anlatılmaktadır. Ermeni Diasporasının bilinen iddialarının yer aldığı kitapta Osmanlı, Jön Türkler ve Talat Paşa katil ilan edilerek “1,5 milyon Ermeni’nin bilerek ve sistematik bir şekilde yok edildiği ve bunun Ermeni halkının soykırıma uğradığının en somut belgesi olduğu” ifadesi yer almaktadır. Alman yazar Tessa Savvidis Hofmann’ın önderliğinde hazırlanan 104 sayfalık bu kitapta Türklerin Ermenileri göçe zorladığı, katlettiği, bazı Ermeni illerinin Türk şehirlerine dönüştürüldüğü ve katledilen Ermenilerin açılan toplu mezarlara gömüldüğü iddialarını kanıtlamak amacıyla birtakım resimler kullanılmıştır.Ermenilerin sahte belge ve resim üretme konusundaki sabıkaları kaynağı belirtilmeyen resimlerin gerçekliği konusunda şüphe uyandırmaktadır.
Almanya’nın söz konusu hukuka aykırı uygulamalarının şimdi de ABD’nin California eyaletinde 24 Nisan’ın soykırım günü ve resmî tatil ilan edilerek sürdürüldüğü görülmektedir.
Diğer yandan Alman ve ABD Parlamentolarının ve California eyaletinin kararları uluslararası hukuk kurallarını da açıkça ihlal eder mahiyettedir. Bu kurallardan ilki hukukun geriye doğru işlemeyeceği prensibidir. 9 Aralık 1948 tarihli BM Soykırım Suçunun Önlenmesi ve Cezalandırılması Sözleşmesi 20 ülkenin onaylamasının ardından 12 Ocak 1951’de yürürlüğe girmiştir. Bir fiilin soykırım olarak nitelendirilebilmesi ve yargılanabilmesi ancak BM. Soykırım Suçunun Önlenmesi ve Cezalandırılması Sözleşmesinin yürürlüğe girdiği tarihten sonraki fiiller için söz konusu olabilir.
Söz konusu kararların hukuken geçersiz olduğunu kanıtlayan bir diğer kural BM Soykırım Sözleşmesine göre herhangi bir fiilin soykırım olup olmadığına karar verme yetkisinin sadece soykırım fiilinin işlendiği iddia edilen ülke mahkemeleri ile tarafların karar yetkisini kabulü halinde Uluslararası Ceza Mahkemelerine tanınmış olması hususudur. Bu konuda başka hiçbir makam ya da kuruluşun karar verme yetkisi bulunmamaktadır. (UN General Assembly Resolution 260 A (III) of 9 December 1948 Article VI).
İngiltere İstanbul’u işgal ettikten sonra 1919’da “Ermeni katliâmı” yaptıkları iddiasıyla dönemin bir kısım yöneticileri ile İttihatçıları Malta’ya sürmüş, uluslararası bir mahkeme kurmuş, başına da İngiliz Kraliyet Başsavcısı Woods getirilmiştir. Savcı, Osmanlı, İngiltere, ABD, Mısır ve Irak arşivlerini iki yıl araştırdıktan sonra, katliâm yapıldığını dair herhangi bir delil bulamadığı için 29 Temmuz 1921’de takipsizlik kararı vermiştir.
BM Soykırım Sözleşmesinin kabulünden sonraki süreçte Ermeniler ve onları destekleyen ülkeler tarafından açılan hukuk davalarında da Ermeni soykırım iddialarının hukuken geçersiz olduğu mahkeme kararlarıyla hükme bağlanmıştır. Bu kapsamda Fransa’daki bir Ermeni Derneği, “Avrupa Parlamentosu (AP) Türkiye’nin soykırım yaptığına ilişkin bir karar aldığına göre, Türkiye’nin AB adaylık statüsü dondurulmalıdır” iddiasıyla Avrupa Adalet Divanı (AAD)’nda dava açmış, Divan 17 Aralık 2003 tarihli kararında; “AP’nun 1987 yılında aldığı Ermeni soykırımı ile ilgili kararın siyasi olduğunu, bunun hukuki alanda hiçbir geçerliliği olmadığını” hükme bağlamıştır (http://curia.europa.eu/jurisp/cgi-bin/form.pl?lang=de). 16 Ocak 2004`te temyize verilen davayı 29 Ekim 2004 tarihinde karara bağlayan AAD`nın dördüncü dairesi davacının temyiz isteğini reddetmiş, böylece AP’nun Ermeni soykırımı ile ilgili kararının hukuken geçersiz olduğu AAD tarafından da tescil edilmiştir (29 October 2004, Case: C-18/04 P).
Uluslararası Adalet Divanı (UAD) ise Hırvatistan’ın, 1999 yılında Yugoslavya Federal Cumhuriyeti aleyhine açılan davada verdiği 3 Şubat 2015 tarihli kararında; “…bir gruba mensup kişileri bulundukları yerden başka bir yere zor kullanarak da olsa, tehcir etmenin soykırım sayılamayacağına” hükmetmiştir. (http://www.icjcij.org/docket/files/118/18422.pdf). Esasen tehcirin ve zorla göç ettirmenin; soykırım sözleşmesinde bu suçu oluşturan eylemler arasında yer almadığı hususu UAD kararı öncesinde de uluslararası hukukçular tarafından birçok kez dile getirilmiştir.
Fransa’da yaşayan Türk vatandaşları tarafından kurulan “Türk Tarihinin Eğitiminde Tarafsızlık Derneği(ANEHTPS)”nin yöneticileri ise; kolejlerin 3. sınıflarında Ermeni soykırımının ders olarak okutulmasına ilişkin Fransız Milli Eğitim Bakanlığının 15 Temmuz 2015 tarihli kararnamesinin iptali ve Bakanlığın kararnamesine hukuki altyapı oluşturan 29 Ocak 2001 tarihli yasanın kaldırılması için dava açmış, ancak Derneğin talebi 7 Ekim 2015 tarihinde yapılan duruşmada Fransız Danıştayı tarafından reddedilmiş ve mahkemenin kararı 19 Kasım 2015’te kesinleşmiştir. Daha sonra Yahudi soykırımını inkâr eden bir Fransız vatandaşının Fransız Anayasa Mahkemesi’ne, soykırım inkârını cezalandıran Gayssot yasasının iptali için yaptığı başvuruya Türk Dernekleri ile 37 Ermeni vatandaşı da taraf olmuş, davada Ermeni müdahiller “Yahudi soykırımını inkâr edenlerin cezalandırılmasını düzenleyen yasaya Ermeni soykırımı kelimesinin de eklenmesini” isterken, Türk dernekleri “Fransa’da Ermeni soykırımını tanıyan 2001 Yasası’nın iptal edilmesini” talep etmiştir.
Fransız Anayasa Mahkemesi 8 Ocak 2016 tarihinde Gayssot yasasının iptali talebini ve Ermeni derneklerince önerilen yasaya “Ermeni soykırımı” ifadesinin de eklenmesi talebini reddetmiştir. Mahkeme ANEHTPS tarafından talep edilen 29 Ocak 2001 tarihli soykırım yasasının iptali başvurusunu ise açılan dava ile ilgisi olmadığı gerekçesiyle reddetmekle birlikte Fransız Danıştayının 19 Kasım 2015 tarihli kararının hatalı olduğunu vurgulamıştır.
Fransız Anayasa Mahkemesinin kararında Ermeni soykırımı iddialarının Yahudi soykırımı gibi algılanamayacağı, 1945’te Yahudi soykırımının uluslararası bir mahkemede yargılandığı, 1915’te yaşanan olayların faillerinin ise ulusal ya da uluslararası bir mahkemede yargılanmadığı, bu açıdan iki olay arasında fark olduğu belirtilmiştir (https://ec.europa.eu/2016/decision-France’s-Constitutional-Council, January 8, 2016).
Bu konudaki en önemli karar ise AİHM Büyük Kurulu’nun kararıdır. AİHM Büyük Kurulu, Perinçek-İsviçre davasında verdiği 15.10.2015 tarihli kararda; “1915’te yaşanan Ermeni zorunlu göçünün uluslararası hukuka göre soykırım olarak nitelendirilemeyeceğini ve fiilin işlendiği ülkenin yerel mahkemeleri ile Uluslararası Ceza Mahkemeleri dışında hiçbir kurum ve kuruluşun bu konuda karar alma yetkisinin bulunmadığını” hükme bağlamıştır (http://www. Echr. coe.int/ Pages/home.aspx?p=home/Grand Chamber Judgment Concerning Switzerland (15.10.2015).
Bütün bu mahkeme kararlarına rağmen Alman Parlamentosunun Türkiye’yi soykırımla suçlayan bir karar tasarısını görüşmeye başlaması üzerine Türkiye’de ve Almanya’daki birçok kuruluş ve dernek Alman Parlamentosuna, Parlamentoda görüşülen tasarının hukuksuzluğuna vurgu yapan yazılar göndermiş ve davalar açmıştır.
Bunlardan 532 akademisyen ve aydın adına Birlikte Türk Milletiyiz (BTM) Hareketi 27 Mayıs 2016 tarihinde Alman Parlamentosuna, Alman Siyasi Partilerine ve Alman milletvekillerine yukarıda belirtilen hukuksuzluklara vurgu yapan birer yazı göndererek tasarının geri çekilmesini talep etmiştir.
Ayrıca Fanatik Ermeni Yalanlarıyla Mücadele (FEYM) Platformu ile 114 eski CHP milletvekili benzer gerekçelerle Alman Parlamenterlere birer mektup göndermiş ve karar tasarısının geri çekilmesi talebinde bulunmuştur.
Türkiye Barolar Birliği Başkanı da Alman Barolar Birliği Başkanına Alman Parlamentosuna sunulan karar tasarısının hukuken sakatlığını ortaya koyan ve tasarının geri çekilmesi konusunda desteğini talep eden bir mektup göndermiş ve özellikle tasarının 4. maddesinde yer alan “Ermeni soykırımının” Alman eğitim müfredatına girmesine ilişkin maddenin düşman nesiller yetişmesine neden olacağı uyarısında bulunmuştur. Alman Parlamenterlerin büyük çoğunluğu bu mektuplara cevap dahi vermemiş, cevap verenler ise tasarıya evet oyu vereceklerini bildirmiştir. Dolayısıyla bu tür hukuksuz kararlara karşı bireysel tepkiler şart olmakla birlikte söz konusu bireysel tepkilerin hukuki alanda herhangi bir sonuç doğurmayacağı açıktır. Nitekim California Valisine gönderilen mektup da son derece önemli ve değerli olmakla birlikte valinin kararında bir değişikliğe neden olamamıştır.
Benzer şekilde 2003’ten bu yana Hristiyan Demokrat Parti CDU’nun Neumünster Meclis Üyesi olarak görev yapan Refik Mor; Alman Anayasasının 103. Maddesinin 2. Paragrafı ile Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 7. Maddesine göre “Kanunsuz ceza verilemeyeceği” ve “hiç kimsenin, olayın işlendiği zaman zarfında yürürlükte bulunan, iç hukuk veya uluslararası hukuka göre suç sayılmayan eyleminden veya ihmalinden dolayı, cezalandırılamayacağı” hükümleri gereğince, ayrıca Almanya Anayasası’nın 103. Maddesinin 2. Bendine göre, kanun koyucunun hakimlik veya polislik yapma yetkisini kullanmalarının yasak olduğunu ve Alman Ceza Kanununun 187. Maddesine göre başkası hakkında işlemediği bir suçtan dolayı iftirada bulunanlar için 5 yıl hapis cezası öngörüldüğünü hatırlatarak karar tasarısını hazırlayan ve evet oyu kullanan Alman milletvekilleri hakkında suç duyurusunda bulunmuştur.
Bütün bu uyarı ve tepkilere rağmen Alman Parlamentosunda oylanan Ermeni karar tasarısı kabul edilmiş, Türk hükûmetinin tepkisini azaltmaya çalışan Alman Başbakanı Merkel tasarıyı önlemek yerine oylamaya katılmamayı tercih etmiştir.
Türkiye karar üzerine Almanya Büyükelçisi Hüseyin Avni Karslıoğlu’nun istişarede bulunmak üzere geri çağrıldığını açıklamıştır.
Alman Parlamentosunun aldığı karara Alman asıllı milletvekillerinin yanı sıra Yeşiller Partisi Eş Genel Başkanı Cem Özdemir başta olmak üzere 11 “Türk” milletvekilinin de evet oyu kullanarak destek olması Türk milletini ve yurtdışında yaşayan yurttaşlarımızı rencide etmiş ve Hukuki Mücadele Derneği Başkanı Avukat Oğuzhan Buhur, “1915” tasarısının yasalaşması yönünde oy kullanan 11 “Türk” asıllı Alman milletvekili hakkında 5237 sayılı Türk Ceza Kanunun 301. Maddesi kapsamında soruşturma açılması istemiyle 6 Haziran 2016’da suç duyurusunda bulunmuştur.
Ankara Barosu avukatlarından Melih Akkurt ise “Almanya Parlamentosu’nun sözde soykırım kararında normal bir kanun çıkarma yolunu bile izlemediğini, komisyon kurup araştırma dahi yapılmadan, deliller ve diğer konularda hiçbir çalışma yapılmadan, Türkiye ve Türklerden en küçük bir değerlendirme ve savunma alınmadan ve Türkiye ve Türklere herhangi bir itiraz yolu veya delil sürme yolu açılmadan karar alındığını, bu durumun BM İnsan Hakları Bildirgesi’nin 11’inci Maddesine aykırı olduğunu” belirterek Alman Parlamentosunun kararının iptali amacıyla Alman Anayasa Mahkemesine başvuruda bulunmuştur.
Akkurt dilekçesinde “Alman Parlamentosunun kararının aynı zamanda Ermeni toplumunu üstün tuttuğunu ve bu durumun BM’nin ırk ayrımcılığının önlenmesi kararlarına da aykırı olduğunu” belirtmiştir.
Aynı kapsamda 2005- 2009 döneminde Alman Meclisi Bundestag ve Avrupa Parlamenterler Konseyi üyesi olarak görev yapan ve Almanya Türk Toplumu TGD Kurucu Genel Başkanı olan Prof. Hakkı Keskin, Vatan Partisi Avrupa Temsilcisi Beyhan Yıldırım ve Avrupa Yürütme Kurulu Üyesi Dr. Murat Burhanoğlu ile Türkiye Gençlik Birliği Almanya Genel Sekreteri Meram Tosun Bundestag Kararı’nın Alman Anayasası’na ve uluslararası hukuka aykırı olduğunu gerekçeleriyle Alman Anayasa Mahkemesine ayrı ayrı başvurularda bulunarak dava açmışlardır. Dava dilekçelerinde Alman Meclisi Başkanı Prof. Norbert Lammert’in 2 Haziran 2016 tarihli Meclis oturumunda, “Meclislerin soykırım kararı alma konusundaki yetkisizliklerini” anlatan açıklaması hatırlatılmış, ayrıca Berlin Eyaleti Eski İçişleri Bakanı Dr. Ehrhart Körting’in oylamadan bir gün önce Tagesspiegel’de yayınlanan makalesinde yer alan “Der Antrag ist antitürkisch und gefährdet den Inneren Frieden in Deutschland” (Önerge Türk karşıtıdır ve Almanya’nın iç barışını tehdit ediyor) cümlesi de hatırlatılarak kararın iptali talep edilmiştir.
Almanya Parlamentosunun kararının gerek Almanya Anayasasına gerekse BM Soykırım Sözleşmesine ve AİHM Büyük Kurulu’nun kararına aykırı olduğu açıkça görüldüğü halde Alman Anayasa Mahkemesi 19 Aralık 2016 tarihli kararında Almanya Parlamentosunun kararının iptali amacıyla açılan davaları reddetmiştir (The Associated Press, German, Court Rejects Suits Against Armenian “Genocide” Vote, Dec 19, 2016).
Alman Anayasa Mahkemesi’ne Alman Parlamentosu’nun kararının iptali için başvuran ve başvurusu reddedilen Ankara Barosu Avukatlarından Melih Akkurt söz konusu ret kararını AİHM’ne taşımıştır. Ancak Avukat Akkurt’un başvurusunu inceleyen AİHM 13 Temmuz 2017 tarihli kararında sözleşme veya protokollerde belirtilen hak ve özgürlüklerin herhangi bir şekilde ihlal edildiğini tespit edemediği gerekçesiyle davacının başvurusunu reddetmiştir (ECHR-LTur11.00R, AMU/IDFge, 13.07.2017).
Almanya ve ABD gibi ülkeler parlamentolarında Türkiye’yi soykırım yapmakla suçlayan kararlar almak ve ders kitaplarında asılsız soykırım iddialarına yer vermek suretiyle bir yandan soykırım suçuna yeni ortaklar bularak kendi işledikleri soykırım, insanlığa karşı suç ve savaş suçlarını hafifletmeye, diğer yandan soykırım iddiaları üzerinden ülkelerinde yaşayan Türkleri baskı altına alarak asimile etmeye ve fikir ayrılıklarını istismar ederek küçük gruplara bölmek suretiyle Türklerin bu ülkelerde güç grubu haline gelmelerini önlemeye çalışmaktadır.
Bu konuda parlamentosunda aldığı kararla da yetinmeyen Almanya ve ABD gibi ülkeler Ermeni soykırım iddialarını ders müfredatına da almak suretiyle ülkelerinde yaşayan Türk vatandaşlarının çocuklarının eziklik içinde yetişmelerini ve en haklı oldukları konularda bile sessiz kalmalarını sağlamaya çalışmaktadır.
Ancak söz konusu Parlamentosu kararlarının uluslararası hukuk açısından hiçbir geçerliliği yoktur.
Hukukun geriye doğru işletilerek BM soykırım sözleşmesinin yürürlüğe girdiği tarihten önceki olaylara uygulanamamasının yanı sıra, Avrupa Parlamentosu’nun 1987 yılında aldığı Ermeni Soykırımı ile ilgili kararın hukuki alanda hiçbir geçerliliği olmadığını hükme bağlayan Avrupa Adalet Divanı’nın kararı, bir gruba mensup kişileri bulundukları yerden başka bir yere zor kullanarak da olsa tehcir etmenin soykırım sayılamayacağına ilişkin Uluslararası Adalet Divanı’nın kararı, 1915’te yaşanan Ermeni zorunlu göçünün uluslararası hukuka göre soykırım olarak nitelendirilemeyeceğine ve bu konuda yerel mahkemeler ile uluslararası ceza mahkemelerinin dışında hiçbir makamın yetkisinin bulunmadığına ilişkin BM soykırım Sözleşmesi hükümleri ve AİHM Büyük Kurulu’nun kararı gerek Almanya’nın gerekse diğer ülkelerin aldıkları sözde soykırım kararlarının hiçbir hukuki değeri olmadığını ortaya koymaktadır. Söz konusu mahkeme kararları parlamentoların aldıkları soykırım kararlarını geçersiz kıldığı gibi Türkiye’nin bu konudaki tezlerini desteklemesi açısından da son derece önemlidir.
Bu kapsamda aşağıda belirtilen tedbirlerin alınması gerek parlamentoların gerekse Eyaletlerin aldıkları kararların etkilerinin silinmesini kolaylaştıracak ve bu yolda karar almaya kalkışacak ülkeler üzerinde de caydırıcı rol oynayacaktır:
Gerek Türkiye’deki gerekse Almanya’daki ve ABD’de yaşayan Türkler, Türk Dernekleri ve Türk kuruluşları tarafından Parlamento ve eyalet kararlarının iptali için bu ülkelerde ve eyaletlerde davalar açılması ve Türk hükûmetinin açılan davalara müdahil olarak katılması,
BM’nin Irk Ayrımcılığının Ortadan Kaldırılması Komitesi’nin çalışmaları kapsamında nefret söylemlerinin durdurulması kararlarına ve UNESCO’nun “öteki uluslara veya belli gruplara karşı önyargıları ve klişeleri ayıklamak üzere belirlediği kriterlere” aykırı olan ifadelerin Alman ve ABD ders kitaplarından çıkarılması için Alman ve ABD Eğitim Bakanlıkları ve eyaletleri aleyhine davalar açılması,
Açılan davalar için Türkiye Cumhuriyeti’nin dava açan Türk Derneklerine destek sağlaması
Yukarıda belirtilen tedbirler alınmadığı takdirde halen bazı eyalet ders müfredatlarına alınan sözde soykırım iddialarının diğer eyalet ders kitaplarına da alınması suretiyle Almanya’daki ve ABD’deki tüm okullarda yaygınlaşacağı, bu durumun bu ülkelerde yaşayan Türklerin çocuklarının ilköğretimden itibaren aşağılık duygusu ve eziklik içinde yaşamalarına neden olacağı, bu ülkelerde yaşamını sürdüren Türklere uygulanan baskı politikalarının artarak devam edeceği ve benzer politikaların diğer ülke ve eyaletlerde de yaygınlaşarak devam edeceği değerlendirilmektedir.
Bu kapsamda dün TADA Başkanı Sn. Uğur Kara ile bir telefon görüşmesi yaptık. Görüşmede Sn. Uluç Gürkan tarafından TBMM kütüphanesinden temin edilen ve Ermeniler için alınan göç kararında suçun Ermeni Taşnak Partisi ve Ermeni terör örgütlerine ait olduğunu, bu konuda Osmanlı Devleti’nin ve Türkiye Cumhuriyeti’nin suçlanamayacağını açıkça ifade eden Kaçaznuni ve Hatisyan’ın Ermenice kitaplarının mikrofilmlerinin alınarak ABD’de açılacak davalarda delil olarak kullanılması gerektiği konusunda Sn. Kâra ile mutabık kaldık. Söz konusu davanın bir an önce açılması ve açılacak davaya Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti’nin de müdahil olarak katılması bu konuda sürdürülecek mücadele için olmazsa olmaz niteliktedir.
Değerli TADA/FEYM Grubu üyelerine ve ortak çalışma grubumuza destek veren gözlemci üyelerimize saygıyla duyurulur.
E. Kur. Alb. Doç. Dr. Ömer Lütfi Taşcıoğlu
FEYM Gr.Bşk.
Bir yanıt yazın