HALKÇILIK TİPLERİ (11)

            ‘Halkçılık’ kavramını ele alırken, tüm ‘bilimsel çaba’larda olduğu gibi, kavramın  türediği ‘kaynak’a (source génétique) gitmek gerektiği açıktır.

            Ancak biz ‘Halkçılık tipleri’ yazı dizimize en son ve revaçta olan ‘tanım’ların eleştirisiyle başlamış ve Federico Tarragoni’nin ‘Halkçılık ve onun çokbilmişleri’  (Le Peuple et son oracle) makalesinde olduğu gibi ‘çokbilmişler’in ‘popülizm’ teriminden tamamen ayrı bir tanımlamadan hareket etmiştik.

            Ne var ki, yine Tarragoni’nin ‘bilgelik’ yüklediği Jules Michelet’nin ‘Halkçılık felsefesi’ne geri dönmek zorunda kaldık.

            Öyle ki, ister istemez ‘Tarih’ ve ‘Historiografya’ ayırımına gelip dayanmış olduk.

            Yani, örneğin Türkiye’de ‘halkçılık’ anlayışının ‘tarih’ini betimleyen sıradan bir ‘tarihsel özet’ yerine, aynı tarihi ‘çağının çağdaşı’ bir yorumlama ve ‘yeniden kavramsallaştırma’ gibi daha zor bir yolu yeğlemiş olduk.

            O nedenle burada ele alınan biçimiyle ‘halkçılık kavramı’, bu işin felsefesiyle ilgilenmeyenlere ‘yabancı’ kalabilir, ki böyle olduğunu da tehmin etmiyor değiliz.

            Örneğin ‘tarih’ ve ‘edebiyat’ alanında çok daha geri dönemlere gidilebilse de, Fransa’da halkçılık kavramı, Thérive ve Lemonnier’nin ‘Halkçı Roman Manifestosu’ başlıklı çalışma ile 1929 yılında ve Türkiye’de ondan en az on yıl önce resmiyet kazanmıştı denilebilir.

            Gerçekte ise terimin kökeni, 1850-80 aralığında Rusya’da Çarlık rejiminin ‘mutlakiyetçilik’ine karşı ‘ilerlemeci aydınlar’ın ‘halka ait olan’ demek olan ‘narodnichestvo’ terimine dayanmaktadır.

            Bu ‘narodnik’ anlayış, içinde ‘patlayıcı milliyetçilik’ ile ‘ütopik ideoloji’ ögelerini barındıran ve bir yönüyle de ‘köylülük sosyalizmi’ne uzanan ‘her derde deva’ bir ‘popülizm’ anlayışına yönelmiş oldu.

            Çarlık Rusyası’nda ‘Halk iradesi’ adıyla ‘anarşist’ bir eğilime bürünerek 1881 yılında Çar IInci Alexandre’ın öldürülmesine vardı.

            Ne var ki, öylesine ‘muğlak’ bir terim olan ‘popülizm’, Amerika’da başkan Roosevelt’in New Deal projesi bile ‘hırsızlık baronları’na karşı ‘halkın talepleri’ biçiminde yorumlanarak ‘popülizm’ terimi içinde yorumlanabildi.

            Orada kalsa iyi; 1980’lerde Ronald Reagan’ın ‘Refah Devleti’ni eleştirerek ‘ultra-liberalizm’ ve ‘popülizm’in karmaşık bir ‘sentez’i olan ‘neo-liberalizm’ yaklaşımı, Türkiye’de ‘Orta Direk’ siyasetine bile dönüştü.

            Yine Amerika’da Nixon’un metin yazarı olan Patrick Buchanan, 1992 seçimlerinde George Bush’a karşı başkanlık seçimlerine katılarak, göçmenlik ve çok kültürlülük anlayışına karşı ‘Beyaz Amerika’ sloganıyla mücadele ederken, ‘vahşi kapitalizm’in kötülüklerinin ‘neo-popülizm’ anlayışıyla aşilabileceğini ileri sürüyordu.

            Öte yandan Rusya ve Avrupa’da ‘sosyal-demokrat halkçılık’ anlayışından ‘köylü sosyalizmi’ne değin uzanan bir dizi siyasal hareket veya partinin kurulup dönüştüğüne tanıklık ediyoruz.

            Hal böyle olunca; ‘popülist politik hareket’ler ile ‘bilimsel halkçılık’ diyebileceğimiz (populisme des intellectuels) bir ‘kavramlaştırma çabası’ arasında ne denli zorlu bir mücadelenin olduğu söylenebilecektir.

            O nedenle sağcı ya da solcu bir ‘popülist’ yaklaşım arasında herhangi bir uzlaşı aramadan, felsefî bir bakışla, yeni bir ‘halkçılık’ anlayışını kavramsallaştırabilir miyiz çabası içindeyiz.

            Dolayısıyla, yeri geldiğinde ‘çokbilmiş’lere gönderme yapsak da, ‘bilgelik’ niteliği taşıyan düşünürlere, o arada Jules Michelet’nin düşüncesindeki ‘evrim’i de dikkate alarak, konuyu aydınlatmaya çalışacağız.

            Geçerken, Marx’ın ‘gençlik ve olgunluk’ dönemleri gibi, aynı dönem düşünürlerinden Michelet’nin de bir ‘gençlik ve olgunluk’ dönemi olduğu ileri sürülebilir.

            Kaldı ki, Rusya’daki Narodnik anlayışın, bu iki düşünürün olgunluk döneminin ardından geldiği de, eğer rastlantı ise ‘tarihsel bir raslantı’ olmuştur diyeceğiz.

            Daha başlangıçta bir saptama yapılacak olursa; bütün bu tartışmaların ‘Toplum’ (société) ile ‘Halk’ (Peuple) arasındaki ayırımın ayırdına varılmasıyla başladığı söylenebilir.

            Karikatürize ederek, Yeşilçam’ın ‘sosyete’siyle yoksul ‘halk’ arasındaki çelişkinin günyüzüne çıkarılması da denilebilir.

            Ki, toplumbilim ya da ‘sosyoloji’nin ortaya çıkması da işte böyle bir sürecin sonucudur diyeceğiz.

            (Sürecek)

(*) Federico Tarragoni, « Le peuple et son oracle. Une analyse du populisme savant à partir de Michelet », Romantisme 2015/4 (n° 170), pages 113 à 126, www.cairn.info


Yazıları posta kutunda oku


Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir