Zaman zaman ‘Halkçılık felsefesi’ dediğimiz de olmuş ve büyük olasılıkla okuyucular için ‘büyük laf’ ettiğimiz düşünülmüş olabilir.
Oysa, örneğin Descartes’ın ‘Düşünüyorum öyleyse varım’ sözünü yineleyerek ‘felsefe’ yaptığını ileri süren okuyucuya, 27, 28 ve 29 Temmuz 1830 tarihinde yapılan ve ‘Şanlı Üç Gün’ (Trois Glorieuses) olarak anılan ‘Temmuz Devrimi’ ertesinde filozof Jules Michelet’nin artık tarih yazmaya karar vermesi üzerine; ‘Kendim olmaya başladım çünkü artık yazmaya başladım’ (J’ai commencé à être, c’est-à-dire à écrire, à la fin de 1830) demesini anımsatmak isteriz.
Burada genç filozof, Fransa tarihini yazmaya başlamasını ‘kendi doğum günü’ olarak görürken, Fransa’da yaşananları yazmanın, insanlığın ‘evrensel tarihi’ne bir katkısı olacağı inancıyla yazmak demek olacağını belirtmektedir.
Nitekim ‘Fransız Tarihine Giriş’ olarak başladığı tarih çalışmasıyla Fransa’nın en büyük tarihçileri arasına girecek ve hatta yazarken ‘Fransa’nın Fransa olması’nda da katkısı olduğu söylenecektir.
Dahası, bugün bile bizim zaman zaman ‘Ulus’ diye tanımlamaya çalıştığımız ‘toplumsal grup’un özünde ‘Halk’ olduğunu ve denilebilrse eğer ‘Halk’ın evrensel tanımını vermiş olacaktır.
Öyle ki, birkaç (veya bolca) İngilizce çalışmaya dayanarak ‘Halk’ ve giderek ‘Halkçılık’ tanımlamasına girişecek olan ‘siyaset bilimci’lerinin tarih kadar felsefeye de gereksinme duyacaklarını anımsatmak isteriz.
Oysa, bu tip ‘akademisyen’lerin kimi ‘temel kuram’ları ‘tarih felsefesi’ olarak küçümsediklerini de görmedik değil.
O zaman Michelet’nin sözünden kalkarak, bu tip ‘bilimci’lerin ne kadar sofistike ölçüp/biçme tekniklerini biliyor olurlarsa olsunlar, asla ‘kendi’leri olamayacaklarını söyleyelim.
Kendi payımıza, Türkiye’de ‘Halkçılık’ ne kadar biliniyor ve nasıl bir ‘Halkçılık’ olabilir diye çabaladığımızı belirtmiştik.
Burada, ister istemez Michelet’nin ‘Fransızlık’ tanımına gözatmak durumundayız.
Ki, kendisinden yaklaşık üç çeyrek yüzyıl sonra Jean Jaurès’in Fransa için ‘Fransız Dehası’ derken, bizim neden ‘Türk Dehası’ diyebilecek bir ‘tarihsel kişilik’ değil ama ‘toplumsal eylem projesi’ yaratamıyor olamayışımız üzerinde düşünmeyelim?
Dikkat edilirse, bir ‘Halk’ın kesinlikle bir diğerine üstünlük arayışında olmayıp, yaratıcı çabada yarışımını öngörmekteyiz.
1830’a gelindiğinde Fransızlar kaçıncı Kral veya İmparator’u ‘devirmiş’ oldular ve daha kaç Kral veya İmparator’u devireceklerdi ki, bir ‘Deha halk’ ya da ‘Deha ulus’ olabilsinler?
İşte bu tür sorulara, sofistike tekniklerle ‘halkın eğilimi’ni ölçen ‘bilimci’ler kadar ve bizce çok daha fazla ‘felsefî bir yaklaşım’la yanıt verilebilir diyeceğiz.
Geçerken ‘siyasetçi’leri neden anmadığımız sorulacak olursa, onların ‘aklı ermez’ demek yerine onların ‘akılları başka yerde’ diyerek yanıtlayalım.
Michelet, ‘Ulus’u, farklı ırkları ‘ayırımsız birlik’e yöneltip bileşenlerini bir ‘Halk’ olarak içinde eriten (fondue) bir ‘dinamik süreç’ olarak tanımlamaktadır.
Bir yandan ‘tarihsel’ ve öte yandan ‘iradi’ (volontariste) bir süreçtir sözkonusu olan (*).
‘Evrensel’ olması ise, tarihsel olarak bir yandan ‘doğanın amansız gücü’nü yenerek ilerlemesi; öte yandan ‘ırk ve iklim’in ‘tiranik etkisi’ni etkisizleştirmesinden gelmektedir.
Ve insanlığı ‘eşitlikte özgür’ zeferlere taşımaktadır.
Michelet, böylece, dönemin Alman felsefesi ve Johann Gottfried vo Herder’in (1744-1803) ‘fatalité’, ‘Fıtrat’ gibi teolojik teslimiyet anlayışını aşan bir ‘insanî’ anlayış geliştirmiş olmaktadır.
Kensinden çok değil on-onbeş yıl sonra bu ‘insanlık savaşı’, Marx tarafından ‘sınıf savaşı’ olarak formüle edilecektir.
Bu kısa açıklamalardan da anlaşılabileceği üzere, ‘Halk’ ve ‘Halkçılık’ kavramları sıradan tanımlamalarla geçiştiribilecek kavramlar olmayıp, tarihsel, toplumsal, felsefî ve insanî boyutlarıyla ele alınmak zorundadır.
Ve belki de, bu tanımlama çabasında en çok ‘tarih’ ve ‘felsefe’ye ve giderek ‘tarih felsefesi’ne gerkesinme duyulacaktır.
(Sürecek)
(*) Aurélien Aramini, « La philosophie de la nation chez Jules Michelet », Archives de Philosophie 2017/1 (Tome 80), pages 75 à 97