Halkçılığın ‘evrensel’ niteliği demek ki bir yandan ‘doğanın amansız gücü’nü yenerek ilerlemesi; öte yandan ‘ırk ve iklim’in ‘tiranik etkisi’ni etkisizleştirmesinden gelmektedir.
Ve insanlığı ‘eşitlikte özgür’ zeferlere taşımasından gelmektedir dedik.
Oysa kapitalizmin gelişmesiyle birlikte ‘Kapitalin tiranik etkisi’ sözkonusu olmayacak mıdır?
Ve daha sonra ‘tekniğin tiranik etkisi’ de olmuştur denilecek olursa kim nasıl itiraz edebilecektir?
Nitekim ‘medyanın tiranik etkisi’ yani ‘medya oligarşisi’ veya ‘médiarşi’ teriminden de sözetmiştik.
Böylece derin bir ‘tipoloji’ arayışına girmeden kendiliğinden ‘Halkçılık tipleri’ne ulaştığımız söylenebilir.
Kuşkusuz bu tipleri tanım ve yorum konusunda yeni tartışmalar başlatılmış olabilecektir.
Geçerken, ‘kapitalin tiranik etkisi’ne ilişkin, başka yazılarda ‘paranın şiddeti’ teriminden sözettiğimiz de anımsatılabilir.
Oysa, örneğin ‘sınıf savaşı’ taraftarlarına karşı ‘sınıf/mınıf kalmadı’ diyenler ile ‘sermaye/emek çelişkisi’ne ‘sağ/sol ayırımı’ kalmadı diyen ‘ebleh’lerin olduğu bilinmektedir.
Örneğin, eleştirmek için sıklıkla ‘Kapital’e gönderme yapan kişiler şöyle dursun, kaç ‘akademisyen’, Kapital’i okumuş ve bunlar içinden kaçı anlayabilmişlerdir?
Tüm basın/yayın organlarında yedi/yirmidört ‘faiz/döviz/kur’ konusunda ‘bilinti’ sunanların yeri geldiğinde ‘halkımız’ falan dediklerini izlesek bile, bütün bu gelişmelerin ‘Halk/sermaye çelişkisi’nden kaynaklandığı konusunda zerre kabullerinin olduğunu ileri sürülebilir mi?
Hele bir de ‘demokrasi’ konusuyla ilişkilendirdiklerini düşünürsek, gerçekte ‘Halk’ın tarihsel mücadelesinin aynı zamanda Michelet’nin deyimiyle bir ‘eşitlikte özgürlük’ (liberté dans l’égalité) mücadelesi olduğunu kavrayabildikleri söylenebilir mi?
O nedenle ‘Halkçılık’ı ele alırken konunun bir de bu yönü üzerinde yoğunlaşmak gerektiğinin altını çizelim.
Böylece ‘Halk’ın kaşı/gözü, kanı/teni, tarih ve kahramanlarını önceleyip yüceltme yarışından başka bir şey olmayan ‘Milliyetçilik’ anlayışının ancak ve sadece ‘Halkçılık’ anlayışı içinde eritilebilmesinin anlamlı olabileceğini ileri süreceğiz.
Bir başka deyişle ‘Milliyetçiliği’ yadsımayıp bir bakıma onu ‘yabanıl bir savaş’ın temel güdüsü olmaktan çıkarıp, deyim yerinde ise ‘evcilleştirmek’, ‘insanileştirmek’ ve ya da ‘mücadele yönü’nü kaybetmemesine yardımcı olmak gerekir diye düşünüyoruz.
Örnek olsun ‘emperyalizm’i kavrayamamış bir milliyetçilik anlayışının ‘emperyalizmle mücadele’ ettiğini söylemesinin ne anlamı olabilir?
Ki, tarihsel olarak ‘yeniden doğuş’unu sağlayan benzersiz bir ‘kuruluş ve kurtuluş’ mücadelesini yadsıyan ‘Yerlilik ve Millîlik’ sözkonusu olabilir mi denilecek olursa, bal gibi olduğu görülmektedir.
O zaman daha derin bir ‘çözümleme’ yapmak zorunluluğu kendisini dayatacak demektir.
‘Halklar’ın tarihsel ‘oluşum süreci’ne geri dönüldüğünde ise; Michelet’nin ‘kimyasal füzyon’ modeline Rousseau’nun ‘kendi kendine oluşum’ (s’autoinstitue) kavramını da eklemek gerekecektir.
Örneğin nasıl hidrojen ve karbonun değişik bileşimi, yerine göre yağ ve yerine göre şeker oluşturuyorsa; Kelt-Latin-Germen bileşimi de Fransız ve İngiliz olmak üzere iki ayrı ‘Halk’ı oluşturmuştur denilebilir.
Bu kimyasal füzyon, ‘Roma Hukuku, Hristiyanlık ve Fransız Monarşisi’nin etkisiyle, ‘Fransız Dehası’ denilebilecek ayrı bir ‘oluşum’la sonuçlanmıştır.
İşte Fransa’da, Büyük İnsanlık Devrimi diye anılan 1789’un ardından 1830 ‘Temmuz Monarşisi’, ‘Halk’tan ‘Ulus’a geçiş ya da ‘Ortak politik İrade’nin (volonté politique unanime) gerçekleşmesini sağlamıştır.
Kuşkusuz ayrıntısını özgün araştırma yapacak olanlara bırakarak, ‘Ulus’un oluş(turul)masında ‘Devlet’in yeri ve öneminin altını çizmemiz gerekmektedir.
Ki, kestirmeden bir ‘Devlet-Ulus’ şablonu kullanmanın ne denli eksik ve yerine göre yanlışlığı ortaya çıkarılmış olsun.
Böylece ‘Halk’lar ve ‘Ulus’ların ‘özgüllük’leri dikkate alındığında, ‘Evrensel’ bir ‘Halkçılık’ yaratamamış olmayı da bir ‘eksiklik’ olarak görmemek gerektiği söylenebilecektir.
Yeter ki, başarılabilecek bir ‘Halkçılık’ anlayışının ‘çağının çağdaşı’ olanlardan geri kalmayacak olması sağlanabilsin.
(Sürecek)
Not: Bu yazı dizisinin kimi okuyucular tarafından kavranamadığını ve yayınlamasını engellemeye çalıştıklarını görüyorum. Salt bu davranış bile kimi kesimlerin ‘anlamak’ gibi bir çabasının olmadığını göstermeye yeter. Ancak burada yazılanlara bir gün gereksinme duyulacağı da apaçıktır.
Yazıları posta kutunda oku