Fransız filozof Jacques Rancière’e göre, ‘popülizm’, ne belli bir ‘politik gücü’ karakterize etmeye yetmekte, ne bir ‘ideoloji’ ve ne de ‘tutarlı bir politik tarz’ı tanımlamak için kullanılabilmektedir. Sadece belli bir ‘Halk’ın görünümünü tasvir etmektedir (*).
Gerçekten de, bir ‘Halk’ın durup dururken ne ‘ırkçı’ ve ne de ‘yabancı düşmanlığı’ duygusuna kapıldığı görülmemiştir.
Ancak gerek ‘basın’ ve onların ne yazmalarını isteyen ‘siyasetçi’ler ile kimi ‘elit’ kesimler, iktidarın ‘yozlaşma ve yolsuzluğa bulaşma’sını işlemek yerine, her geçen gün artan bir ayrıntı dökümüyle, örneğin Fransa’da Sarkozy, İtalya’da Berlusconi ve Türkiye’de sırasıyla Demirel, Özal ve Dr Recep’in ‘popülist’ olduğunu ileri sürmektedirler.
Peki ama ‘politik egemenliğin kaynağı’ ve ‘politik söylem’in baş sorgulayıcısı olan ‘Halk’ ile bu ‘popülist lider’lerin uygulamaları arasında ne tür bir ‘çakışma’ sözkonusu olabilir?
Denilecektir ki, işte bu tür liderler daha çok seçim kazanmakta ve çok daha fazla oy toplayabilmektedirler.
İşte Chantal Mouffe’un ‘demokrasinin paradoksu’ dediği durum da tam da bu olsa gerektir (**).
Seçilenlerin halkın sorunlarını çözmek yerine, kendilerinin neden oldukları sorunları ‘halkın sorunları’ olarak göstermek becerisi.
Öyle ki, bu ‘yaratılmış sorunları’ da ancak bu ‘siyasetçi’ler çözer anlayışı yerleştirilmiş olmaktadır.
Burada, yabancı dillerdeki ‘popülizm’ teriminin, örneğin Türkçe’deki ‘Halkçılık’ terimiyle ne denli ‘uyuşmaz’ olduğunun altını çizmek gerekmektedir.
Yine Rancière, örneğin Fransa’da ‘popülizm’ teriminin, ilk kez, 1871yılındaki ‘Paris Komünü’ karşıtı olan Hippolyte Taine ve Gustave Le Bon tarafından, halk ayaklanmasını ‘yöneten’ler ile peşlerine takılıp ‘yöneltilen’ bilinçsiz kitleleri tanımlamak için kullandığını ileri sürmektedir.
Hatta Rancière’e göre, felsefî anlamda ‘Halk’ yoktur, ancak aralarında uzlaşmaz çelişkiler bulunan ve farklı toplumsal gruplar oluşturan bireylerin bir görünümü (figure) sözkonusudur.
Hal böyleyse, bu ne olduğu belli olmayan, yerine göre bilinçsiz ve belli bir amacı olmayan kitleler mi, o sözde ‘popülist lider’leri yaratmaktadır diye sorulabilir?
Ya da, Fransa’da zaman zaman ortalığı yakıp yıkan ‘banliyö gençliği’nin eylemleri mi ‘halk hareketi’ olarak tanımlanabilecektir?
Gerçekte, gerek ‘islamofobi’ ve gerekse benzeri ‘gençlik eylemleri’, özünde ‘demokratik Fransa’ ve ‘tehlikeli kitlesel eylemler’ ayırımı yapan, yani ‘biz ve onlar’ karşıtlığından yararlanan ‘siyasetçi’lerin işine yaramaktadır.
Ki, kimi ülkelerde ‘beka sorunu’ olarak sıklıkla dile getirilmektedir.
Oysa, bütün bu toplumsal sorunların temeline inilip köktenci çözümler üretme ‘politika’larının ‘inatla’ üretilmemesinin nedeni, belli çıkar gruplarının çıkarlarının devamı için bir blok olarak ‘hegemonya’ kurmuş olmalarıdır.
O zaman, ‘popülist’lerin ne diyeceklerinden çok, bizim haklı olarak ‘Halk’ diye tanımlamak istediğimiz kitleler, Rancière’in deyimiyle ne ‘kaba-saba’ ve ne de ‘cahil’ kitleler olmazlar.
Ancak ‘beka sorunu’ gibi yanıltıcı sorunların tuzağında, öz çıkarlarını gözardı etmek durumunda bırakılanlar olabilirler diyeceğiz.
(Sürecek)
(*) Jacques Rancière, « Non, le peuple n’est pas une masse brutale et ignorante », Libération, le 3 janvier 2011
(**) Chantal Mouffe, Le Paradoxe démocratique, Paris, Beaux-Arts de Paris Éditions, 2016.