Türk Tarih Kurumu; 18-19 Temmuz 2023 tarihlerinde İzmir’de Cumhuriyetimizin 100. Yıldönümü’nde Türkiye’nin iktisat tarihi ve iktisadi düşünce birikimi üzerine çalışanları bir araya getirmek için önemli bir Kongre düzenlemiştir. Son yıllarda Türkiye’nin ekonomik olarak nereye geldiği, ekonomide hangi sorunlarla karşılaşıldığı, bunların çözüm yolları Kongre’de tartışılmıştır. Bugün karşılaştığımız sorunlar 100 yıl öncesinin sorunlarından çok farklıdır. Son yüzyılda ekonomi teorisinde de önemli gelişmeler meydan gelmiş, bu gelişmeler Türkiye ekonomisine kısmen yansımıştır. Bildiriler, bir yüzyıl sonrasına önemli bir miras olarak kalacaktır.
Cumhuriyet döneminde İzmir’de beş İktisat Kongresi düzenlenmiştir. Bu süreçte İkinci (1981), Üçüncü (1992) ve Dördüncü (2004) Türkiye İktisat Kongrelerine bildiri sunarak katkıda bulunan bir öğretim üyesi olarak görüşlerimi Kongre’de açıkladım.
Cumhuriyet kurulmadan İzmir’de 17 Şubat-4 Mart 1923 tarihlerinde toplanan Birinci Türkiye İktisat Kongresi’nin amacı, Lozan görüşmelerinin kesilmesinden sonra ülkenin siyasi bağımsızlık hedefinin ekonomik bağımsızlık ile tamamlanmak istenmesidir. Atatürk, açış konuşmasında günümüz için de geçerli olan çok önemli bir tespitte bulunmuştur: “Siyasi, askeri zaferler ne kadar büyük olursa olsunlar, iktisadi zaferler ile taçlandırılamazlarsa meydana gelen zaferler devamlı olamaz, az zamanda söner.”
Bu kongrede savaştan çıkan Türkiye ekonomisinin yol haritası belirlenmeye, bir anlamda cumhuriyet ekonomisinin temelleri atılmaya çalışılmış ve buna yönelik olarak atılacak adımlar belirlenmiştir
İkinci Türkiye İktisat Kongresi 2-7 Kasım 1981 tarihlerinde İzmir’de toplanmıştır. 24 Ocak 1980 Ekonomik İstikrar Kararları bu dönemde alınmıştır. Kongre, Türkiye ekonomisinin yeniden yapılandığı bir dönemde düzenlenmiştir. Kongre’de dışa açık büyüme stratejisinin gereği belirtilerek, bu kapsamda uygulanması gereken politikalar ortaya konmuştur. Bu Kararlar, Türkiye’nin ekonomi hayatı için milat olmuştur. Ekonomi yönetiminin başına getirilen rahmetli Özal, İstikrar Paketi adıyla anılan kararları kamuoyuna açıklamıştır.
Paketin amacı; ekonominin kaynaklarının dağılımında piyasa fiyatının ana belirleyici unsur olması ve dünya piyasaları ile birleşmeyi sağlamasıdır. İstikrar programı; günümüzde çok tartışılan faizlerin yükseltilmesi kararını almıştır. Sıkı para ve maliye politikaları, emek ücretlerinin baskı altında tutulması, kamu mallarına zam yapılması, kamunun piyasadan çekilerek özel sektörün önünün açılması gibi ortodoks IMF programlarından esinlenmiştir.
Kongre’ye “Türkiye’de İhracatı Arttırma Politikaları” başlıklı bildiri sundum.Dışa kapalı bir ekonomi ile dünyadan kopmanın doğru olmadığını, dışa açık bir ekonomi politikasının yararlı olacağını, ihracatın artırılarak ölçek ekonomilerden yararlanılmasının ve dünya ekonomisine entegre olmanın doğru olacağı düşüncesinde idim. 1979 yılında kabul edilen doçentlik tezimde bu görüşü savunmuştum. 13 baskı yapmış “Cumhuriyetin İlanından Günümüze Türkiye Ekonomisi” kitabımda da görüşümün gerekçelerini açıkladım.
24 Ocak Kararları, Türkiye’nin ekonomik hayatı için bir milat olmuştur. Kararların amacı; ulusal ekonominin kaynaklarının dağılımında, piyasa fiyatının ana belirleyici unsur olması ve dünya piyasaları ile birleşmeyi sağlamak olup, Cumhuriyet tarihinin en radikal ekonomi hamlesidir. Latin Amerika ülkelerinde uygulanan ortodoks istikrar programlarının bir benzeridir.
Üçüncü İzmir İktisat Kongresi ekonomik ve sosyal dönüşümlerin hız kazandığı 1990’lı yılların başında, “21.Yüzyıla Doğru Türkiye” teması kapsamında 4-7 Haziran 1992 tarihlerinde yapılmıştır. Kongre’de ekonomik ve sosyal yapının 1980 sonrası gösterdiği değişimler irdelenerek ileriye yönelik politika önerileri geliştirilmiş, makro ekonomik istikrarın gereğine ve küreselleşme sürecinde politik entegrasyonların önemine vurgu yapılmıştır. Üçüncü İzmir İktisat Kongresi’nde bugün olduğu gibi dönemin en önemli ekonomik sorunu olan enflasyonun önlenmesi tartışılmıştır.
Bu Kongre’ye “Karadeniz Ekonomik İşbirliği Projesi Bölgesinde Yer Alan Ülkelerde Yeniden Yapılanma Politikalarının Türk Ekonomisine Etkileri ve Bölge İçinde Ekonomik İşbirliği İmkanları” başlıklı bildiri ile katıldım.
25 Haziran 1992’de İstanbul’da Arnavutluk, Azerbaycan, Bulgaristan, Ermenistan, Gürcistan, Moldova, Romanya, Rusya, Türkiye, Ukrayna ve Yunanistan arasında Karadeniz Ekonomik İşbirliği (KEİ) Zirvesi Deklarasyonu imzalanmıştır. İşbirliğinin ana hedefi, bölgede ulaşım ağı ve gelişimi için gerekli zemini oluşturmaktır. Karadeniz Ekonomik İşbirliği fikri, 1980’li yılların sonunda Doğu Avrupa Ülkeleri ve Sovyetler Birliği’ndeki değişim sürecinin hızlandığı bir dönemde doğmuştur. Hammadde ve enerji kaynakları yönünden zengin olan eski Sovyetler Birliği’nde başta tüketim malları olmak üzere insana yönelik yatırımlar ihmal edilmiştir.
Türkiye, eski Sovyetler Birliği’nin çok fazla ihtiyaç duyduğu ve Batı ülkelerinde pazarlamada güçlük çekebileceği gıda ve tüketim mallarına sahip bir ülkedir. Eski Sovyetler Birliği ise gıda ve tüketim mallarına ihtiyaç duymaktadır. Sovyetler Birliği dağıldıktan sonra Türk Cumhuriyetleri’nin bağımsızlıklarını kazanmasından sonra “Türk Cumhuriyetleri ile Ekonomik İlişkilerin Geliştirilmesinde Bir Çok Taraflı Değişim Modeli” olarak bilinen bir proje geliştirdim ve sayın Namık Kemal Zeybek’in oluru ile Başbakanlığa sundum. Bu değişim modelini Türkiye Ekonomisi (13. Baskı) kitabımın 760-761’nci sayfalarında özetledim.
Dördüncü İzmir İktisat Kongresi 5-9 Mayıs 2004 tarihlerindeeski kurumum Devlet Planlama Teşkilatı’nın koordinasyonunda gerçekleşmiştir. Kongre, “Türkiye’nin uzun vadede bilgi toplumuna dönüşmesi ve AB’ye üyelik perspektifi” teması kapsamında yapılmıştır. Kongrede makro ekonomik istikrarın sağlanması ve sürdürülebilir ekonomik büyümenin gerçekleştirilmesi yönünde atılacak adımlar ön plana çıkmıştır.
Türkiye’nin uzun vadede bilgi toplumuna dönüşmesi ve AB’ye üyelik perspektifi Kongre’nin ana temalarını oluşturmuştur. Bu kapsamda yüksek ve istikrarlı büyüme hızının sağlanması, girişimciliğin ve rekabet gücünün artırılması, bölgesel gelişme dinamiklerinin harekete geçirilmesi, gelir dağılımının iyileştirilmesi, yoksullukla mücadele ile iyi yönetişimi hedefleyen çözüm önerileri ortaya konmuştur.
Kongre’ye “Avrupa Birliği’nin Genişleme Perspektifinde Türkiye’nin Yeri” başlıklı bildirim ile katıldım. (2004 Türkiye İktisat Kongresi, İzmir, Türkiye, 6 – 9 Mayıs 2004, cilt.9, s.5-36.) Böylece, 1923 yılında yapılan ilk Kongre’den sonra düzenlenen 3 Kongre’ye de bildiri sunarak katılan öğretim üyesi oldum.
Türkiye, Lucius Annaeus Seneca’nın “hangi kapıya yöneldiğini bilmeyen hiçbir zaman uygun esen rüzgarı bulamaz” özdeyişi çerçevesinde 1950’li yılların sonunda yöneldiği kapıyı bulmuştur ama, uygun esen rüzgarı bir türlü yakalayamamıştır. Bu rüzgar, Türkiye’nin ortak üyelik başvurusu üzerine 11 Eylül 1959 tarihinde Brüksel’de toplanan Avrupa Ekonomik Topluluğu (AET) Bakanlar Konseyi’nde ilk Komisyon Başkanı Alman Profesör Walter Hallestein’in, Konsey’in Türkiye’ye olumlu cevap vermesini istemesiyle yakalamıştı ama bu fırsat kaçırılmıştır. Ankara Anlaşması’nın Ankara’daki imza töreninde Hallstein’in, “Türkiye Avrupa’ya dahildir” sözü rüzgarın şiddetini artırmış, fakat sonradan gelişen olaylar bu rüzgarı tersine çevirmiştir.
Rüzgarların Türkiye lehine estiği dönemde bile, AET yetkilileri Türkiye konusunda tam olarak görüş birliği içerisinde olmamışlardır. Dönemin Fransız kökenli, Gelişme Yolunda Ülkelere Yardım Komisyonu Üyesi Claude Cheysson, “Türkiye Anadolu’dur. Avrupalı olacak diye imzalanan bu Anlaşma’nın bu haliyle yürütülmesi imkansızdır. Artık bir seçim yapıp, Türkiye’ye Asya mı, yoksa Avrupa modelinin mi daha yararlı olacağı saptanmalıdır (1976)” derken, Komisyon Genel Sekreteri Emile Noel, “Bugünkü gelişme hızıyla gitse dahi Türkiye’nin 25 yıl sonra bile AET’ye tam üye olması imkansızdır (1976)” savını dile getirmiştir.
Rahmetli Turgut Özal bu durumu görerek 1987 yılındaki tam üyelik başvurusunun ardından “Bu uzun ve meşakkatli bir yoldur. Bizi caydırmak için çok şey yapacaklardır. Ama yılmamalıyız” demiştir. Nitekim Özal’ın sözünü haklı çıkaracak gelişmeler yaşanmıştır. Nice Zirvesi’nden sonra kabul edilen Nice Anlaşması’nda AB’nin 10 yıllık genişleme sürecinde Türkiye’ye yer verilmeyerek, Helsinki Zirvesi’nde kabul edilen “adaylık” statüsü bir anlamda askıya alınmıştır.
AB’nin “Türkiye’yi içine almak istememe, fakat kendinden fazla uzaklaşmasına da tahammül edememe” görüşü günümüzün için de geçerlidir. Cumhurbaşkanı Erdoğan, Litvanya’nın başkenti Vilnius’ta gerçekleşen NATO Liderler Zirvesi’nin ardından yaptığı açıklamalarda “İsveç, bizim AB’ye tam üyeliğimize ve gümrük anlaşmasının yenilenmesine destek verecek. İsveç üzerine düşeni yapmayı sürdürecek” ifadesini kullanmıştır ama NATO ve Avrupa Birliği birbirinden ayrı kurtuluşlar olup, İsveç’in Türkiye’ye vereceği desteğin AB içinde hiçbir hükmü yoktur.
Bu konuda yabancı basına yansıyan haber çok önemlidir: “Türkiye şimdi AB’ye katılıyor mu? Hayır, ancak AB devreye giriyor. Türkiye’nin AB üyeliği için İsveç’in NATO hedefini takas etme girişiminin hiç şansı yok. Ancak AB liderleri Türkiye ile çalışmaya yeniden ısınıyor.” (Is Turkey now joining the EU? No, but the EU is engaging Turkey’s attempt to trade Sweden’s NATO bid for EU membership has no chance. But EU leaders are warming again to working with Turkey)
Ülkemizin AB ile ilişkisinin 64 yıllık geçmişi vardır. Türkiye, Avrupa Ekonomik Topluluğu’nun (AET) 1958 yılında kurulmasından kısa bir süre sonra, Temmuz 1959’da, Topluluğa üye olmak için başvurmuştur. Türkiye’nin üyelik başvurusuna, o dönemki adıyla AET tarafından verilen cevapta, Türkiye’nin kalkınma seviyesinin üyeliğin gereklerini yerine getirmeye yeterli olmadığı bildirilmiş ve üyelik koşulları gerçekleşinceye kadar, geçerli olacak bir Ortaklık Anlaşması imzalanması önerilmiştir.
Anlaşma, 12 Eylül 1963 tarihinde Ankara’da imzalanmıştır ama uygulanmasında sorunlarla karşılaşılmıştır. AB, 1993 Kopenhag Zirve Toplantısında aldığı kararlar uyarınca, eski Varşova Paktı ülkeleri olan Merkezi ve Doğu Avrupa ülkelerini kapsayan genişleme süreci başlatmış olmasına rağmen, Türkiye yine genişlenme süreci dışında bırakılmıştır. Türkiye Cumhuriyeti günümüzde Romanya ve Bulgaristan’dan daha geri ülke olmamasına rağmen genişleme sürecine dahil edilmemiştir.
Ortada “BOBON” Kriterleri olduğu sürece Türkiye’nin AB’ye katılım sürecine İsveç destek vermiş ya da vermemiş, bunun hiçbir hükmü yoktur. BOBON kriterleri benim AB’ye üyelik sürecinde kullandığım kriterlerdir. Açılımı şöyledir: BON: Bizden OlmayaNlar, BO: Bizden Olanlar. Kıbrıs (BO kapsamında) bölünmüş bir ülke olmasına rağmen AB üyesi olmuştur ama Türkiye 1959 yılından bu yana kapıda bekletilmektedir.
Bu sürecin başında rahmetli Bülent Ecevit’in, 1 Ağustos 1959 tarihinde Ulus Gazetesi’nde Günün Manşetinde yayınlanan “Avrupa’da İktisadi Birleşme ve Türkiye” yazısında “…katılabilmek ayak uydurabilmek için gerekli asgari seviyeye bile varmış olmaktan çok uzak” görüşü de dikkate alınmalıdır. (S. R. Karluk, “Avrupa Birliği Türkiye İlişkileri: Bir Çıkmaz Sokak,” 2013, s. 3)
Beşinci Kongre 30 Ekim-1 Kasım 2013 tarihlerinde İzmir’de düzenlenmiştir. Kongre’nin teması, “Küresel Ekonomik Yeniden Yapılanma Sürecinde Türkiye Ekonomisi”dir. Kongre öncesinde İzmir’de bir basın toplantısı düzenleyen dönemin Kalkınma Bakanı sayın Cevdet Yılmaz, “Türkiye’nin, 2023 vizyonunda 2 trilyon dolar büyüklüğe ve kişi başı milli gelirinin de 25 bin dolara ulaşması beklenmektedir. İhracattaki hedefimiz ise 500 milyon dolar” demiştir ama bu hedeflere ulaşmak mümkün olmamıştır.
Tüm kongrelerde makro ekonomik istikrarın sağlanması ve sürdürülebilir ekonomik büyümenin gerçekleştirilmesi yönünde atılacak adımlar ön plana çıkmıştır. İlk 4 kongrede Türkiye ekonomisinin temel sorunları ve özellikle makro ekonomik göstergelerdeki iyileştirmelerin nasıl gerçekleştirileceği tartışılırken 5’nci İzmir İktisat Kongresi’nde Türkiye ekonomisinin dünya ekonomileri içinde ilk 10’a kısa sürede girmesi için neler yapılması gerektiği öne çıkan konuların başında gelmiştir.
Ayrıca, bu kongrede küresel ekonomik kriz sonrası gelişmekte olan ülkelerin ve ekonomik güç merkezinin batıdan doğuya geçişi de görüşülmüştür. Son ekonomik gelişmeler ciddi yapısal tedbirlerin uygulamaya konulmasının şart olduğunu belirlemiştir. Günümüzde, kısa, orta ve uzun vadeyi kapsayacak bir ekonomik istikrar programına ihtiyaç olduğu açıktır. Bu konuda en önemli sorumluluk hükümete düşmektedir.
Türk Tarih Kurumu’nun Türkiye’nin iktisat tarihi ve iktisadi düşünce birikimi üzerine çalışanları bir araya getirerek kongre toplama kararı alması önemlidir. Kurum bu tarihi görevi yerine getirerek, gelecek nesillere önemli bir ekonomik miras bırakılmasına katkıda bulunacaktır. Bu kapsamda Devlet Planlama Teşkilatı’nın yerine, günün şartlarına uygun yeni bir Planlama Teşkilatı kurulmasının gündeme alınmasında yarar olduğunu eski bir DPT mensubu olarak açıklamakta yarar görüyorum.
Türk Tarih Kurumu’nu tarihe not düşecek böyle bir etkinliği düzenlediği için tebrik ederim. Bildiriler, bir yüzyıl sonrasına önemli bir miras olarak kalacaktır. Kongrelerde alınan kararlar, Türkiye Cumhuriyeti’nin 21. Yüzyılda sanayileşmiş ve gelişmiş ülkeler arasına girmesi için yol gösterecektir. Kongre’nin düzenlenmesinde görev yapanları, katkı verenleri ve tüm katılımcıları kutlar, Kongre’nin bundan sonra izlenecek ekonomi politikalarına yol göstereceğine olan inancımı belirtirim.
Yazıları posta kutunda oku