BALIK

Kanımca insan yaş aldıkça eskileri daha fazla hatırlarmış. Eskiye ve yaşanmış güzel hatıralara bir özlem mi bilmiyorum. Genelde çocukluğum gelir hep aklıma. Ankara da Kurtuluş semtinde bir evde otururduk. Mahallemizde kaloriferli ev olmadığını hatırlarım. Evimizde koridorda kurulu bir sobamız vardı, sobanın içi, ateş tuğlası ile örülü bir yapısı olduğunu hatırlıyorum. Kışları çok sert ve karlı geçerdi. Kasım ayında mutlaka Ankara’ya kar yağardı. Kar yağmadan önce kışlık odun ve kok kömürü alınırdı. Hiç unutmam İncesu deresinin sıhhiyede bulunan Pazar yerine yakın bir yerde, köprü bulunurdu. Köprünün başında da bir odun kömür ardiyesi yer alırdı. Bir kış yetecek kadar odun ve yaklaşık yarım ton kadar kok kömürü alırdık. 

İçi tuğla örülü kömür sobası, sabah bir kere doldurulup yakılırdı. Bir gün ertesi sabaha kadar o soba, evi ısıtırdı. Sobadan çok az kül çıkar, onu da bahçedeki ağaçların diblerine dökerdik. Bunu niçin yapardık bilmiyorum. Ancak bu soba yirmi dört saat ısıtırdı. Soba her gün doldurulur ve yakılırdı. 

Alınan kömür ve odun bir kış yeter miydi? Bilmiyorum. Fakat ilk alınış yarım ton kok ve bir çeki meşe odunu alınırdı. Sobanın ısısı hiçbir şeye benzemezdi. Karlı günlerde mahallede, boş zamanlarımızda, trafik yok denecek kadar az olduğundan, kızak kayar, donana kadar karlarda debelenirdik. Hatta kimi zaman bahçelerde bulunan tahta merdiveni bile kızak niyetine kullanıp, gurup halinde yokuştan aşağıya kayardık. 

Dışarda kardan ellerimiz iyice üşüyünceye kadar oynar, hiç bırakmak istemezdik. Ellerimiz soğuk ve kardan ıslanıp iyice üşüyünce eve girer, sobanın yanında bir miktar ısınıp tekrar sokağa çıkardık. Bu sokaklarda çok sevdiğim arkadaşlarım vardı. Kimilerini yaşam sürecinde kaybettik, ama hala haberleştiğim eski arkadaşlarım bulunmakta. Bizler çocukluğumuzu doya doya yaşadığımıza inanmaktayız. 

O zamanlar Ankara radyosu akşamları birkaç saat yayın yapar sonra istiklal marşı ile kapanırdı. Başka da bir eğlence olmadığından , bahçelerde oyun oynamak, yani dış mekanda zaman geçirmek en büyük zevkimizdi. Kışın başka , baharda başka , yazın bir başka alemdi. Yazları, şimdiki gibi deniz kenarlarında denizle buluşmak hayal bile edilmez, Ankara’da yakın çevremizde arkadaşlarımızla oyun icat ederdik. 

Kış aylarında, bazı akşamları, rahmetli peder, Ankara’ya zaman zaman gelen balıklardan alırdı. Genelde küçük kolyoz ve uskumru alıp eve getirirdi. Akşam olunca sobadaki ateş çok aşağıda kaldığından , sobanın üst kapağına göre yaptırılmış balık teline, balıklar dizilir , sobanın içinde ağır ağır pişmeye bırakılırdı. Rahmetli peder her aldığı balık hakkında bizlere bilgi verip anlatırdı. 

Mühendis mektebine gitmeden evvel, Ziraat mektebinde okumuş  olduğundan, balıklar konusunda da bilgisi vardı. Bizlere, protein bakımından insanın balık tüketmesinin faydalarını anlatır, Ankara da, o tarihte, balık pazarına gelen en taze balıktan aldığını söylerdi. Balığın taze olmasına dikkat ederdi , kendisi. Bunu da bize, balık kafasının iki yanında bulunan taraklarından anlaşıldığını izah ederdi. Pişirmeden evvel elleri ile taraklarını açıp, parlak kırmızı rengine ellerini sürüp izah ederdi. Sonra baş kısmını koklar , bize de koklatır, kötü koku olup olmadığını kontrol ederdi. 

Çünkü balık bayatlamaya başladığında, baş tarafı ve tarakları değişik kokmaya başlardı. Zaten bir konu yozlaşmaya başladığında, işin ehemmiyetini belirten ve konuyu kontrol eden mekanizmanın yozlaşmasını ifa eden şu deyim, konuyu balıkla izah etmeye yeter: 

‘ Balık Baştan Kokar ’ 

Ülkemiz üzerinde oynanan oyunları, bir perdenin önünde seyrettiğimize inanmaktayım. Hatırlar mısınız, çocukluğumuzda Mehmet Muhittin Sevilen isimli bir perde sanatçısı vardı. Türkiye’de  büyük şehirlerde, bir çok okulları gezer, sanatını icra ederdi. Biz kendisini Hayali Küçük Ali diye hatırlarız. Karagöz ve Hacivat’ı perdede seslendirir, bizleri hem güldürür hem de düşündürürdü. Hacivat ve Karagöz tiplemeleri ile diğer Çelebi, Zenne, Tiryaki, Beberuhi, Matiz , Külhanbeyi , Çengi ve Arnavut gibi farklı tipleri de, perdeye yansıtırdı. 

Bu tiplerin sallanan ayak ve elleri, ana gövdeye bağlanır, gövde de bir sopaya  bağlı olurdu. Hayali Küçük Ali, sopayla tipleri oynatır ve perde arkasından seslendirirdi. Bu gösterinin ipleri Hayali Küçük Ali’nin elinde olurdu. Bizlerde, bir tepede oturanları uzaktan çubukla idare eden güçlerin sergilediği oyunun perdesini, karşıdan seyreden ahali olduğumuzu düşünmekteyim, ancak bu oyun artık Beştepe, Sermaye kuruluşları ve onların efradından başka kimseye keyif vermemekte, balığın baş tarafı artık kokmaya başladığına inanmaktayım diye bir sözüm geldi söyledim hem nalına hem mıhına.

Kanımca insan yaş aldıkça eskileri daha fazla hatırlarmış. Eskiye ve yaşanmış güzel hatıralara bir özlem mi bilmiyorum. Genelde çocukluğum gelir hep aklıma. Ankara da Kurtuluş semtinde bir evde otururduk. Mahallemizde kaloriferli ev olmadığını hatırlarım. Evimizde koridorda kurulu bir sobamız vardı, sobanın içi, ateş tuğlası ile örülü bir yapısı olduğunu hatırlıyorum. Kışları çok sert ve karlı geçerdi. Kasım ayında mutlaka Ankara’ya kar yağardı. Kar yağmadan önce kışlık odun ve kok kömürü alınırdı. Hiç unutmam İncesu deresinin sıhhiyede bulunan Pazar yerine yakın bir yerde, köprü bulunurdu. Köprünün başında da bir odun kömür ardiyesi yer alırdı. Bir kış yetecek kadar odun ve yaklaşık yarım ton kadar kok kömürü alırdık.  - metin atamer

Yorumlar

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir