Bu günlerde bir ‘Milliyetçilik’ tartışması sürüyor ki, deyim yerinde ise, tam evlere şenlik.
Gelin bir de ‘Halkçılık’ konusunu tartışalım o zaman.
Sözcük anlamından gidilecek olursa, halkçılık yabancı dillerde ‘Populisme’ terimiyle karşılanmaktadır.
Hemen yirmi küsur ‘populisme’ tanımı var ve bizde daha çok ‘halk dalkavukuluğu’ anlamına gelir diyerek kestirip atmanın gereği yok.
Güney Amerika’sından tutun da, İspanya’daki Podemos hareketinden Yunanistan’daki Syriza hareketine değin tüm ‘halkçı hareket’ ve partiler de mi ‘halk dalkavukluğu’ yapıyor diye sormak gerekir.
Efendim onlar ‘sol popülist’ oysa bizdeki ‘sağ popülist’ denilecek olursa, burada durup öyleyse bir daha ‘sağ/sol’ ayrımı bitmiştir diye gelişigüzel ahkâm kesmeyi de bırakmak gerekir denir adama, değil mi ama?
Şimdi gelelim Arjantin kökenli İngiliz uyruklu Ernesto Laclau’nun daha 1977 yılında ileri sürdüğü Kapitalizm, Faşizm ve Popülizm tanımlarından 2005 yılında kuramsal bütünlüğe kavuşturduğu ‘Popülist akıl’ (la raison populiste) başlıklı çalışmasına.
Daha doğru bir biçimde ‘popülist düzen’ ya da ‘popülist felsefenin temelleri’nin sistematik çözümlemesine biraz daha yakından bakmaya.
Dikkat edilirse hem bir ‘politik hareket’, hem bu hareketin kurmak istediği bir ‘politik düzen’ ve hem de her ikisinin ‘felsefî temelleri’ sözkonusudur.
Ancak konu ‘felsefe’ boyutunda kalmayıp ‘toplumsal gelişme’nin ve aynı anlama gelmek üzere ‘toplumsal çekişme’nin (conflit social) kökenleri ya da kaynakları üzerine ‘bilimsel araştırma’lar yapmaya gelmektedir.
Şimdi ‘Halkçılık’ konusunda, gerçekten de toplumsal gelişme nasıl olmalıdır ya da toplumsal çekişme veya çatışmalar nereden kaynaklanıp nasıl önlenebilir üzerine kafa yorulup bilimsel araştırmalar yapılabileceği söylenebilir.
Peki ama örneğin ‘Milliyetçilik’ konusunda aynı şeyler söylenebilir mi?
Örneğin ‘Halkçılık’ hukuksal ve kurumsal bir ‘Politik rejim’in kurulup korunması kadar onun ‘ütopik’ boyutlarına değin geliştirilmesini içeren bir ‘felsefî boyut’a sahip derin bir ‘demokratikleşme’ anlayışına dayanmaktadır.
Öyle ki, bir anlamda ‘demokrasi’ kavramının örneğin tutuculaşıp kemikleşmesinin önüne geçip onun kendisini aşmasını sağlayan bir işleve sahiptir.
Aynı şeyler ‘Milliyetçilik’ için söylenebilir mi?
‘Milliyetçilik’ belli bir tarihsel dönemin, denilebilirse eğer ‘motör gücü’ olarak tarih sahnesine çıkmış, tam anlatımıyla ‘Millî Kurtuluş ve Bağımsızlık’ savaşlarının ateşleyicisi olmuştur.
Ancak artık onun ‘geliştirici’ veya ‘ilerletci’ bir gücünün olduğundan sözedilemez.
Dolayısıyla ‘yükselen değer milliyetçilik’ türü savların ne toplumsal ve ne de bilimsel bir temeli olduğundan sözedilemez.
‘Milliyetçilik’i şimdilerde körükleyen güçlerin ‘toplumsal temeli’ ne olursa olsun ‘demokratik’ bir öngörüsü, bir açılımı veya bir ‘ütopya’sının olduğu söylenemez.
Ne var ki, örneğin Kemalizm ilkeleri içinde nasıl oluyor da hem ‘Milliyetçilik’ ve hem de ‘Halkçılık’ gibi iki ayrı ‘ilke’ bulunuyor diye sorulacak olursa; birincisinin korunması gereken bir ‘nitelik’ ama ikincisinin geliştirilmesi gereken bir ‘ütopya’ olduğunu söyleyebiliriz.
Kaldı ki, diğer ‘ilke’lerle birlikte bunların ‘yeniden üretim’ gerekçe ve mekanizmalarına da yakından bakmamız gerekmektedir.
Hani o revaçta olan sözcükle bunların niçin ve nasıl bir ‘değişim’ içinde olduklarını ele alıp çözümlememiz gerekmektedir.
O nedenle kendilerini ‘Milliyetçi’ olarak niteleyen kesimlerin hemen itiraz edip karşı saldırıya geçmeden önce durup neden aynı zamanda ‘Halkçı’ olup olmadıklarını sorgulamalarını salık verebiliriz.
Son seçimlerde seçmenlerin çoğunluğunun ‘Milliyetçi’ olduğunu ileri sürebilecek kadar kendilerini kapatırmış iseler, onların gerçek anlamda ‘Milliyetçilik’ten haberdar olmadıkları bile söylenebilir.
İzleyen yazılarımızda bu konuları ele alan çözümlemeler yapmayı sürdüreceğiz.
Ki, ‘siyaset bilimci’lerimiz dahil, kimi konularda ileri geri ‘okuma’ yapmakla övünenlerin hiç değilse önemli konularda ‘yeniden düşünme’yi adet edinmelerine yardımcı olabilelim.