Pek niyetli olmasam da, özellikle ‘seçim süreci’ boyunca gerek siyasal partiler ve gerekse ‘siyasi’leri konu alan yazılar yazdım.
Oysa, bilenler biliyor ya da yazılarımı okuyanlar öğrenmiş olamalıdırlar ki, belki de Türkiye’de ilk kez ‘siyaset’ ve ‘politika’ arasında bir ayırım olduğu ve özelikle de Türkiye’deki ‘siyaset’çilerin ‘poltika’yı bilmedikleri gibi ‘siyaset’i de tiksinçlik değil ama ‘iğrençlik’ boyutlarına vardırdıklarını yazıp durmaktayım.
Şimdilerde ise, yandaş gazete ve televizyonlarda yazan veya konuşanları saymasak bile, güya ‘muhalefet’ kanadında yer alıyormuş gibi yapıp özde ‘iktidar bloku’nun ekmeğine yağ süren sözde yazar/çizer veya kanaat önderlerini görüp dinledikçe, ister istemez onlardan sözetmek durumunda kalıyorum.
‘Atatürkçülük’ten başlanacak olursa, tüm yaşamı boyunca her sabah ‘Atatürk ilkeleri’ne bağlılığını mesleği gereği haykırmak durumunda olan, bu görüşleri nedeniyle hapis yatan ve emeklilik döneminde Atatürk üzerine kitaplar yazan bir emekli subayı düşünün.
Ki, ‘Yeni Hükûmet’in taa Amerikalardan bulup getirdiği ama Amerikan yasalarına göre bile ‘dolandırıcılık’la suçlanan bir kadıncağızın MB Başkanlığı’na atanmasına sevinip, işte bizim yetiştirdiğimiz gençlik budur diyebilsin.
Şimdi bu ‘asker kafalı’ eski subayın daha eski komutanları, yetmişli yıllarda Dünya Bankası’ndan Karaosmanoğlu adlı bir yurttaşımızı Türkiye’de ‘ekonomiyi kurtaracak’ diye getirtmiş, ikibinli yıllarda ise Kemal Derviş’i kutsamaktan geri kalmamışlardı.
İşte Türkiye’nin son yetmişüç yılı bu tür ‘politika’ların uygulandığı ve bu ‘politika’ların uygulanması için ‘siyasetçi’lerin alet ve araç olarak kullanılmasıyla geçti.
Ancak son yirmi yılda, ‘Asker’in sözde ‘vesayet’i kaldırılmış ve bizzat Türk Ordusu ‘siyaset’in içine çekilmiştir.
‘Vesayet’ döneminde, varsayalım ki küçük ‘rüşvet’lerle ‘Asker’in sesi kısılabilmiş olmasına karşın, son dönemde asker/sermaye bağı öylesine perçinlenmiştir ki, artık Türkiye’de ‘Sermayenin Ordusu’nun kuruluşuna geçilmiştir denilebilir.
Konuyu uzatmadan, Türk Ordusu’nun SADAT/madatlarla, ÖSO/mösolarla ve doğrudan Vakıf/Tarikatlarla ‘Atatürk İlkeleri’nden tümden ve tamamen koparıldığını söyleyerek burada keselim.
Şimdi başlıktaki konuya dönerek soralım: Kimilerinin gülümsemeyle baktığı ama benim çok önemsediğim bir ‘418 Milyar’ dosyası vardı.
Aslında, iyi bir ‘muhasebe’ ile bunun 418 değil 836 Milyar olduğu bile ileri sürülebilir.
Ve Kemal Kılıçdaroğlu, eğer iktidara gelirse bu parayı alacağını yok eğer ömrü yetmezse CHP’ye bunu bir ‘vasiyet’ olarak bıraktığını söylüyordu.
‘Sözde seçimler’ yapıldı ve kanımca ve büyük olasılıkla salt bu ‘vasiyet’in etkisiyle Kemal Kılıçdaroğlu’nun seçilmesi önlendi diyelim.
Ya da sizin dediğiniz gibi olsun ve Kemal Kılıçdaroğlu seçimi kaybetmiş olsun.
Dönüp CHP içinde kaynatılan ‘Cadı Kazanı’ değil ama ‘Demokratik Kurultay’ sürecidir diyerek soralım:
Bu ‘418 Milyar vasiyeti’ni sahiplenmek şöyle dursun dillendirebilecek bir ‘babayiğit’ çıkacak mıdır acaba?
Görünürde böyle bir şey yok.
İşte bu nedenle ‘gençlik’ şunu istiyor bunu istiyor gibi sözde ‘gençlik taraftarları’, kadınlar şunu istiyor bunu istiyor gibi ‘kadın hakları savunucuları’ ve ya da ‘sağa kaydı sola kaydı’ gibi kaydıraçcıların hakkını teslim etsek bile, kim salt ‘sermaye’den değil ama ‘sermayenin en gerici ve en baskıcı’ kesimlerinden hesap soracak diye sormak gerekmektedir.
Bir ‘babayiğit’ ya da ‘anayiğit’ çıkıp da ‘ben hesap soracağım’ diyecek olursa, koşulsuz yanında duracağımı buradan ilan etmek isterim.
Ama yok, şunun kaşı böyle gözü şöyle diyerek, aptalca ve bence haince CHP’yi düzeltmek yerine güçsüzleştirmeye kalkanların karşısında olacağımın biinmesini isterim.
Ne var ki, bundan ‘umudumuz CHP’ gibi bir anlam çıkarılmasını da istemem.
Türkiye’de diğer ‘Sol’ kesimlerin kendilerini toparlayıncaya kadar olduğu gibi, önemli bir güç haline gelmeleri durumunda bile ‘kuruluş ilkeleri’mizi savunmak bakımından güçlü bir CHP’ye ihtiyacımızın olduğu apaçıktır.
Nasıl ki Alman ve Avusturya Sosyal Demokrat Partileri ile Fransız Sosyalist/Komünist Partilerinin ‘ilkeleri’ ülkelerinin temel ‘politika’larının güvencesi ise, Türkiye’de de CHP’nin asıl misyonu budur.
İngiltere’de de böyledir Amerikada’da da böyle…
Zaman içinde tüm dünyada ‘siyasetçi’ler, bu ‘politika’ları yozlaştırıp iğrenilecek hale getirmekte çok yol almalarına karşın, direnen bir ‘sert çekirdek’in dünya genelinde olduğu gibi Türkiye’de de korunması gerektiğini düşünüyorum.
O nedenle ‘CHP’nin misyonu’nu kavrayamayan, ki kavranmadığı ortadadır, değişim olsun da nasıl olursa olsun diyenlerin hep karşılarında olacağım.
Bir yanıt yazın