Ali Yeşildağ’ı duymuş olmalısınız.
Dr Recep’e ‘Tayyip abi’ diye hitap edip, Erdoğan ailesinin en yakını olan üç kardeşten biri.
Öylesine yakın ki, daha İstanbul Belediye Başkanlığı döneminden itibaren Erdoğan ailesinin, deyim yerinde ise ‘en mahrem’ konularının en yakın tanığı.
‘Sır küpü’ dense yeridir.
Ali Yeşildağ, bu üç kardeş arasındaki bir anlaşmazlığı çözmesi için ‘Tayyip abisi’ni uzun süre uyarmasına karşın, karşılık bulamaması sonucu yurtdışına çıkmış bulunmakta.
Ve şimdilerde yayınladığı video kayıtlarıyla ‘Tayyip abisi’nin ‘sır’larını ifşa etmekte.
İşte bu Ali Yeşildağ, Kemal Kılıçdaroğlu’nun ‘beşli çete’ dediği çetenin başının ‘Tayyip abisi’ olduğunu söylemekte.
Güzel.
Buraya bir mim koyarak, benim 2010 yılında yayımlanan ‘Devlet-Ulus’un Sonu’ başlıklı kitabımın 181nci sayfasını açıyor ve ‘Çetenin Başı’ başlıklı makaleme bakıyoruz.
Sözkonusu kitap, zaten 2007’lerden itibaren yazdığım makalelerin bir derlemesi.
Demek oluyor ki, 2008-2009’lu yıllardan itibaren Devlet’i çökerten ve yerine ‘Şahsım Devleti’ni kuran çetenin başının Ali Yeşildağ’ın ‘Tayyip abisi’ olduğunu görmüş ve makale ve kitaplara geçirmişiz.
Ve Ali Yeşildağ’ın ‘Tayyip Abisi’nin daha o günlerde Yüzelli Milyar Dolar (bugünkü para ile üç triliyon Tl) kişisel servet edindiğini de kayıt altına almışız.
Şimdi Ali Yeşildağ bu servetin çok daha artmış olabileceğini ileri sürmekte.
Binali’nin servetini de ekleyince neredeyse 418 Milyar Dolar ediyor denilebilir.
Şaka bir yana, Kılıçdaroğlu’nun 418 Milyar Doları kuruşu kuruşuna bildiğini ve son kuruşuna kadar Türkiye’ye getireceğini söylemesi bu ‘gasp ve irtikap’ın artık en azından bütün muhalefet tarafından bilindiği anlamına geliyor.
Bu paralar gelir ya da gelmez ama onları çalanların gereçek bir hukuk devletinde artık insan içine çıkmaları düşünülebilir mi?
İnsan içi şöyle dursun hapishaneden çıkmalarının olanak ve olasılığı sözkonusu olabilir mi?
Öyleyse, şimdi neden bu 14 Mayıs seçimlerinin kimileri için bir ‘olmak ya da olmamak’ sorunu olduğu ortaya çıkmış olmaktadır.
Bütün bunlara karşın, bu seçimlerde Muharrem İnce aday olsun mu olmasın mı, Sinan Oğan da adaylıktan çekilsin mi çekilmesin mi diye bir dizi tartışmanın yanısıra; muhalefet ittifaklarının kaşı şöyle gözü böyle gibi sözde ‘siyaset’ yapan ve sözcüğün tam anlamıyla ıvır-zıvır ve gerçekten aymazca yorumlar yapılabilmekte.
Oysa, ortada gerçekten bir ‘savaş’ bir ‘can pazarı’ sözkonusudur.
Kimilerinin sözde devlet terbiyesi gereği sayın bilmemneyim diye önlerinde el ovuşturdukları kişilerin, gerçekte Türkiye’yi yirmi yıldan buyana soyan bir ‘çete’nin üyeleri oldukları ve bu ‘çetenin başı’nın da Ali Yeşildağ’ın ‘Tayyip abisi’ olduğu artık yansınmaz bir biçimde ortaya çıkmış bulunmaktadır.
Ve bu ‘çete’nin, kamuoyu yoklamalarına göre ‘seçim’le iktidardan düşeceği de ortaya çıkmış bulunmaktadır.
Bu durumda, sözkonusu ‘çete’nin bu seçimleri vicdan ve namus çerçevesinde yapacağı düşünülebilir mi?
Nitekim Kemal Kılıçdaroğlu’na ‘suikast’ düzenleneceği savları da giderek somut bilgilere dayandırılmaktadır.
Bundan doğal ne olabilir?
Bu ‘çete’nin bir başka çıkış yolu kalmadığı zaman, o gelişigüzel kullanılan ‘her şey’ yani ‘her türlü alçaklık ve namussuzluk’ yapmaktan başka seçenekleri kalmış olabilir mi?
İşte Türkiye’de sözde ‘siyaset’ yaptıklarını sananların, bu ‘somut gerçeklik’leri hâlâ göremediklerini ve dolayısıyla sadece kendi kendilerini aldatmakla yetindiklerini söyleyeceğim.
Oysa karşımızda ‘gözünü kan bürümüş’ ve kan akıtmaktan başka seçenekleri kalmamış bir ‘çete’nin varlığı sözkonusudur.
Hâlâ bunlara inanmayıp, söylenti diye gülüp geçen ve hatta söyleyenleri kınayanlara ‘aymaz’ değil ama ‘hayvan’ demek hakaret sayılır mı bilemiyorum.
Ki, bu o kadar önemli değil; ama ister inanın ister inanmayın Türkiye kan kokmakta, işte buradan haykırıyorum.