Bu yazıda, tarih, sosyloji, ekonomi politik ya da genel olarak ‘sosyal bilim’ denilen bilim dallarından birine kenarından kıyısından bulaşmış herhangi birine ‘Devrim’den sözetmek isterim.
Bu dallarda akademik ünvanlar edinmiş olanlara da okumalıdırlar.
Kendilerine ‘Atatürk devrimcisi’ diyenler de öğrenmelidirler.
Çok basitleştirilmiş olarak açıklamaya çalışalım.
Evet, bir hafta sonra yapılacak seçimler yani 14 Mayıs tarihi, Türkiye’de, Türk tarihinin en büyük ‘Devrim’lerinden birinin adını taşıyacaktır.
Bu ‘Devrim’, 1908 Genç-Türk Devrimi’nden de ileri, 1960 Devrimi’nden de ileri bir ‘Devrim’dir.
Çünkü bu bir ‘Demokratik Devrim’ olacaktır.
Şimdi kimi aklı evvel ‘Demokratik Devrim’lerin geçen yüzyılın başında olduğunu söyleyeceklerdir.
Gerçekten de geçen yüzyılın başında ‘Millî Demokratik Devrimler’ olmuş ve neredeyse yeni bir ‘Çağ’ın açılmasına yol açmışlardı.
Ancak onların belirleyici özelliği ‘Ulusal Kurtuluş ve Bağımsızlık’larına kavuşma ‘Devrim’leri olmaları idi.
1908 ve 1960 ‘Devrim’leri de, gerçekte halk desteğine dayanmalarına karşın bir ‘Darbe’ ile gerçekleştirilmiş olmalarıyla ayırd edilmektedirler.
Oysa 14 Mayıs Devrimi geniş halk desteğinin ‘sandık’ta ve ‘demokratik oyla’ yaşama geçirilmesiyle olacaktır.
Şimdi ‘Devrim’, ‘Darbe’ ve ‘Demokrasi’ terimlerinin abc’sini böylece anımsattıktan sonra 14 Mayıs seçimlerine gelebiliriz.
14 Mayıs’ta Cumhuriyet Halk Partisi, sağın en uç altı partisini içine alarak, onbir sol partinin ise dışarıdan desteğini alarak iktidara gelecektir.
Kime ve neye karşı denilecek olursa, ‘emperyalizm’e ve onunla ‘işbirliği’ yapan, günümüzün ‘en gerici’ ve ‘en saldırgan’ güçlerine karşı.
Gelişigüzel ‘emperyalizm’ sözcüğünü kullanan aklı evvellerin, Türkiye’nin uluslararası finans kesimlerine yıl, ay, gün değil ama her saat başı ne kadar ‘faiz’ ödediğinden haberleri olduğunu sanmam.
Burada ayrıntısına girmenin gereği yok, ancak yirmi yıllık AKP iktidarının ‘emperyalizm’le en içli-dışlı ve en aşağılık sözleşmeleri bağıtlayan bir iktidar oduğunu yadsıyan bir kişinin görüşlerini dikkate almaya değmeyeceğini söyleyerek geçelim.
Ancak ve ne var ki, ‘emperyalizm’le en aşağılık ilişkiler ağına girmiş olan bir iktidarın, ülke içinde en ‘baskıcı’ ve en ‘ahlâk dışı’ yollara başvuracağının altını çizmemiz gerekmektedir.
‘Mafyatik yöntemler’ işte tam da bu nedenle uygulamaya konulmaktadır.
‘Dinsel argümanlar’ ise, başlangıçta duygusal sömürü aracı olarak kullanılırken giderek onların da ‘mafyatik’ bir nitelik kazandığına tanıklık etmekteyiz.
İşte ‘iktidar bloku’nun, Türk tarihi boyunca gelmiş geçmiş en ‘aşağılık’, en sömürücü’, en ‘yalancı’ ve en ‘gayri millî’ bir iktidar olduğu söylenebilecektir.
Şu son haftalarda artacağı tahmin edilen, ‘blok içi çatlama’larla ortaya saçılan ‘ifşa’lara bakmak yeterlidir.
İktidara en yakın kişilerin bile kendi açıklamalarını izlerken ‘kusmamak için kendinizi zor tutacaksınız’ dediği açıklamaları görmezden gelmek mümkün müdür?
Kanımca, asıl dikkate alınmaması gereken açıklamalar, bütün bu açıklamaları bildiklerini söyleyen ya da bu tür ‘söylenti’lere kulak asmayacaklarını söyleyenlerin, bol keseden attıkları ‘devrim’ veya ‘demokrasi’ nutuklarıdır diyeceğim.
O nedenle, özellikle ‘sosyal medya’ denilen ortamlarda, benim ‘Halk İttifakı’ dediğim muhalefet blokunu küçümseyen ya da engellemeye çalışanların sözde ‘görüş’leri eleştirmeye bile değer görmediğimi belirtmek isterim.
Onların 14 Mayıs’tan itibaren yanıldıklarını anlayacaklarını da umut etmek isterim.
Çünkü, 14 Mayıs’ta CHP’nin 220’den fazla milletvekili çıkararak kendi rekorunu kıracağı, Halk İttifakı’nın da Meclis’teki çoğunluğu sağlayacağı bugünden belli olmuştur.
Yeni ‘iktidar’, içinde Yüksel Taşkın’lar, İdris Naim Şahin’ler, Sadullah Erginler vb gibi isimlere karşın; ulusal ve uluslararası ‘hukuka saygılı’, ulusal ve uluslararası ‘sömürü’ye karşıt, dinsel yönlendirmelerin olmayacağı bir ‘iktidar’ kurulacaktır.
Her şeyden önce ve özellikle, tarihimizin gördüğü bu en ‘hukuk tanımaz’, en ‘yobaz’ ve en ‘aşağılık’ rejimini devirmiş olacaktır ki, işte tam da bu nedenle ileride 14 Mayıs Devrimi olarak anılacaktır.
Çünkü bir ‘Devrim’in, demokratik bir devrim olabilmesi, devirdiği iktidarın ‘demokrasi dışı’ olup olmaması, onun gerçekte bir ‘diktatörlük’, bir ‘tiranlık’ olup olmamasıyla doğrudan ilişkilidir.
Öyleyse, 14 Mayıs’a devrim diyemeyecek olanlar, halihazırdaki iktidara diktatörlük diyemeyecek olanlardır diyerek noktalayalım.
Bir yanıt yazın