1960’larda, bir NASA mühendisi Jüpiter, Satürn, Uranüs ve Neptün gezegenlerinin 175 yılda bir aynı çizgiye geldiklerini ve bir dahaki buluşmanın yakın olduğunu söylediğinde, henüz Türkiye’de sürtünmeyi azaltacak ısıtmalı bilardo masaları yoktu. O yıllarda henüz bilgisayarlar bu düzeyde değildi ve güneş sisteminin dışına bir araç gönderecek güçte roket icat edilmemişti.
Gençlik yıllarımızda keşfettiğimiz kapalı havalarda yapılacak okul dışı faaliyetlerden biriydi bilardo. Bunun için bir kahvehaneye gitmeniz gerekirdi ki, kahvehanelere 18 yaşın altında girmek yasaktı. Belki de bu sebeple bilardo salonları adını almaya başlamıştı bazı kahvehaneler. Hatta yavaş yavaş spor sayılmaya başlamıştı. Kimsenin ses ettiğini hatırlamıyorum 18 yaş altına.
Evimize yakın, kaliteli diyebileceğim Ankara kolejinde bir tane, bir tane de Maltepe’de vardı. İkisi de ısıtmalı masalar sunar, sonradan dünya şampiyonu olan Semih Saygıner‘i daha çocukken orada izleme, onun oynadığı masalarda oynama şansınız olurdu. İstanbul Moda’da ise öğle tatillerinde bile oynama imkanı sunan, okulun hemen 50 metre yakınında vardı bir tane.
Topu deliklere soktuğunuz Amerikan bilardosundan ziyade 3 topla oynananı tercih ederdik. Dış etkiler minimize edilebilirse topların birbirine çarpma açısı, hızı, dönüş yönleri tümüyle fizik kuralları ile hesap edilebilir ve başarılı olunabilir diye düşünürdüm hep. Tabi topa istenen açıyla vurmak, gerekli dönüşü ve hızı vermek yıllarca pratik yapmayı gerektiriyor.
O yıllarda biz bilardoyu keşfederken, acaba o günün roketleri ile çıkılması mümkün olmayan bir hıza, hizalanan gezegenlerin çekim etkisini kullanarak çıkmayı sağlayacak, güneşin çekim etkisinden kurtulup başka yıldızlara ulaşabilecek bir araç yapmayı kim hayal etti ve bunu hesap edecek eğitim nerede, nasıl veriliyordu bilmiyorum.
Gezegenlerin güneş çevresinde aynı düzlemde döndüklerini ben öğreneli kaç yıl oldu ki? Gezegenlerin arasını doldurabilsek bir düzlem olacak. Belki de yeterince dönerlerse düz dünyalar hayal edilebilir evrende. Çok da kızmayalım dünya düzdür diyenlere.
Konumuza dönersek 1977’de fırlatılan Voyager araçları dünyaya 25 milyar kilometre uzaklığa varmak üzereler. Güneşin çekiminden çıkabilmek için gerekli hıza ulaşma yöntemleri inanılır gibi değil.
Uzay zamanda yol alan araçların hassasiyetini merak etmişimdir hep. Fırlatma roketinin gücü Voyager’i ancak Mars civarında bir yörüngeye oturtabilecek iken, voyager Jupiter’in yakınında 150 kilometrelik bir koridoru hedefliyor ve Jupiter’in çekim etkisi ile hızını arttırarak Satürn’e yöneliyor. Saniyede 40 kilometre hızla giderken, yıllar sonra varacağınız 150 kilometre aralığı 1,4 saniye, 60 kilometre farkla tutturuyorsunuz.
Oradan aldığınız hızla Satürn’ü tutturuyor, oradan Uranüs, Neptün ve yıldızlararası boşluktasınız. Bunu yaparken güneşi ve bir yıldızı kerteriz alıyorsunuz. Arada milim milim dönüp resim çekiyor tekrar dönüp dünyaya gönderiyorsunuz. Bu da yetmedi hızınız artık güneşten kurtulmaya yeterli olduğu için bu sefer Neptün’e tersten yaklaşıp, uydusu Triton’u fotoğraflayabilmek için hızınızı biraz yavaşlatıyorsunuz.
Burada bahsettiğim Voyager 2. Bir de Voyager 1 var ki, başka gezegenleri tutturmak zorunda olmadığı için ve düzlemden ayrıldığı için Jupiter’den sonra işi daha kolay olmalı.
Valla pes doğrusu. İnanılır gibi değil.
Esin Kaynakları:
- Gravitation -Die sogenannte “Massenanziehungskraft” , M. Yavuz Dedegil, Universitaet Karlsruhe
Bir yanıt yazın