İSLAM’IN ALTIN ÇAĞINI YARATAN, KUR’AN OLMAYIP, ANTİK ÇAĞ YUNAN KÜLTÜRÜ OLMUŞTUR
(Kur’an eğitimi, düşünme gücünü baltalayıcı ve fikirsel gelişmeyi yok kılıcı bir nitelik taşımaktadır. Her ne kadar 1300 küsur yıllık İslam tarihi içerisinde, üç yüz yıllık “İslam uygarlığı” diye bir uygarlıktan söz edilir ve bu uygarlığın Kur’an sayesinde ya da Kur’an’a dayalı olarak oluştuğu sanılırsa da, tamamen yanlıştır. Çünkü İslam uygarlığı, Kur’an’dan kaynaklanmış değildir. Kur’an dışı ve özellikle antik Yunan’dan kaynaklanmıştır. Bunun böyle olduğunu, bizzat İslam düşünürleri ortaya koymuştur.
Yine her ne kadar İslam Dünyasının büyük düşünürleri ve bilim adamları arasında Razi, Farabi, İbni Sina, İbni Rüşt, İbni Haldun, El Kindi vs. gibi niceleri, Batı Dünyasından etkilendikleri doğru olmakla beraber, bu simalardan hiçbirisi Kur’an’ı kaynak edinip, bilim yapmış değildir. Çünkü Kur’an ile gerçek anlamda bilim yapılamayacağını, en iyi bilen onlar olmuştur. Bundan dolayıdır ki, Kur’an’a bağlıymış gibi görünmekle beraber –aksi takdirde dinsizlikle suçlanıp yok edilebilirlerdi- gerçekte Kur’an’dan yararlanarak değil de; Antik Yunan kaynaklarından feyz alarak bilim yapmışlardır.
Örneğin El Cahiz, (776-869) Kitabü’l Hayavan adlı yapıtında; İslam uygarlığının, Antik Yunan bilim kaynaklarına dayalı olarak çıktığını, şöyle açıklamıştır:
“Eğer ebedi hikmetlerle dolu Antik Yunan kaynaklarına sahip olmasaydık; eğer bu yapıtlarla korunan ve bize aktarılan, geçmişi önümüze koyan ve başkaca hiçbir şekilde bilmemize imkân bulunmayan, bilim dünyasından habersiz kalsaydık, şimdi eriştiğimiz her bilgiden, yoksun olacaktık.
Eğer Antik Yunan bilimleriyle zenginleşmemiş ve bu kaynakları temel edinmemiş olsaydık, bilgi hazinemiz son dere zavallı kertede kalır ve sınırsız güçlüklere uğrardık. Ve eğer kendi kaynaklarımızın ve kendi çabalarımızın sonuçlarıyla yetinme zorunda kalsaydık, bilgi dağarcığımız gerçekten kısır kalır ve bu yüzden bilimsel uygarlık girişimini yitirmiş olurduk.”
Bu gerçeği yansıtan, sadece El Cahiz değildir. Onun gibi daha niceleri, aynı görüşte olmuşlardır. Kapalı bir dille anlatmak istedikleri şudur ki; şeriat verileriyle, daha doğrusu Kur’an’ı kaynak alarak, bilim yaratmak mümkün değildir.)
Prof. İlhan Arsel: Kur’an’ın Eleştirisi. 1. Kitap. Sf: 40-/41)
**
Muhammet’in vefatından sonra, İslam Dünyasına Eşarilik ve Selefilik egemen olmuştu. Bu iki akım veya mezhep, aşırı derece bağnazdı. Ancak Abbasi Halifesi Memun döneminde, Yunancadan yapılan çevirilerle, Antik Yunan kültürüyle sağlam bir bağ kuruldu ve bir tür çeviri bürosu niteliğinde olan “Beytü’l Hikme oluşturuldu. Böylecene Miladi 830 yılından sonra İslam’ın altın çağı başlamış oldu. Bu dönemde ve bundan sonraki dönemler de, şu bilim adamları yetişmiştir: Cabir bin Hayyan, Harizmi, El Kindi, El Cahiz, Belazuri, Farabi, Razi, İbni Sina, Biruni, İbni Rüşd vs. bilim adamları yetişmiştir.
Ne var ki, 1060’lara gelindiğinde, İslam Dünyasında küçüklü büyüklü 50’den fazla mezhep bulunuyordu. İşte bu yıllarda, Büyük Selçuklu İmparatoru Alp Aslan’ın birinci veziri olan Nizamü’l Mülk; Sünni mezhepler dışında, diğer mezhepleri ortadan kaldırmak ve dinde birliği sağlamak amacıyla, Nizamiye medreselerini kurdu(1067) ve ilk medrese Nişapur’da açıldı. Ardından peş peşe Belh, Herat, Rey, İsfahan, Basra Tus ve Musul kentlerinde açıldı. Nizamü’lmülk öldürülmeden önce, 1091 yılında bu medreselerin başına Gazali’yi (1058-1111) getirdi. Ne var ki, nakilcilerle akılcılar arasında süregelen savaşım, nakilcilerin başarısıyla son bulunca; İslamın altın çağı da, düşüş trendine girmiş oldu.