Bugün Sinan Oğan ‘Halk İttifakı’nın cumhurbaşkanı adayı Kemal Kılıçdaroğlu ile görüştü.
Toplantı ertesinde, ‘sayın Kılıçdaroğlu lütfedip görüşme talebimizi kabul etmiştir’ diyerek, gerek kendisinin ve gerekse Kılıçdaroğlu’nun nezaket çıtasını gerektiği yere çıkardığını söyleyebiliriz.
Bu, olması gereken ama son yirmi yılda yitirdiğimiz ‘siyasi nezaket’in şimdiden ve yeniden filizlenmeye başladığının belirtisi olsun diyelim.
Ve dileyelim.
Ancak diğer iki ‘aday’dan benzer bir beklentimizin olmadığını söyleyebiliriz.
Ne denli nazik olunmaya çalışılırsa çalışılsın, belli bir noktadan sonra ‘Madem öyle…’ diye başlayan deyime uygun olarak, diğer iki ‘kalas aday’ın ‘hanzoluk’larına vurgu yapmanın ‘nezaketsizlik’ olarak değerlendirilmemesi gerekir diye düşünüyorum.
Çünkü, “hadsize haddini bildirmek kırk yetime kaftan giydirmekten yeğdir” anlayışına uygun olarak davranmanın daha gerçekçi olacağını düşünüyorum.
Madem ki ‘kediye kedi demek’ ussal bir davranıştır, hanzoya ‘hanzo’, kalasa ‘kalas’ ve ahlâksıza ‘namussuz’ demek de bir o kadar us gereği olacaktır.
Şimdi dört cumhurbaşkanı adayı olduğu söylenmektedir.
Ancak biri, yasaya, kurala, içtahada, ahlâk ve vicdana aykırı bir biçimde ‘cumhurbaşkanlığı forsu’ ile dolanmaktadır.
Oysa seçim takviminin açıklandığı andan itibaren bu ‘fors’u kullanmaması gerekmekte idi.
Benzer biçimde, gerçekte ‘müstafi’ olan bakanlar da bakanlık forsu ile seçim propagandası yapmaktadırlar.
Buna sadece ‘görevi kötüye kullanmak’ değil ama aynı zamanda ‘ahlâksızlık’ ve ‘alçaklık’ denmeyecekse ne denilecektir, doğrusu kestiremiyorum.
O nedenle, anayasal ve yasal olanları geçiyorum, çünkü ‘tam yasadışılık’ Türkiye’de artık olağan sayılmaya başlanmıştır.
Peki ama, hukuk diliyle bu ‘tam kanunsuzluk’ nereye kadar sürdürülebilecektir?
Bugüne değin bütün bu ‘kanunsuzluk’lara göz yuman YSK üyeleri ve başkanı, en son kanunsuzluğa da imza atıp ‘Adam kazanmıştır’ diyebilecekler midir?
Bakınız, seçime otuziki gün kala, böyle bir kanunsuzluk karşısında bu üye ve başkanlarının otuziki dişinin birden çekileceğini şimdiden söyleyebilirim.
Bunun, İsrafil’in surunu vurmasıyla aynı anlama geleceğinin altını çizmek istiyorum.
Artık ‘kaos’ mu dersiniz, ‘iç savaş’ mı o size kalmış.
Ancak ‘halkın öfke’sini, ne laf, ne silah, ne ordu, ne din ve ne de iman, ve ne de eli kanlı baş kesen yılanlar dindiremeyeceklerdir.
Öyle ‘hukuk aracılığıyla’ falan çözüm bulunabileceğini sanmak, safdillik olur.
Şimdi bu dört cumhurbaşkanı adayının, Yüksek Seçim Kurulu ve TRT yönetiminin uyması gereken kurallar dahilinde, belli zaman aralıklarıyla bir araya gelip kamuoyu önünde görüşlerini açıklamaları gerekmez mi?
Hatta bu bir ‘zorunluluk’ değil midir?
Plan, program ve vaadlerini kamuoyu önünde tartışmaları gerekmez mi?
Millet kararını bu tartışmalara bakarak verecek değil midir?
Ancak ve ne var ki, en kalas aday, eline geçirdiği kamu ve özel tüm iletişim olanaklarından yararlanarak, ‘yalan’, ‘iftira’, ‘çarpıtma’ ve ‘algı yaratma’ operasyonlarına tamgaz devam etmektedir.
Peki ama nereye kadar denilecek olursa, 14 Mayıs’a kadar diyeceğiz.
15 Mayıs’tan itibaren Türkiye’de her şey, en azından ‘normal’e dönmeye başlayacaktır.
Ve göreceksiniz, bu ‘kalas’, Kemal Kılıçdaroğlu için ‘sayın cumhurbaşkanımız randevu talebimizi kabul buyurdular’ demeyi öğrenecektir.
Kuşkusuz müstakbel cumhurbaşkanı Kemal Kılıçdaroğlu ‘kabul buyurursa’…
Ancak, Kemal Kılıçdaroğlu’nun ‘hüküm giymiş’ yani ‘sabıkalı’ birini, çok gerekli olmadıkça ‘kabul’ edebileceğini sanmam.
Çok açık yazıyor, umuyor ve bekliyorum ki, bu ‘kalas’ın ‘kabul buyurulmak’ hayaliyle çırpınıp durduğu günler de gelecektir.
Çevresini ise, ayakkabılarını eliyle yalayanlar değil ama eskiden horgördüklerinin ayakbalarını dilleriyle yalamaya hazır olanlar dolduracaktır.
Ve kendisine ‘yalama talimleri’ verilecektir.
Yetmiş yıldır öğrenemediği, nezaket, şefkat ve alçakgönüllülüğü o da öğrenmeye çalışacaktır.
Ancak kalas bu, değişmez diyorsanız;
Yine bir halk deyişiyle “ot gelip palak gidecek” demektir.
Palak, kuru ot demektir, bir anlamda saman.
Ve Türkiye yirmi boyunca bir saman ateşine maruz kalmış idi.
Yaktı, yıktı ama geçti işte; şu yoğun dumanlar da hafif bir esintiyle yok olup gidecektir elbette.
Geriye samandan hiç bir iz kalmayacağı belli de, herhangi bir ‘giz’ de kalsın istemem.
Bitirirken gerek YSK ve gerekse kamu düzeniyle sorumlu olan her kim varsa, ayaklarını denk almalarını anımsatalım; ayaklarından asılmalarını hızlandıracak karar ve uygulmalar yerine ‘hukuk içinde’ savunmalarını hazırlamalarının kendileri için daha hayırlı olacağını belirtelim.
Bir yanıt yazın