Aydınlanma felsefesinin esası olan bu yönteme eleştirel akılcı ya da analitik akılcı düşünce denir.
CHP seçmeni, toplumun en aydın kesimi kabul edilir!..
Böyle olduğu için olsa gerek Muharrem İnce hakkında, sosyal medyada, kuşku ve sorgulamaya dayalı yoğun bir kampanya yürütülüyor…
Örneğin, Memleket Partisi’nin örgütlü olduğu 73 il ve 483 ilçedeki parti binalarının kira, donanım, çalışan, yakıt vd. giderleri hesaplanıyor. Buna Muharrem İnce’nin seçim otobüsü ile yaptığı yurt gezilerinin giderleri, pankart, afiş ve diğer giderler de ekleniyor. Ortaya yüz milyonlar tutan toplam gider çıkıyor. Sonra soruluyor: “parti hazine yardımı almıyor. Giderlerini karşılayacak tek bir belediyesi bile yok (bunu söylerken belediyelerin partileri finanse ettiklerini açıklamış oluyorlar). Muharrem İnce’nin emekli aylığından başka geliri de yok. O halde bu musluğun suyu nereden geliyor?”
***
Muharrem İnce üzerinden kuşku duyma ve sorgulama yapılması, aydınlanma felsefesine giriş kapsamında güzel bir adımdır. Bu bakımdan, buna neden olduğu için belki Muharrem İnce’ye teşekkür etmemiz gerekir.
Şunu da açıklamak isterim ki Kılıçdaroğlu’na karşı Genel Başkan adayı olduğunda, gazetecilere “ben ulusalcı değilim” dediği zamandan beri İnce’yi tutmam.
Ulusalcı, Arapça olan milliyetçi sözcüğünün Türkçesidir. Bilindiği gibi, Atatürk ilkeleri olan 6 Ok’un biri milliyetçiliktir. Biz Atatürkçüler Arapçasını değil, Türkçesini yeğliyor ve ulusalcı sözcüğünü kullanıyoruz…
Atatürk’e/ Atatürkçülüğe karşı olanlar, bunu doğrudan söyleyemedikleri için ulusalcılığı hedef tahtasına koydular ve onu “tu kaka” yaptılar! Örneğin, Ergenekon ve benzeri kumpas davalarında “ulusalcı olmak suç unsuru” kabul ediliyordu…
Sanırım Muharrem İnce de bundan etkilenmiş. Zaten bilgi ve birikimi de yok. Sadece hitabeti iyi. Ne yazık ki bu nitelik politikada öne çıkmak için yeterli oluyor.
***
Eleştirel akılcı ya da analitik akılcı düşünce ile hareket ederek bir görüş oluşturursunuz…
Örneğin, Muharrem ince üzerinden devam edersek; “finansörlüğünü ‘Beşli Çete(!)’ yapıyor” diye düşünebilirsiniz!..
Bu gerçek değil sizin görüşünüzdür. Bilimsel söylemde buna “varsayım” (hipotez) denir…
Ortaya atılan varsayımın gerçek olup olmadığını kanıtlamak için fen bilimlerinde deney veya gözlem yapılır, sosyal bilimlerde özgün belge aranır.
Bulgularınız varsayımınızı doğrulasa bile işiniz bitmez. Bulduğunuz gerçeğin, konunun otoriteleri tarafından bilimsel kongre ve dergilerde tartışılarak genel kabul görmesi gerekir…
***
Politik tartışmalarda ortaya atılan görüşlerin, gerçek olup olmadığının bilimsel olarak kanıtlanması gerekmez. Buna halkın karar vermesi beklenir!..
Bununla birlikte, kuşku ve sorgulamaya başlamışsak, bunu sadece Muharrem İnce ile sınırlamayıp diğerlerine de aynı bakış açısından bakmamız gerekmez mi?
Aydın sorumluluğu bunu gerektirmez mi?
Örneğin, Davutoğlu ve Babacan partilerini kurar kurmaz, kısa bir süre içinde, Türkiye çapında nasıl örgütlendiler?
Kılıçdaroğlu, seçime katılma hakkı olan 36 parti içinden, neden sadece bu 4 küçük parti ile ittifak kurdu? Ki dördünün toplam oy oranı %3.5!..
Oysa oy oranları bunlardan daha yüksek olan partiler var.
Hele oy oranı binde birden bile az olan DP‘yi neden ittifakın vazgeçilmezi ögesi yaptı?
***
Aykırı bir soru daha sormak istiyorum:
Ecevit’in partisinin AKP ile ittifak yapmasını hayretle karşılıyor ve başkanını çıkarcılık/ oportünistlikle suçluyoruz!..
O zaman Atatürk’ün partisinin, AKP benzeri 4 parti ile ittifak yapmasını neden doğal karşılıyoruz?..
Yazılı ve sözel medyayı, hatta sosyal medyayı yönlendiren küresel güçler, bizi de yönlendiriyor olmasın?..
Örneğin, Davutoğlu ve Babacan daha partilerini bile kurmadan sürekli medyada yer alır, özellikle patronu Amerikan medya devi olan bir tv kanalında sürekli görücüye çıkarılırken, diğer 32 partinin adlarının hiç anılmamalarının bir hikmeti yok mudur? Ki bunlar arasında AKP liderinin çeşitli yanlışlarını ve hukuk dışı uygulamalarını Anayasa Mahkemesine, hatta Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine taşıyanlar bile var…
Bunları da düşünsek mi?…