Haritaya bakınca, Kıbrıs adasının stratejik önemi hemen öyle belli olmuyor. Göze bile çarpmayan Kıbrıs, dünyadaki yüzlerce adadan bir tanesi görünümünde. Üzeri yeşilliklerle kaplı, plajlarıyla, güneşiyle, altın kumsallarıyla ünlü, masum, olağan yaşamlı bir ada algısı veriyor insana.
Gerçekte ben de öyle düşlüyorum dünya güzeli adamızı. Huzurlu bir yaşamın sürdüğü, kavganın-gürültünün, huzursuzluğun olmadığı, ırkçılığın, insan ayırımının yapılmadığı, korna sesinin bile duyulmadığı ideal bir yaşam yeri, mutlu bir ada.
Ama dünyayı yönetmeye aday güçlü ülkeler benim veya bizim baktığımız gibi bakmıyor Kıbrıs adasına. Orta Doğu’da ve Doğu Akdeniz’de asırlardır süregelen güçlü ülkelerin çekişmeleri, hükümranlık alanlarını genişletmek istemeleri ve bölgesel çıkarlara sahip olmak arzuları, bölgede hep gözle görülmeyen, elle tutulmayan ama içten içe hissedilen bir gerginliğin yaşanmasına neden olmuş yüzyıllarca. Hala daha perdelerin arkasında sinsi sinsi sürüyor bu çekişme.
Amerika Birleşik Devletleri’nin (ABD) eski gücünü günbegün kaybediyor olması, Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’nin (SSCB) neredeyse yarım asır evvel dağılmış olması, Çin’in yavaş yavaş palazlanıyor olması ve Avrupa Birliği’nin (AB), ABD gibi çöküş ve dağılım sürecine giriyor olması bile ada üzerindeki menfaat ve çıkar çakışmalarını durdurmuş değil.
Adanın neredeyse ortasında yer aldığı Doğu Akdeniz’in deniz tabanı hidrokarbon bazlı enerji üreten hammadde yatakları ile dolu. Kendine güvenen güçlü ülkeler Kıbrıs adasına bakıp bakıp, aç kedi gibi yalanıyorlar. Hedefleri ada üzerinde gözle görülmeyen bir egemenlik kurmak ve adanın çevresindeki hidrokarbon yataklarına bir şekilde el koymak. Adada kimlerin yaşadığı, gelecekleri ve huzurları onlar için hiç önemli değil. Güç çekişmeleri içinde, filler çekişirken çimenler ezilir misali adada yaşamlarını sürdüren insanların hepsi ölse bile gözlerinden tek bir damla yaş bile akmayacak. Onlar için Winston Churchill’in “Bir damla petrol, bir damla kandan daha kıymetlidir” sözü geçerli her zaman ve koşulda.
İngiltere’nin Kıbrıs’tan -güya- çekildiği 1960 yılında Kıbrıs Cumhuriyeti kurulurken, İngiltere kendisine ait olacak iki tane askeri üs şartını koydurttu Kıbrıs Cumhuriyeti’nin Anayasasına. Bu iki askeri üssün üzerinde yer aldığı toprakların tapusu bir zamanların “üzerinde güneş batmayan” ülke olan İngiliz Krallığına ait. Bu topraklar üzerinde geçerli olan yasalar, tüzükler, kurallar, trafik, polis, FIR hattı, uçuşlar, posta, internet servisi ve aklınıza gelen her şey tümü ile İngiltere’deki uygulamalar. Kısacası bu iki askeri üssün toprağı ve hükümranlığı İngiltere’ye ait.
KKTC’den aracınızla çıkış yapıp İngiliz üsleri topraklarına girdiğiniz vakit, sizi İngiliz görevliler karşılar. İngiliz üslerinden çıkıp Güney Kıbrıs topraklarına girdiğiniz vakit de sizi Rum görevliler karşılıyor.
Ancak bugün durum biraz değişmiş, İngiltere, yıllarca önde götürdüğü bu yarıştan elenmiş görünüyor zira şimdilerde ABD’nin, AB’nin, Rusya’nın ve Çin’in gözü Kıbrıs adası etrafındaki deniz altı zenginliklerinde.
Bir yanıt yazın