Prof.Dr. Alaeddin Yalçınkaya
Uluslararası Sistemdeki Dönüşümde Japonya’nın Yeniden Yükselişi
Japonya, iki asırdan fazla süren Tokugawa Şokunluğu döneminde (1603-1867), Hristiyan misyonerleri engellemek üzere izolasyon stratejisi izledi. 1868’de Meiji iktidarıyla dünyaya açılmak zorunda bırakıldı. 1904-1905 Rus-Japon Savaşı, bir doğulu gücün, Hristiyan devleti ağır bir şekilde yendiği önemli savaş kabul edilir.
Japonların askeri disiplini, değerleri ve küreselcilerin kontrolü dışına çıkabilen ekonomi, bilim ve teknolojideki başarıları, Siyonist sermayeyi daima ürkütmüştür. II.Dünya Savaşı sonrasında, 1952’de bağımsız bir devlet olarak kabul edilmişse de halen Almanya gibi Japoyna’da da ABD askeri varlığı devam etmektedir. Soğuk Savaş şartlarında yine Almanya gibi ekonomik dev haline gelirken kendisine biçilen siyasi veya askeri cüce statüsünden kurtulamamıştır.
Rusya’nın Ukrayna’ya saldırısının uluslararası sistemi yeniden yapılandırması sürecinde Japonya’nın da konumunda değişiklikler izlenmektedir. Rusya’ya karşı cepheye itilen Almanya’nın askeri bütçesini 100 milyor euroya yükseltmesi benzeri gelişmeler Japonya’da da izlenmektedir. Halbuki bu ülkelerden istenen sadece ABD askeri kontrolündeki Atlantikçi silahlara yatırım yapmasıydı. ABD askerine “defol” çağrıları kontrolden çıkarken kendi bağımsız silahlı kuvvetlerini kurma ve silah sanayiini geliştirme yolundaki iç baskılar dengeleri zorlamaktadır.
Xi Jinping’in Putin’in ayağına giderek “yanındayız” mesajının ertesinde Japonya Başbakanı Fumio Kişida’nın Ukrayna ziyareti, uluslararası sistemde önemli bir dönüşümün işaretidir. Esasen Çin’in istilacı stratejileri ile birlikte ABD merkezli sermayenin yeni arayışlarında Hindistan ile birlikte Japonya da merkeze alınmıştır. Yavuz Sultan Selim’e atfedilen “dünya bir cihangir için fazla büyük, iki cihangir için küçük” vecizesi, ABD’nin tek başına uluslararası sistemi kontrolde yetersiz kaldığını özetlemektedir. Bu süreçte kontrol altında tutulmak yerine inisiyatif kullanabilen, bunun için askeri ve siyasi rüşdünü ispatlamış bir Japonya’ya gitikçe daha fazla ihtiyaç duyulmaktadır. Bu strateji, Siyonist lobi ile onun kontrolündeki müesses nizam (establishment) kuşatmasındaki Beyaz Saray için daha uygundur.
Kişida’nın Kiev ziyaretinin ABD kurgusu mu yoksa Japon yönetiminin kendi iradesiyle aldığı karar mı sorumuza, alanımızın en yeni doçenti Sinan Levent “yüzde elli – elli” cevabını verdi. Yıllarca Japon arşivlerinde çalışmış olan Levent, mesela 1970’lerdeki Mısır ziyaretinin ancak ABD’den yeşil ışık alındıktan sonra gerçekleştiğini resmi yazışmalardan tespit etmiş. Kiev ziyaretinin ne derece izinli olduğuna dair tereddütler bulunduğunu, çünkü Tokyo’dakilerin gittikçe daha fazla inisiyatif kullandığını da belirtti.
Ukrayna’da belirli bir başarıya karşın cephede sıkışmış Rusya’ya Çin imdadı kaderin garip cilvelerindendir. Yedi aya yakın direniş noktası haline gelen stratejik Bakhmut (bu kentin tarihinde, Giraylar döneminde, bir Mahmut var mı, bilmiyorum), Rusların kontrolüne geçerse Kırım ile kara bağlantısı çok daha kolay olacak, muhtemelen savaşın zafer sembolü olacaktır. Eğer Ukrayna burayı muhafaza edebilirse diğer bölgelere, hatta Kırım’a ulaşması çok daha kolay olacaktır. Konvansiyonel silah konusunda olduğu gibi başta Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin Putin’i tutuklama kararı üzerine Jinping’in hemen imdada yetişmesinin sembolik anlamı büyüktür. Ancak bir dönem önce siyasi ve askeri bakımdan Rusya’ya muhtaç, aynı zamanda küresel sermayenin üretim üssü durumundaki Çin eli, Moskova için Deşt-i Kıpçak (Ukrayna) bozkırında sıkışan ayının, ejderhadan medet umması haline gelmiştir. Tayvan konusunda endişeleri bulunan Çin, aslında Rusya’nın Ukrayna saldırısından, yani gelişmeleri ekonomik kuşatma yerine askeri müdahale ile çıkmaza sokmasından rahatsız olmuştur. Bununla beraber gittikçe daha fazla ejderhanın kollarına kendisini bırakan Rusya, Çin için çok daha kullanılışlıdır.
Japon denizinde ve diğer ortak sularda işgalleri genişleten Çin ile birçok sorunu bulunan Japonya’nın aktif olarak Ukrayna yanında bulunması, önemli bir aşamadır. Bununla beraber Zelensky, Jinping’i de Kiev’e davet etmiştir. Bu davet sürecinde Kişida aklının da katkısı mümkündür. Çünkü kontrolsüz Rus-Çin yakınlaşması, Rusya’nın Çinlileşme sürecinin başlaması demek olup bu sinerji Japonya için tehlikeli gelişmedir. Diğer büyük güçler için olduğu gibi genişledikçe masrafların artması, ilişkilerin kontrolden çıkması, hedef ülkelerde tepkilerin isyan haline gelmesi Çin için şimdiden başlamıştır. Bu aşamanın doğal sonucu, daha fazla silah ve asker için daha fazla vergi vermek zorunda kalan, ezilen yığınların isyanıdır. Japonya, Çin’in süratle ilerlediği bu aşamasına dikkatli ve kararlı bir şekilde hazırlandığı açıktır. Çünkü ortak deniz yanında bir dereceye kadar ortak alfabe veya kültürü yaşayan bu iki ülkeden birinin yükselişi, tarihte diğerinin gerilemesi sonucunu doğurmuştur.
Yeniden Mançurya’yı işgal, hiçbir Şogun’un (Japon komutan) aklından geçmemektedir. Ancak Çin’in adım adım egemenlik aşamasına gelen özellikle Afrika’daki nüfuz bölgelerinde, Japon yatırımları da artmaktadır. Tarihten dersini aldığı halde stratejik gerçekleri doğru okuyabilen, siyasi bilinçaltındaki hedefleri en uygun şartlarda hayata geçirmeyi kurgulayan bir Tokyo söz konusudur. Bununla beraber Türkiye’de Çin istilası büyüdükçe Japonya’nın başta askeri alanlardakiler olmak üzere sözleşmeleri feshetmesi, yatırımları iptal etmesi, Ankara’ya uyarı niteliğindedir.
Uluslararası sistemin gidişatını anlamak için her ülkedeki gelişmeleri tarihiyle birlikte kendi diliyle tanımak, araştırmak ve değerlendirebilmek gerek. Ülkemiz akademisinde hemen bütün dünya İngilizce kaynaklardan araştırılır. Hatta biraz İngilizce öğrenenler Türk tarihini dahi Türkçe birincil kaynaklar yerine, İngilizce dokuzuncu kaynaktan öğrenir, araştırır, bunu da prestij sebebi olarak görür. Sömürge aydını zihniyeti, üniversitelerimizde oldukça yaygındır. Hakemlik veya jüri raporlarımın üçte birinde bu hastalığı dile getirdim, uyarı görevimi yaptım. Elbette dünya dili olan İngilizce yayınlar da takip edilecektir. Ancak Türk akademik camiasında Arapça, Rusça, Ermenice, Gürcüce, Yunanca, Farisice, İbranice, Çince, Japonca, İspanyolca, Portekizce gibi küresel aktörler ile bölge ülkelerinin dillerini bilen, gelişmeleri bu diller üzerinden de takip edebilen eleman sıkıntısı ciddi boyutta, hatta endişe sebebidir. Birçok öğrencimin ve elemanımın diğer dilleri de öğrenmesini ve alanlarında uzmanlaşmasını sağlamanın mutluluğunu yaşıyorum.
Aynı zamanda Korece ve Çince de öğrenen, Doktorasını Japonya’da yapan Sinan Levent arkadaşımızı kutlarken bu alanda daha fazla gayret gösterilmesini temenni ediyorum. Japonya ve Almanya’nın iki dünya savaşı arasındaki gibi revizyonist politikalara yöneldiği düşünülebilir. Ancak tarihten derslerini aldıkları da kesin. Gelişmelerin dikkatle izlenmesi gerekmektedir. Özellikle toplumların kendi tarihi ve toplumsal katmanlarındaki yerini doğru değerlendirmek için kendi dillerindeki yayınların da kaçırılmaması gerekmektedir.
[email protected] twitter.com/alaeddinyalcink
Bir yanıt yazın