MİLLİYETÇİLİK ve ULUSALCILIK (4)

Bir önceki yazıda, “emperyalizm aşamasında salt ‘duygusal’ temele dayandırılacak olan bir ‘Milliyetçilik’ anlayışının, kitleleri yönlendirmeye yarayan bir ‘araç’ olmaktan ileri gitmediği ve gidemeyeceğinin altını çizmek istiyoruz” demiştik.

Burada, aydınlanma dönemi filozoflarının ‘Avrupa ulusları’ ile Korsika ve Polonya gibi ‘Avrupa dışı’ uluslar arasındaki ayırıma geri dönebiliriz.

Örneğin Fransız Devrimi ve ütopik sosyalizmin önderlerinden Mably,Polonya’nın anayasal bir kurumsallaşmaya yönelerek o günlerdeki ‘zayıflık’ını aşabileceğini önerirken; Rousseau, Polonya’yı ‘Avrupa esprisi’ içinde eritmek (asimiler) yerine onun ‘Ulusal karakter’ini güçlendirmekten yana olduğunu söyleyecektir.

Her ne kadar Rousseau’nun ‘Avrupa esprisi’ derken, ticari kapitalizmin o ‘kişisel’ ve ‘parasal’ küçük çıkar tutkusuna (passions du petit intérêt) karşı olduğunu, buna karşın artık Fransız, Alman, İspanyol, İngiliz ve her ne ise onun (quoi qu’on en dise) değil ama sadece Avrupalı olduklarını ileri sürdüğünü biliyoruz.

Bununla birlikte, örneğin Polonyalıların da kişisel ve parasal küçük çıkarlar peşinde koşmayan ama Avrupalı da olmayan gerçek ulus (véritable nation) olarak kalmasını önerdiğini de biliyoruz.

İşte kanımızca ‘Ulusalcılık’ ile ‘Milliyetçilik’ arasındaki ayırımın tam da buradan kalkılarak tanımlanabileceği ileri sürülebilecektir.

Monstequieu’nün Devlet yönetimlerini dayandırdığı ‘Erdem’ (vertu) ya da Şan (honneur) ayırımı dikkate alınırsa, Avrupalı uluslar için ‘Erdem’in, Polonya ya da Korsika gibi Avrupa dışı ‘Millet’ler için ise Şan ve Şeref’in önemli olduğu söylenebilecektir.

Bu ikincilerde, içmek için ayran dahi bulamazken, ‘İtibardan tasarruf yapılmayacağı’ anlayışının günümüze kadar uzanmış olabileceği bile söylenebilecektir.

Şu da var ki, günümüzden üç yüzyıl önceki ‘gerçek millet’lerin özgüllükleri (singularité) ticari kapitalizmin, deyim yerinde ise, kötülüklerine bulaşmamış olmalarına bağlanabilirse de; günümüzün sözde ‘gerçek milliyetçi’lerinin kapitalizmin en karmaşık üçkâğıtçılığını becerdikleri de yadsınmaz bir gerçektir.

Son çözümlemede günümüz ‘Milliyetçilik’lerinin, ‘ulusal karaker, özgüllük, yurtseverlik gibi niteliklerinden çok, temelsiz bir ‘yücelik’ anlayışına dayandıklarını ve bu yüceliği de diğer uluslara ‘üstünlük’ olarak gördüklerini söyleyeceğiz.

Oysa modernlik ve ‘kadim toplum’ ayırımında sözü edilen ‘yücelik’ özünde tamamen ‘hoşgörü’ye dayanmakta olup, Rousseau bunu, Türkçe’ye ‘iman gücü’ olarak çevirebileceğimiz (Force d’âme) terimiyle açıklıyordu.

İşte bu ‘manevi güç’, Ulusal Kurtuluş günlerinde ‘azim ve kararlılık’ biçiminde dile getirilmişti.

Rousseau’nun söyleyişiyle, bu ‘güç’ Kahramanlığın gerçek temeli olup, ‘Erdem’in hem kaynağı ve hem de tamamlayıcısı olarak büyük başarıların kazanılmasına yol açabilecektir.

Demek ki, öyle gelişigüzel ‘Milletin gücü’nden sözederken, bu gücü ne ‘ilahi’ ve ne de tarihin derinliklerinden gelen şan ve şerefe değil ama Erdem’e dayandırmadıkça, ‘ulusal’ olmaktan çok sözde ‘milliyetçi’ bir söylem geliştirmiş olabilirsiniz.

Böylece, bir kez daha ‘Ulusalcılık’ ile ‘Milliyetçilik’ kavramlarının farklı içerikle tanımlanabileceği konusuna dönmüş oluyoruz.

Bir başka deyişle, salt farklı sözcüklerle dile getirmek değil ama içeriklerinin nasıl farklı olabileceğinin ayırdında olmak gerekir diyeceğiz.

Rousseau’nun tanımıyla, hem ‘Erdem’li bir amaç için ve hem de ‘Erdem’li bir ‘azim ve kararlılık’la yapılan eyleme ‘Ulusal’ denilebilir  ama ‘Millî’ denilmesi pek doğru olmayacaktır.

Yerli’ olması ise değerli olmasından çok ‘eski’ ve ‘geleneksel’ olmaya gönderme yapıyor demektir ki, bu da ‘tutucu’ olmaktan başka bir şey olmayacaktır.

Kaldı ki, bu tutuculukta dinlerin genel olarak ‘araçsal işlevi’nden (fonction instrumentale de la religion) yararlanıldığı da bir gerçektir.

Örneğin Polonya günümüzde bile katolikliğin en bağnaz biçimde savunulup yaşandığı ülke konumundadır.

Oysa ‘ulusalcılık düşüncesi’, din gibi başka bir ögeye dayanmak yerine, bizzat kendi varlığına ve o varlığı oluşturan ‘Erdem’e dayanmak özelliğiyle ‘milliyetçilik’ten ayrılacaktır.

Cumhuriyet erdemdir’ sözü ise, Aydınlanma filozoflarının düşüncelerinin Türkiye’de nasıl özümsendiğine ilişkin bir kanıt olarak ileri sürülebilecektir.

(Sürecek)

Bir önceki yazıda, “emperyalizm aşamasında salt ‘duygusal’ temele dayandırılacak olan bir ‘Milliyetçilik’ anlayışının, kitleleri yönlendirmeye yarayan bir ‘araç’ olmaktan ileri gitmediği ve gidemeyeceğinin altını çizmek istiyoruz” demiştik. - Habip Hamza ERDEM

Yorumlar

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir