Fransız Devrimi sırasında ve hatta Rönesans döneminde, Avrupa’da bir Eski Yunan kültünden sözedilmekte idi.
Örneğin Rönesans’ın sözcük anlamı ‘yeniden doğuş’ olup, bu yeniden doğuş Eski Yunan’ın yeniden doğuşu olarak ileri sürülüyordu.
Ancak ve ne var ki, bu ‘yeniden doğuş’ tüm insanlık için değil ama sadece Avrupa toplumları için olacaktı.
Kuşkusuz bir yönüyle Hristiyanlık dininin ‘yeniden doğuşu’ yani ‘protestanlık’ olarak da görülebilir, ama biz burada dinden çok toplumsal yapı bağlamındaki yeniden doğuştan sözedeceğiz.
Nitekim J.J. Rousseau ünlü Toplumsal Sözleşme başlıklı yapıtında bir ‘uygar din’den (religion civile) sözederken, Dağdan Mektuplar’ın dokuzuncu mektubunda Cenevre’lilere şöyle seslenecekti:
“Özellikle siz Cenevreliler (…) sizler ne Romalı, ne Sparatlı ve ne de Atinalı değilsiniz; bu büyük adları oldukları yere bırakınız ve artık oraya dönmeyiniz. Sizler Tüccarlarsınız, Zanaatkârlarsınız, Burjuvalarsınız ve bunların özel çıkarları, bunların uğraştıkları işler, bunların alış-verişi ve bunların kazançlarıyla ilgili çabaların içinde olmalısınız”.
Dikkat edilirse Rousseau yeni toplumsal kesimleri (sınıfları da denilebilir) yazarken büyük harfle yazarak onların ‘yükselen sınıflar’ olduklarına vurgu yapmaktadır.
Oysa Eski Yunan’ın yeniden doğuşuna gönderme yapan kimi düşünürler, Eski Yunan’ın değerlerinin yeniden yükseltilmesi gerektiğini düşünüyorlardı.
Bu yükseklik, daha doğrusu ‘yücelik’ (magnanimité) Eski Yunan’daki ‘kahraman’ların cesaret ve soyluluğu (gönül yüceliği) olduğuna göre, Rousseau şimdi Tüccarlar, Zanaatkârlar ve Burjuvaların cesaret ve gönül yüceliğine gönderme yapıyordu.
Oysa örneğin Polonyalılar sözkonusu olduğunda, Rousseau’ya göre, İngiliz, Rus ya da Cenevrelilerin aksine Polonyalıların bu ‘yücelik’i (!) gösteremeyecekleri düşünülüyordu.
Polonya tüccar ve burjuvalarının zayıf kaldıkları ve Eski Yunan benzeri kahramanlıkları yapamayacakları düşünülüyordu.
Nitekim Rousseau’dan yüzyıl sonra bir Polonyalı olan Rosa Luxembourg’un da benzeri çözümlemeler yaptığını biliyoruz.
Gerçekten de, bir ‘Ulus’un kuruluşunda, kendinde olmasa bile tarihin derinliklerinden, efsane bile olsa, ‘büyük kahramanlar’ arayıp bularak onlara özenmenin önemli bir etken olduğunu biliyoruz.
Ancak Rousseau’dan önce Machiavel de, mermer blok gibi yapısı olan bir toplumu dönüştürüp Cumhuriyet kurmasına oranla, sağdan soldan toplanmış çete (bandits) artıkları ve hapishane kaçkınlarının biraraya getirilmesinin çok daha kolay olabileceğini ileri sürüyordu.
Machiavel’in ‘ulus kurma’yı küçümsemesi üzerinde pek fazla durmadan, toplumsal yapıların ‘dayanıklılığı’ mı denir yoksa gelişmelere ‘direngen’ olması mı her ne is o, ama demek ki tarihin derinliklerinden ne kadar büyük kahramanlar bulacak olurlarsa olsunlar, bu tip toplumların kendilerine özgü bir kahramanlık yapmaları zor görünmektedir.
Bir başka deyişle, kuşkusuz ‘ulus kurma’da tarihsel köklere inmek önemlidir ama o tarihsel kahramanlarla yetinmek de, başarılı olmak için, bir o kadar yetersiz kalmak demektir.
Kaldı ki, tarihsel kahramanları yüceltmek varolan toplumu küçültmek anlamına da gelebilir.
İşte ‘modernlik’ ile ‘eski toplum’ arasındaki ayırımı aşılmaz bir ‘uçurum’ olarak görmek yerine, tarihsel kahramanları aşan bir ‘cesaret ve yücelik’ hedefine yönelmenin ne denli önemli olduğunun altını çizmek gerekebilir.
Bir topluma önce Övün, ama Çalış ve kendine Güven derken, önceliği övünmeye vermenin nedeni böylece ortaya çıkmış olmalıdır.
Ardından, ‘çağdaş uygarlığı aşan’ bir hedef gösterilmesinin de, nasıl bir tarihsel bilinç göstergesi olduğunu anımsatmakta yarar vardır diyerek bu yazıyı sonlandırabiliriz.
(Sürecek)