Kimi yazılarımda ‘ben söze bakarım’ dediğim için eleştiriler almıştım.
Bu uzsözün tamamı; “ben söze bakarım söz mü diye, bir de söyleyene bakarım adam mı diye”dir.
Ancak, Yılmaz Özdil’in kendisiyle ilgili bir anekdota uygun olarak, ben de ‘sözcüklerden ekonomi’ yapan biriyimdir.
Ki, yazma biçemimden bu özelliği çıkarmak çok zor olmasa gerektir.
Demek ki, ‘ben söze bakarım’ derken, söylenilen sözün ‘bakmaya değer’ olup olmadığına bakarmışım.
Ne var ki, bir de ‘söyleyene bakmak’ gerekir, değil mi ama?
İşte bugün YSK Başkanı Ahmet Yener’e bakmak istiyorum.
Kadın ya da erkek, bir insanın yürüyüşüne bakarak kimi değerlendirmeler yapmak gibi bir alışkanlığım vardır.
Özellikle erkeklerin yürüyüşünden askerliğini gereği gibi yapıp yapmadıkları ya da askerlikte bolca azar işitip işitmediklerini anlayabilirim.
Deyim uygunsa, öyle ‘sallapati’ yürüyen insanların askerliklerinin zor geçmiş olacağını söyleyebilirim.
Bu Ahmet Yener’in yürüşüne bakıldığında, YSK Başkanı değil de, YSK’nın çay ocağında çalışan biri olabileceği gibi bir izlenim bıraktığı ileri sürülebilir.
Öyla bir ‘algı’ vermektedir.
Bir an için, bu izlenimin yanıltıcı olduğunu varsayarak, YSK Başkanı’nın birkaç gün içinde yapacağı açıklamayı bekleyelim diyelim.
Eğer bu YSK ve başkanı Ahmet Yener birkaç gün sonra, eski Anayasa Mahkemesi Başkanı Haşim Kılıç gibi, yasa ve anayasaya aykırı biçimde, Dr Recep’in Cumhurbaşkanı adayı olmasının önünde bir engel yoktur diyecek olursa, işte o zaman hem ‘söz’e ve hem de adamın kendisine bakacağız demektir.
‘Söz’ü söz mü, söyleyenin de ‘adam’ mı olduğuna yani.
O nedenle, bugünden yürüşüne bakarak bu adam ‘sallapati’dir demek yerine, söyleyeceklerine bakarak gerçekten ‘sallapati’ olup olmadığı anlaşılabilecektir.
Bu Ahmet Yener’in uzmanlık alan “İş Kazaları ve Meslek Hastalıklarından Kaynaklanan Maddi Tazminat Davaları” imiş.
Yani ‘siyasal partiler’, ‘seçim sistemi’ ya da ‘siyasal yapı’ konularına uzak bir ‘hukukçu’.
Bununla birlikte, Anayasa’ya göre üçüncü kez aday olamayacak ve gerekli evrakları içinde yüksek öğrenim belgesi bulunmayan birini ‘Cumhurbaşkanı adayı’ olarak kabul etmek gibi bir ‘hukuksal kaza’ya yol açacağı için, en azından bu kazayla ilgili ‘tazminat’ konusunda bilgisinin olduğunu varsayabiliriz.
Ancak kendileri ‘kaza’ların ‘maddi tazminat’ yönünü bilmelerine karşın ‘manavi’ yönünü kestiremiyor olabilirler.
O zaman, nedeni olacakları böylesi bir ‘hukuksal kaza’nın ‘manevi ve siyasi’ sonuçlarının çok ağır olacağını bugünden anımsatmak gerekebilir.
Doğrusu istenirse, Ahmet Yener’in bu ‘manevi ve siyasal’ sonuçlar ile ağır yaptırımlar konusunu pek düşünemediği söylenebilir.
Yürüşüne bakılarak bu kanıya varmak da pek zor değil.
Ancak, yanılabiliriz.
Çünkü bu kanıya varmak için şimdilik sadece ‘bakıyoruz’.
Oysa ‘bakmak’la ancak bir ‘algı’ edinebiliriz.
Anlamak için ise ‘görmemiz’ gerekiyor.
Değil mi ki, yıllardır ‘algılamak’ ile ‘anlamak’ arasında dağlar kadar fark olduğunu yazıp duruyorum.
Ve ne yazık ki, Türkiye’de yanlış bir biçimde ‘algılama’nın ‘anlamak’ anlamında kullanılması yaygınlaştırılmış bulunmaktadır.
Bitirirken, YSK ve başkanı Ahmet Yener hakkındaki ‘algı’nın yanıltıcı olabileceğini, ama verecekleri kararı gördüğümüz zaman ne kadar ‘hukukçu’ olduklarını anlayabileceğimizi söyleyelim.
İşte o zaman ‘ben söze bakarım söz mü diye, bir de söyleyene bakarım adam mı diye’ uzsözünün yerli yerinde kullanılıp kullanılmadığı da anlaşılabilecektir.
Nitekim Ahmet Yener’in ‘sallapati’ olup olmadığını yürüşüne ‘bakarak’ değil ama vereceği kararı ‘görerek’ anlamak için, birkaç gün beklemek durumundayız.
Halihazırdaki ‘algı’nın zerre önemi yoktur.
Söyleyeceklerinin ‘söz’, kendilerinin de ‘adam’ olup olmadıkları ancak o açıklamanın yapılacağı gün ‘anlaşılabilecektir’.