İngilizce “political correctness” deyimi, 1960’lardan itibaren geliştirilmeye çalışılan bir ‘anlayış’ olup, Sovyetler Birliği’nin dağılmasının ardından, bizzat George Bush’un ‘resmi açıklama’sında yer alarak akademik çevrelerce tartışmaya açılmıştır.
Her ne kadar Bush’un ‘politikman korrekt’ doktrinini ilan ettiği düşünülse de, pratikte yeni bir ‘Haçlı Seferi’ başlattığı da bilinen bir gerçektir.
Oysa Toni Cade Bambara adlı siyah ve feminist bir yazar, 1970 yılında yayımlanan Siyah Kadın (The Black Woman) başlıklı kitabında, “Bir erkek, aynı zamanda hem ‘politikman korrekt’ ve hem de ‘eril’ (phallocrate) olamaz” diye yazıyordu.
Böylece ABD Başkanı Bush’un, söyledikleriyle uygulamaları arasındaki ne denli bir karşıtlık olduğu da ortaya çıkmış oluyordu.
Kuşkusuz burada ‘politikman korrekt’ ya da Fransızcasıyla ‘bien-pensance’ anlayışını irdeleyecek değiliz.
Bu yazıda, Türkiye’deki siyasal gelişmeler ışığında HDP’nin konumlanışını, ‘politikman korrekt’ anlayışı bağlamında ele almayı deneyeceğiz.
HDP’nin herhangi bir ‘somut beklentisi’ olmaksızın, ‘Millet İttifakı’yla olası dayanışması ‘politikman korrekt’ anlayışına uygun bir tutum olarak görülebilir.
Değil mi ki, bu anlayışa göre, ‘çevrecilik’, ‘ayrımcılık yapmama’, ‘hoşgörü’, ‘ötekileştirmeme’ vb bir dizi konuda ‘evrensel’ denilebilecek kimi ilkeler, insanlığın ‘ortak değer’leri olduğu kadar ‘ulusal sınırlar’ içinde de savunulup uyulması gereken ilkelerdir.
Ne var ki, HDP’li yetkililerin, bu ‘evrensel’ ilkeleri savunduklarını söylemelerine karşın, örneğin ‘ana dilde eğitim’i kendilerince ‘kırmızı çizgi’ olarak gördüklerini de biliyoruz.
Genel olarak, ‘Cumhuriyet’ kavramını da sanki olmasa da olur biçiminde değerlendiren ve bütün vurguyu ‘Demokrasi’ kavramına yoğunlaştıran bir söylem geliştirmektedirler.
Oysa ‘Birey’i ‘Yurttaşa’ önceleyen, ‘ekonomik’ ve ‘sosyal’ hakları gereğince uygulamaya koymayan herhangi bir ‘Cumhuriyet’ gerçekten ‘Demokratik’ olamayacağı gibi, ‘politikman Demokrasi’ olmanın ötesine de geçemeyecektir.
Dolayısıyla, her ne biçim ve türde olursa olsun ‘liberalizm’in gerçek anlamda bir ‘Demokrasi’ye yol açmayacağı, dolayısıyla öncelikle ‘Yurttaşlık’a dayalı bir ‘Cumhuriyet’ rejiminin sağlam temellere oturtulması gerektiği söylenebilecektir.
Ve yine HDP’nin kırmızı çizgileriden ‘Eşitlik Yurttaşlık’ tezi de doğrudan Cumhuriyetsiz bir ‘Demokrasi’ ya da sadece ‘poltikman demokratik’ bir anlayışın dile getirilmesidir.
HDP’nin bu benzeri konulardaki tezleri kuşkusuz yine ‘Politika sahnesi’nde tartışılabilecektir.
Ancak, görünür gelecekte Cumhuriyet’i gerçek temellerine oturtacağı konusunda güven veren ‘Millet İttifakı’ ve Cumhurbaşkanı Kemal Kılıçdaroğlu’na HDP’nin ‘koşulsuz destek’ vermesi, sadece ‘politikman korrekt’ bir tutum değil ama kendi tezlerini gerçekleştirebilmesinin de ‘maddi koşulları’nı yaratacaktır.
Sözgelimi ‘yerel özerklik’ veya ‘adem-i merkeziyetçilik’ gibi konular, her ne kadar yetersiz ‘akademisyen’ ve ‘siyasetçi’ler tarafından tabu olarak gösterilmeye çalışılıyorsa da, sağlam yani ‘üniter ve bölünmez’ (unitaire et indivisible) bir ‘Cumhuriyet’in çağdaş tartışma konularındandırlar.
Sonuç olarak, HDP’nin ‘Millet İttifakı’ ile anlamsız ve hatta gereksiz bir ‘müzakere’ yerine, ‘koşulsuz desteği’, Cumhuriyet’imiz ve ‘Demokrasi’miz için gerekli olduğu kadar kendileri için de ‘politikman krorekt’ bir tutum olacaktır.