Deprem; yer yasası-bilimsel!
Kahreden sonuç; yönetimsel!
Uyarı; KUR’AN’dan!
Son karar; TANRI’dan!
Bilim dalları, her biri kendi alanında depremler öncesi;
fay hattının yerini göstererek,
ovaya-dere yatağına-fay hattı üzerine ev yapılmaz kuralını koyarak ve
mimarlık-mühendislik ölçülerine göre evini yap diyerek görevini-uyarılarını yapmış!
Peki bu durumda, korkunç yıkımın suçlusu kim?
Deprem mi?
Binbeşyüz yıl öncesinden KUR’AN’ın da uyarıları var!
(Ra’d,11)”Gerçek şu ki bir topluluk kendisini toplumsal ve zihinsel olarak değiştirmedikçe, Allah o toplumun durumunu değiştirmez. Allah, zihinsel olarak ortak koşucu, toplumsal olarak iyiliklerini kaybetmiş bir topluluğun yok olmasını istedi mi, artık hiçbir güç o toplumun yıkılmasını durduramaz; o toplumun Allah’tan başka, koruyup kollayanları da olmaz.”
(İsra,16)”Biz bir ülkeyi yaptıkları yüzünden, değişime-yıkıma uğratmak istediğimizde-bir ülke kendisini yok olma aşamasına getirdiğinde; adil olmayan kişilerini-servetle şımaran elebaşlarını-varlık ve güç sahibi ağalarını-zevkine düşkün zenginlerini söz sahibi yaparız-o ülkenin yönetimine gelmesine izin veririz de onlar, orada bozuk gidişler sergiler-kötü işler yaparak hak yoldan çıkarlar. Böylece o ülke aleyhine hüküm hak olur-o toplum cezayı hak eder; biz de onun altını üstüne getiririz-orayı yerle bir ederek, verdiğimiz sözü gerçekleştiririz.”
(Enfal,25)”İnananlar, uyarılara rağmen sorumluluğu paylaşmaz, herkesin yararına birliği sağlamazsanız geldiği zaman yalnızca aranızdaki zulmedenlerin-haksızlık edenlerin başlarına gelmekle sınırlı kalmayacak, tüm herkesi kapsayıp perişan edecek bir fitneden-felâketten-azaptan sakının! Yoksa siz şöyle mi sanıyorsunuz? Azap gelirse sadece zulmedenlere gelir. Hayır! Zalimlere destek verenlere, zalimlere karşı çıkmayıp zulme rıza gösterenlere de azap gelir. Unutmayın ki Allah’ın azabı çok çetindir-gazabı çok şiddetlidir.”
KUR’AN da uyarısını yapmış; o zaman deprem acılarının suçlusu, ‘kader(!) planı’ sahibi ALLAH mı?
Ülkemizin yıllar içinde;
en başta ve en önemlisi her türlü çocuk tecavüzleri,
kadın cinayetleri,
yargılamada ki akıl almaz-sınırsız adaletsizlikler(‘adalet-adalet’ diye yürekleri yanarak haykıranlar hiç duyulmadı),
acımasız orman yangınları,
maden-iş cinayetleri,
sellerin cehalet kaynaklı yıkıcı tahribatı,
çevre katliamları,
devletin her kademesinde torpil-rüşvet-yolsuzluklar,
özellikle yetim, dul ve kimsesiz halkın haklarının insafsızca yağmalanması,
devlete emanet yetimhanelerdeki çocukların sahipsizliği-fuhuş yapmaya zorlanması-satılması (Cumhuriyet; artık kimsesizlerin kimsesi değil!),
uyuşturucu-mülteci sorunu (neresinden tutsak elimizde),
özgürlük mücadelesinde akademisyen, asker, sanatçı, gazeteci,…; zulme sesini çıkaranların ve gezi halk direnişine sahip çıkanların hukuksuz yollarla hapse atılması,
eğitimin ve sağlığın tâcirlere ve yobazlara-tarikatlara teslimi ile devlet hizmetlerinin ticarîleşmesi,
radikal dinci teröre milletin haklarının aktarılarak destek verilmesi,
kendi gibi olmayan-düşünmeyen herkese kâfir-terörist-vatan haini damgalı düşmanlıklar,
sınırsız inanç sömürüsü ile tarikat-cemaat ve diyanete kula kullukla nimetlere-nimeti VERENE nankörlükler,
ülke kaynaklarının bu din satıp saltanat kuranlara haksız-sınırsız aktarımı,
vatan topraklarının ve sınırlarının yasa dışı her oluşuma açılması-kontrolsüz-denetimsiz bırakılması,
işgücünün köleleştirilmesi,
borsada paranın ilahlığı,
ülkenin betona gömülmesi,
dış politikada ilkesizlik-güvensizlik-itibarsızlık,
ülkeyi yönetenlerin-siyasilerin haklarında ki sayısız yolsuzluk dosyaları-ihmalleri-vurdumduymazlıkları-cehâletleri-umursamazlıkları-kendi menfaatleri ve koltuk kavgası dışında hiçbir şeyi dert etmeyişleri ve daha pek çok ahlâksızlık-sapkınlık-sapıklık-soygun ve yolsuzlukları;
zamanında çözmeyip, katlayıp biriktirerek ‘seçim’e kadar erteleyerek;
‘organize kötülüklerden’
çürüye çürüye geldiği yer,
depremler!
Önce haklarını teslim edelim; bütün bu çürüme bilgilerini, işini en iyi şekilde yapan cesur-insan-onurlu, gerçeğe hizmet eden gazetecilerin özgürlükleri pahasına yaptıkları araştırmalardan-haberlerden öğrendik. Zalimâne; iftiralarla-sınırsız baskılarla sesleri susturuluyor-susturulmaya çalışılıyor olsa da!
Gelelim sorulara!
Halkın parasal hakkının çok büyük oranda diyanete aktarımı olduğundan, öncelik diyanette, sorularım diyanete; ALLAH adına iş yaptıklarını iddia ettiklerinden!
İnanç sömürüsü ile din’in-ALLAH’ın arkasına sığınıp kendilerini, eleştiril(e)mez-ayrıcalıklı-dokunul(a)maz kıldıklarından, sorular diyanete?
Her türlü kaynak zengini diyanet ve (!)vakfı; neredeyse her sokakta bir câmisi var, neden tüm felâketlerde ve soğukta-karda-kışta câmilerini, ihtiyaç sahiplerinin konaklaması için kullanıma açmaz? (İnisiyatif kullanan istisnalar olabilir)
Câmilerine ALLAH’ın evi(?) diyorlar ya (evrenin sahibinin evi olurmuş gibi), açsınlar o zaman bütün câmilerini, her zaman, her hâl ve şartta açlara, üşümüşlere, ihtiyacı olanlara, koşsun imamları-din adamları, yardıma ihtiyacı olanlara!
KUR’AN, (Yusuf,111)”Kur’an, kendisinden önceki Vahiylerden-Tevrat, Zebur, İncil; doğru ve gerçek adına ne kalmışsa sürdüren ilahî bir metindir.”
Ve geçmiş Kitaplardan doğru namına kalan bir uyarı!
(Kutsal Kitap-İncil-Markos-12/38)
“Uzun kaftanlar içinde dolaşmaktan, meydanlarda selâmlanmaktan, en seçkin yerlere ve ziyafetlerde başköşelere kurulmaktan hoşlanan din bilginlerinden sakının!”
Afet bilimci yerine, ilâhiyatçı başkanı olan (ayrı-büyük sorun) AFAD’dan bile kat be kat fazla bütçeli, din satarak şirketleşmiş, hem parasal hem de kadro olarak kocaman diyanet; aforozda var, Cumhuriyet’in kurucu değerlerine kin ve düşmanlıkta var, büyük koordinasyon dehası Atatürk’e lânet okumada var, insanların yaşam şekillerine arsızca müdahalede var ama Yaradanın ihtiyaç içinde inleyen, -hem de ne inleme- kullarına yardımda yok!
Câmilerinde kıldırdığı(?!)namaza en büyük ibadet diyor. Peki, ALLAH’ın zorda-darda kuluna yardım etmeyi ibadetten saymıyor mu?
Yurtdışı felâketlere hemen koşarken, vatanın tüm felâketlerinde, sayısı sınırsız câmilerinden mikrofonlarla ‘Arapça’ selâ-dua okuyarak mı ibadet yapmış-ALLAH için çalışmış oluyor?
KUR’AN’ın ‘dua’ için ne dediğine bakalım!
(A’raf,55)”Rabbinize; içtenlikle, boyun bükerek, gösterişsiz, gizlice-sessizce dua edin. Allah aşırı derecede gösterişli dua edenleri sevmez.”
İnananlar olarak tabii ki dua ettik-edeceğiz, bu gerekli, ‘inanan’ için şart ve biz, duamızı-ibadetimizi, kendi dilimizde Türkçe; içimizden-sessizce sadece ALLAH ile başbaşa, her yerde, her hâl ve şartta zaten yapıyoruz!
Zorlukları, çaba-gayret göstererek, emek harcayarak, azimle-kararlılıkla-mücadele ile aşmak yerine;
‘ALLAH yardım etsin’ duasıyla ALLAH’a havale ettik!
Peki, eylemi kim yapacak?
Ne için varız o zaman?
KUR’AN’dan cevabı!
(Mülk,2)”Allah, sizlerden hanginizin en güzel işler-daha iyi amel ettiğini açığa çıkarıp, yaptıklarınızın karşılığını vermek için, ölümü ve hayatı yarattı.”
Her ne yapılacaksa biz yapacağız biz, ama sadece ALLAH için! O’nun kurduğu bu sistemde zorda-darda olana biz koşacağız biz, karşılık-menfaat-çıkar için değil; inandığımız-güvendiğimiz-vefa-minnet-hayranlık-sonsuz saygı-sınırsız sevgi duyduğumuz ALLAH için,
yarattığı kullar-insanlık için,
sadece iyilik için!
Bakın doğruyu, nasıl da güzelce söyletmiş KUR’AN!
(İnsan,9)”Biz size Allah rızası için yediriyoruz. Sizden bir karşılık, bir teşekkür beklemiyoruz.”
‘Karşılığı bırak, bir teşekkür dahi bekleniyorsa bu iyilik değildir’ diyor, muhteşem ilâhî Kitap!
Bu karşılıksız iyiliği, ya da kötülüğü seçme halimizle işte,
‘alınyazımızı’ kendimiz yazıyoruz!
Din satıcılarının, alın yazısı-kader(!) dedikleri ise; ALLAH’ın ardına saklanarak, aslında sorgusuz-sualsiz kendilerine teslimiyet yazısı, çıkarlarına göre yazdıkları kara yazgı!
KUR’AN’a göre ise kader; Evrenin Sahibinin reel ölçüler yasası!
Kendi sahte cennetleri olan saltanatları için, memleketi cehenneme çevirenlere sorularımızı, KUR’AN’dan cevaplarımızı bir kenara bırakıp, bir de yönetimsel sorunlara bakalım!
Müteahhitlik için bir eğitim şartı, bir sınır, ahlâkî bir kriter, uyarıcı bir yaptırım olsaydı ve konutları; ovaya, dere yatağına, su kenarına, fay hattı üzerine değil de sağlam zeminlere ve eğitimini lâyıkıyla yapmış mimar-mühendislere ve denetimlerini de liyakatli-ahlâklı devlet görevlilerine yaptırsaydık deprem; Japonya gibi ahlâk-bilimle donanmış ülkelerde olduğu gibi sallar-sallar giderdi ve doğanın yasası gereği yeryüzü sadece enerjisini boşaltmış olurdu!
Bir umut!
Yardım kampanyalarında ki insanlık yarışı; sorunlarımızı dayanışma ile çözebildiğimizin, depremin ‘Uyanın!’ uyarısı olabilir mi?
Yıllardır bizi yönetsinler diye (gönüllü-gönülsüz) ödediklerimiz; sorumsuz-ehliyetsiz-bilgisiz-özellikle liyâkatsiz-şımarık-hadsiz doymazların cebine değil de, ülkemizin eğitimine-sağlığına-bilimine-sanatına; iyilik-güzelliklerine harcansaydı, bugün nerelerde olurduk bir düşünün!?
Atatürk ve atalarımızın kanı bedeli kurduğu Cumhuriyet’in, özellikle ‘Laiklik’ ilkesini tam uygulayıp, kökleştirseydik;
din-mezhep savaşlarıyla kan gölüne dönen ortadoğu coğrafyasının kaderini(!), örneklik teşkil ederek belki değiştirilebilirdik!
Ağır bir görev-sorumluluk olan misyonumuzu yerine getir(e)medik de, acaba o yüzden mi birbirimize ve kendi derdimize düştük?!
Sözün sonu! Yine, milletin acısını-öfkesini yutturup, yardım kampanyaları ile ajite ederler ve bu felaketi de ince hesaplarıyla fırsata çevirirler ve en kötüsü de her zaman olduğu gibi üstlerine alınmayıp suçu, ‘kader-fıtrat-alınyazısı’ diyerek tümden Tanrı’ya atarak iftira da sınırı çoook aşarlarsa ki, yapmaya başladılar bile;
VAY halimize ki VAY!
Bir yanıt yazın