Keşke şimdi Piyanist filminin devamını benim ülkemde çekseler. Savaşta yerle bir olmuş bir Almanya ve felaket sonrasında tükenen umutlar, kaybolmuş hayatları yazmıştı senarist. Şimdi aynı senaryonun bir başka versiyonu, hatta daha da zoru yazılabilir bugün benim ülkemde. Konuşamıyor, düşünemiyor, yazamıyorum. Bunu da atlatacağız ama geride bırakılan umutlar, hayatlar gelecek acı ve korku asla kaybolmayacak.
Yaşanan felaketi anlatmaya gücüm yetmiyor. Konuşamıyorum, düşünemiyorum, ağlayamıyorum, nefes alamıyorum, duygularım buna izin vermiyor. İnsan hayatının tükendiği bir anda ellerim kilitlenmiş, yazamıyorum. Buna kader böyle istedi diyorlar, inanmak istemiyorum. Kaderi insanın kendisi yaratır. Allah sana düşünme görme yapma gücü veriyor bu da akıl ve bilimdir. Bir konferans nedeniyle bulunduğum Japonya’da yaşadığım, tanık olduğum bir deprem anını hâlâ unutamıyorum. 9,1 şiddetinde bir depremin 1,50 dakika süren zaman sonrasında hiçbir şey olmamış gibi hayatın devam ettiğini görmüştüm. Şimdi kendi ülkemde yaşananlara bakınca canım yanıyor. Biz dünyaya Mimar Sinan gibi bir dahiyi hediye etmişiz bir milletiz ama bundan kimsenin haberi yok. Mimar Sinan inşa etmek istediği caminin temelinin yapıma hazır hale gelmesi için kaç yıl beklermiş. Ama biz bir hafta içinde çimentodan, demirden, kalıptan, kumdan her şeyden çalarak bina yapıyoruz. 2018 yılında imar affına izin verenlerin vicdanları rahat mı acaba? Eş, dost, akraba, arkadaş aman üzülmesin diyerek inşaat izni verenlerin vicdanları sızlıyor mu? Plansız projesiz hazırlıkları yapılmadan deneyimsiz insanlara izin verildiğinde buna müsaade edenlerin vicdanları sızlıyor mu? İnsan ömrünü hayatını siyasi çıkarlara getirenlerin vicdanları sızlıyor mu? Piyanist filmi şimdi de benim ülkemde çekilsin ki tüm dünya benim halkımın neler yaşadığını görsün isterim. Bundan, bu felaketten kim ya da kimler sorumluluk hissedip, vicdanlarını sorgulayabilecek merak ediyorum doğrusu. Ama sonrasında çaresiz dökülen kelimelere bakınca kavganın sırası değil diyorum. Şimdi evsiz barksız kalanlara, anasız babasız öksüz çocuklara, kim olursa olsun hangi dini taşırsa taşısın birlikte dertlere çare aramanın zamanı diyorum.
Türkiye bir deprem ülkesi ve bugüne kadar yaşananlara bakarak neden ders alınmaz? Ölenlere rahmet, kalanlara acil şifalar dilemekle unutulabilir mi bu yaşananlar? Böyle bir felaketin ortasında siyasi çıkar senaryoları yapılabilir mi? Ama biz yapıyoruz, bu nasıl bir ruh halidir bilmiyorum. İnsanlar ölüyor, onlarca demir, taş, beton, toprak altında kalmış; ama biz hala siyasi çıkar peşindeyiz. Siyasi anlayışın şimdi asıl kenetlenmesi gereken zamanı değil mi? Türk milleti en zor zamanda bile olmayanı yaratacak kenetlenecek bir ruha sahip, ama yeter ki birileri bu duyguları farklı biçimlere dönüştürmesin. Şimdi burada insan hayatı önemli, bunu unutmamalıyız. Biz hâlâ bilim adamına, akıl ve bilim değerlerine sahip çıkmamaya devam ediyoruz. Atatürk’ün ”Ben size akıl ve bilim değerlerini miras olarak bırakıyorum.” sözlerini ne çabuk unuttuk. Ama biz aksine bu sözleri bize miras olarak bırakan insanı her zaman ikinci defasında öldürüyoruz. Akıl, bilim nedir bilmeyenler bundan rahatsız olan din tacirleri tarafından, tüm çağdaş değerlerin yok edildiği gibi. Şimdi yıkılan binaları tekrar yerine yapabilirsiniz, ama insan hayatını tekrar nasıl geri getireceksiniz? Dilerim bu felaketten ders alır ve gelecek felaketlerin yaşanmaması için akıl ve bilim değerlerine inanmalıyız. Keşke artık cehaletin değil, akıl ve bilime inanmanın, özellikle inanç saygınlığının siyasete alet edilmemesini dilerim.
Prof. Dr. Levent Seçer