Depremle ilgili olarak yazmak istemezdim.
Kuşkusuz ‘başımız sağolsun’ diye başlayan tumturaklı tümceler kurmak da mümkündü.
Ancak olanları duygusallıktan arınmış, denildiği üzere soğukkanlı bir tutumla gözlemleyip, kimi sonuçlar çıkarmak da önemlidir.
On ilimiz, onlarca ilçe ve yüzlerce köyümüzdeki maddî ve manevî yıkımı televizyon ve ‘sosyal medya’dan izlerken, gerekli olanların yanında, yersiz ve anlamsız tartışmalara da tanıklık ediyoruz.
Suçu ve suçluyu gizleyen yayınlar kadar gerçeği olduğu gibi yansıtan yayınlar da var.
Nitekim benim için en önemli yayın, kimilerinin bakmaya gerek görmedikleri, deyim yerinde ise iktidarca lanetlenmiş bir yayın grubunun ortaya koyduğu, tam anlamıyla ‘suç üstü’ yapan bir yayın oldu.
Tüm iktidar basını, bir yandan yapılanların ne kadar zamanında ve yerinde olduğunu, yaraların sarılmasına yönelik olduğunu anlatmaya çabalarken, Hatay’da sinsi, hain ve alçakca bir ‘delil yoketme’ çabası ‘sosyal medya’ya düştü.
Somut ve tanıkların gözleri önünde Hatay ‘yapı denetim binası’, onca acil işlerin ortasında, ‘iktidar odakları’nca dozerlerle yerlebir edildi.
Depremin altıncı gününde, henüz arama ve kurtarma işlemleri bitmemiş, yanına yaklaşılamamış enkazlar dururken, tek katlı ve dayanıklı bu kamu binasının yıkılmasına kimler ve neden karar vermiş olabilirlerdi?
Öyle ki, bu binada tüm Hatay yöresindeki yapılarla ilgili izinler ile dayanıklılık raporları bulunmakta idi.
Ve birkaç saat içinde, bu kamu binası, sakladığı belge ve bilgiler ile, yineleyelim, sinsice, haince ve alçakça darmadağın edildi.
Göz göre göre bir ‘suç’ işleniyordu.
İşin ilginç yanı, ‘muhalif medya’nın bundan haberi olmaması idi.
Ancak, bunları araştırıp bulan ve görsel kanıtlarla belgeleyen haberciler çıkmakta yine de.
Şucu ya da bucu diyerek izlenmeyen kimi habercilerin, her haberi olmasa bile içlerinde gerçekten ‘kanıt’ olarak değerlendirebilecek ve dudak uçuklatacak önemde yayınları da var yani.
Gerçekten, bu son haber, AKP iktidarının, zaman zaman ileri sürüldüğü üzere, ‘her şeyi göze alan’ yöneticileri ve en geniş anlamıyla ‘her şeyi yapmaya kararlı’ olduğunu kanıtlamaya yeterli görülmelidir.
Yasa ve anayasa tanımamazlıkta sınırları yok bunların.
Bunların yaptıkları, reislerinin deyimiyle haysiyet yoksunluğu, şeref ve namus yoksunluğunun ta kendisidir.
Peki ama bu ne zamana ve nereye kadar böyle sürecek?
Yıkılan her binanın önünde ağlamak ya da yapılan yardımların büyüklüğüyle övünmenin de bir sınırı olmalı, değil mi ama?
Ya da en az bunlar kadar önemli başka işlerin yapılması da gerekmiyor mu?
Örneğin bu yapı denetim belgelerinin bulunduğu tek katlı ve sağlam binaya kimin ve neden yıkım kararı aldığını soracak kimse yok mudur?
Günü geldiğinde ‘hesabı sorulur’ sözüyle daha ne kadar avunulacak?
Oysa hesabı gösteren defter yok ortada.
Kayıtları yok ediyor ya da kitabına uydurmuyorlar mı tüm yolsuzlukların?
Kaldı ki, bu ‘hükûmet biçimi’ni getiren halkoylamasının kendisi ‘kanunsuz’ değil mi idi?
Bu rejimin ‘varoluşu’ gayri meşru değil midir?
Fransızların ‘Raison d’Etat’ dedikleri tam da bu ‘kılıfına uydurman’ın kendisinden başka bir şey değildir.
Yani ‘hikmet-i hükûmet’!
Öyle ‘Devlet’e böyle ‘hükûmet’’ olacaktır elbette.
O nedenle şu kalpazan Fuat Oktay başta olmak üzere, ‘bakan’ oldukları ileri sürülen bir dizi ‘sorumsuz yetkili’nin yetki kaynağı, yani ‘Hikmet’inin apaçık kanunsuzluk olduğu söylenebilir.
Kalpazanlık ‘kader’ olabilir miymiş Tanrı aşkınıza?
Hal böyle iken, hem şu büyük depremin ve hem de ‘yapı denetim kayıtları’nın hesabı ancak ‘Divan’a kalacak demektir.
Dönüp dolanıp geldik mi yine ‘mukadderat’a?
Oysa, kim ki, bizim ‘kader’imiz de bu ‘alçaklık ve namussuzluk’la uğraşmak olsun diyebiliyorsa, işte ancak o zaman ‘kaderin oyunu’ bozulacak demektir.