Ulukışla İlçesinin ilk müftüsüydü.
Kayseri medresesinde Osman Hoca’dan icazet aldı.
Ömerli köyüne döndü.
Osman Efendi’den aldığı icazet ile çalışmaya başladı.
Hamidiye Kazası özellikle yaz aylarında Trabzon bölgesinden gelen
binlerce Ermeni maden işçisiyle dolup taşıyordu.
Burada Ermeni nüfusunun artması,
Ermenilerin şımarmasına ve kaza yönetiminde de çoğunluğu sağlayarak
Türklere karşı baskı uyguluyorlardı.
Kaymakam da pasif kalıyordu.
Mehmet Bahaeddin Efendi duruma kayıtsız kalamadı.
Bu durum kaza merkezinde huzursuzluklara neden oluyordu.
Kayseri’den Alim Efendi,
Ankara Müftüsü Mehmet Rıfat (Börekçi),
Konya’dan Rıfat Efendi,
Adana’dan Abdullah Faik Efendi,
Mehmet Hamdi Efendi,
Mersin’den Naim Efendi,
Hacı Ali Sabri Efendi,
Kırşehir’den Müfit Efendi ile tanıştı.
Bahaeddin Efendi, “İstiklalsiz din olmaz” diyerek
ülkemizde ilk defa Ulukışla İlçesi’nde oluşturulan
Kuvay-ı Milliye teşkilatı içinde görev aldı.
İşgalin bir Haçlı saldırısı olduğunu söyleyerek yedi düvele karşı milli mücadeleye başladı.
Ulukışla Müdafa-i Hukuk Cemiyeti Reisliği’ne seçildi.
Şeyhülislam Haydarizade’ye
“İstifa etmiyorum, ben Ulukışla halkının müftüsüyüm,
halkımın Kuvay-ı Milliye’nin yanındayım” diyerek tepki gösterdi.
Mustafa Kemal Paşa’ya bölge ile ilgili her türlü bilgi akışını sağladı.
Sivas Kongresi devam ederken Ulukışla’ya gelen
Mustafa Kemal Paşa ile bizzat tanıştı.
Mustafa Kemal Paşa ile Karınca Dağ’dan Pozantı İlçesi’ni gözledi ve
burada düşman hakkında bilgi aldı.
Düşman keşif birliklerini yanıltmak ve korkutmak amacıyla
Ulukışla çevresindeki dağlara soba borularını yerleştirerek topçu bataryaları görünümü verdirtti.
Ulukışla İlçesi’ni teslim almak üzere gelen Fransız Binbaşısı Leroux’u ilçeden kovdu.
Fransız subayının elinde,
Dâhiliye Nezareti’nin (İçişleri Bakanlığı) Fransızların Ulukışla’daki ikametinin muvakkat ve
asayişi temin etmek için olduğu, bu sebeple kendilerine kolaylık gösterilmesi ve
her türlü misafirperverlik edilmesi emri vardı.
Müftü Fransız Binbaşısının azametli ve amir tavırlarıyla söylediklerini dinledikten sonra
herkesin bilmesi gerektiği şu tarihi cümleleri kurdu:
“Dâhiliye Nazırı sizlere işgal ettiğiniz İstanbul’da sizlere kafi miktarda misafirperverlik gösteriyor.
Sizinle dört senedir harp ediyoruz.
Birçok cephelerde talihinizi denediniz.
Birbirimizi iyi tanıyoruz.
Fuzuli yere kan dökmeyelim.
Sizi Ulukışla’da alıkoyamayız.
Buranın taşı ve toprağı da sizi barındırmaz.
Burası Arabistan değil, Türkiye’dir.
Bu topraklarda ancak Türk’ün kemiği sızlamadan yatar”
Medreselerin kapatılmamasını, fakat mutlaka ıslah edilmesini,
Türkçülük esaslarının öğretilmesi için dersler konulmasını istedi.
Siyasetten uzak durdu.
Halka Türk Milliyetçiliği’ni öğütledi.
Her dini bayramlarda olduğu gibi milli bayramlarda da
halkla birlikte bayram kutlamalarına katılır,
Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ü minnet ve şükranla yâd ederdi.
17 Mart 1926 tarihinde milli mücadelede gösterdiği kahramanlık,
üstün hizmet ve fedakârlıktan dolayı 3516 sayılı İstiklal Madalyası aldı.
Öz Türk’tü, özü Türkçüydü, Müftü Efendi şöyle söylüyordu;
“Balkanlarda milliyetçilik hareketinin doğması kiliselerin eseridir.
Bizim medrese ise Türkçülüğü,
Türkçülük hareketini Arap kültürüyle bastırma, boğma ve yok etme gafleti içinde olmuştur.
Çağa, değişen zamana ayak uydurmama, gözleri kapamanın bedelini kendisini ve
Türk maneviyatını perişan ederek, geciktirerek ödemiştir.”
Hakikat buydu, günümüzde yapılmak istenen, yapılan da tam olarak budur!..
O günün medreseleri, bugünün tarikat ve cemaatleri
“Bizim medrese Türkçülüğü, Türkçülük hareketini Arap kültürüyle bastırma,
boğma ve yok etme gafleti içinde”
Arap Milliyetçiliğine hizmet etmekten başka bir şey yaptıkları yok.
Dünya Türk’ün uyanmasından korkarken,
içten içe Türk uyutulmaya çalışılıyor…
***
Önce sıbyan mektebini, sonra Ankara Rüşdiyesi’ni bitirdi.
İstanbul’a giderek Beyazıt dersiâmlarından Âtıf Bey’in derslerine katıldı ve icâzet aldı.
Evet bir de Rıfat Börekçi var İlk Diyanet İşleri Başkanı…
Mustafa Sabriler, İskilipli Atıflar İngilizlerle kol kola gezerken
kefen parasına kadar milli mücadeleye desten veren…
Şeyhülislâm Dürrîzâde’nin Millî Mücadele aleyhinde verdiği fetvayı reddeden bir fetva verdi.
Hâkimiyet-i Milliye gazetesinde neşredilerek
yurdun her tarafına dağıtılan bu fetva halkın
Millî Mücadele etrafında toplanmasında son derece etkili oldu.
Camilerde Türkçe hutbeleri başlattı.
Halk dinini, kitabını anlamalıydı.
1932 yılından itibaren de Türkiye’de tüm camilerde hutbeler Türkçe okutulmuştur.
(Başbakanlık Cumhuriyet Arşivi, 22/2/1925, Dosya: 6534 Fon Kodu: 30..10.0.0 Yer No: 7.41..31)
Milli Mücadeleye katkıları ve Atatürk’e olan sevgisi
anlatmakla bitmez…
Rıfat Börekçi anlatıyor:
“Ata’nın huzuruna geldiğimde beni ayakta karşılardı…
‘Paşam beni mahcup ediyorsunuz’ dediğim zaman
‘Din adamlarına saygı göstermek Müslümanlığın icaplarındandır’ buyururlardı.
Atatürk şahsi çıkarları için kutsal dinimizi siyasete alet eden cahil din adamlarını sevmezdi.” (Ercüment Demirer, Din Toplum ve Atatürk)
***
Babası ilmiye mensubu bir aileden gelen ve kadılık görevinde bulunan Ahmed Rifat,
dedesi Mustafa Mecîdî’dir.
Sıbyan mektebinden sonra 1861’de hıfzını tamamladı,
iki yıl süreyle kıraat okudu.
Amasya Rüşdiyesi’nin ardından Mehmed Paşa Medresesi’ne devam etti.
1879’da Şirvânî Mîr Hasan Efendi’den icâzet aldı.
Aynı yıl Amasya Bekir Paşa Medresesi’ne müderris tayin edildi.
Kendisi yirmi yedi yılda üç dönemde altmış beş talebeye icâzet verdiğini,
1908’deki üçüncü icâzet merasimine katılan Hacı Reşid Paşa’nın
arzı üzerine meşihat makamı tarafından yirmi iki öğrencisine birer gümüş,
kendisine de altın madalya verildiğini belirtir.
Arapça ve Farsça biliyordu,
1900 Mayısında Amasya müftülüğüyle birlikte
Sivas ve Karadeniz bölgesi vâizliği (kürsü şeyhliği) görevine getirildi.
dönemin Sultan Bayezıd Camiî vaizi Abdurrahman Kâmil (Yetkin) Efendi
Atatürk’ü Amasya’da ziyaret etmişti,
aralarında geçen konuşmayı daha sonra şöyle anlatmıştı Kamil Efendi:
“Paşa ayağa kalkarak elimi öptükten sonra
Baba bu işte muvaffak olmakta var, olmamakta var.
İnşallah olacağız.
Eğer olamazsak bizi asarlar, kelle gider ne dersin? dedi.
Bende: Hey oğul sen ki genç yaşında başını vatan ve millet uğruna feda etmişsin.
Koy benim bu ihtiyar kelle de senin uğruna feda olsun, dedim.
Tekrar elimi öperek, yanıma Komiser Osman Efendi’yi katarak uğurladı.”
(Mustafa Kemal Paşanın Amasya’ya ilk gelişleri,
Sabah (Amasya-Mahallî Gazete) 21 Ocak 1981-Süreli Makale)
Şimdiki sözde dincilerin olmadık iftiralar attığı Mustafa Kemal Atatürk’e o dönemin
dini ve ilmi bilgileri sorgulanamaz olan din adamları nasıl kıymet veriyordu…
Milli mücadeleye
vatanın birliğine
Türklüğe ne kadar kıymet veriyordu.
***
Bir isim daha var…
1884 yılında Yozgat, Akdağmağdeni’nde doğdu.
İlk eğitimini kilisede tamamladı, sonra Rüştiye’ye devam etti.
1912 yılında Diyakos (papaz yardımcısı) 1915 yılında ise Papaz oldu.
1918’de ise 34 yaşındayken Metropolit…
Fener Patrikhanesi’nin ülkeyi karıştırmak adına verdiği talimatları reddeder
Patrikhaneye karşı bir beyanname yayınlar;
“…mezhebimizi şerre alet ederek,
Türk olduğumuz halde Helenizm propagandasıyla aldatılarak
güya aslen Yunan imiş ve aslına geri dönermiş gibi
azınlık hukuku iddiasıyla mezhebi millete karıştırdılar.
İstanbul Patrikhanesi’nin bize Türklüğümüzü unutturmak ve
dilimizi değiştirmek için aldığı bunca tedbirler hiç kar etti mi?
İşte Türk tabiiyetimiz ve dilimiz olduğu gibi bakidir.
Halis Türk ve Türk evlatları olduğumuzu
adet, töre, kültür ve her halimizle bunu ispat etmekteyiz.”
Böylece Türk Ortodokslar milli mücadelenin yanında yer alırlar.
Kimdir bu “Türklüğüm de Türklüğüm” diyen tabii ki de Papa Eftim.
Atatürk, her fırsatta Eftim’e teveccüh gösterir ve şöyle der:
“O, milli mücadelede bize bir ordu kadar yardım etti.”
Dincilerin, sözde milliyetçilerin “Müslüman değil” diyerek görmezden gelmek istediği
Papa Eftim de “Önce Türklük” demişti.
Müftüsünden, vaizine, papazından dinsizine kadar
gerçeği gören bilen herkes “Önce Türklük” diyor
Her yazımda dile getiriyorum, yazmaya da devam edeceğim;
Bu milleti bin yıllar boyunca ayakta tutan
onlarca devlet kurduran
dünyanın, Avrupa’nın dizlerini titreten Türklük mayasıdır.
İnsanlar bu konuda uyarılmalı
aydınlatılmalı,
Orta Doğu karanlığına sürüklenmek istenen millet
yine, yeniden Türklüğüne sarılmalıdır.
Rivayete göre Hoca Ahmet Yesevi;
“Din seçim, Türklük kaderdir” diyor ne de güzel diyor…
Bu sözün ona ait olduğunu kanıtlayamadım ama
bu lafın doğruluğuna, güzelliğine gölge düşürmez.
“Din milliyetçiliği kabul etmez” diyerek, biraz Türkçülüğü savunanlara
dinsiz yaftası yapıştıranlar önce bunları bilmeli,
Arap milliyetçiliğini kucaklayan, başına taç eden din bir tek
Türk milliyetçiliğine mi karşı?
ERDEM AVŞAR -YENİÇAĞ / TURKISH FORUM – ABDULLAH TÜRER YENER